Güncelleme Tarihi:
FrançoIse Sagan’ın ünlü romanı ‘Bonjour tristesse’den (Merhaba Hüzün) yapılan aynı adlı uyarlamadaki rolüyle dikkati çekti ama bütün dünya onu ‘Yeni Dalga’nın unutulmaz filmi ‘Serseri Âşıklar’la (A bout de souffle) hafızasına kaydetti. Godard’ın ölümsüz klasiğinde Jean-Paul Belmondo’yla birlikte unutulmaz bir çift olarak sinema tarihindeki yerini almıştı. Lakin spot ışıkları altındaki parlak kariyerine karşın özel hayatı mutsuz bir rota izliyordu. Cesareti, aykırı yapısı, dönemine göre öncü ve sistem dışı davranışları düşüşünü hızlandırdı. Ve 40 yaşında Ağustos 1970’de aramızdan ayrıldı.
Haftanın filmi konumundaki ‘Seberg’, işte bu hayatın sahibinin son dönemine odaklanıyor. Öykü, Fransız yazar Romain Gary’yle evli Amerikan kökenli film yıldızı Jean Seberg’in, ‘68 Baharı’nı yaşayan Paris’ten ABD’ye dönüp Hollywood’da yeni bir projeye katılmak üzere hareket ettiği dönemde başlıyor. Peşi sıra dönüş sürecinde uçakta tanıştığı ‘Black Power’ hareketi üyesi aktivist Hakim Camal’le yaşadığı ilişki ve Kara Panterler’e yaptığı maddi yardım, FBI tarafından ‘kara liste’ye alınmasına, illegal yollardan dinlenmesine ve özel hayatının sürekli olarak didiklenmesine yol açıyor. Bu onun için giderek psikolojik bir sarmala dönüşüyor ve genç yıldız, koca bir ruhsal deliğin içinde kaybolmaya başlıyor.
Benedict Andrews’un yönettiği ‘Seberg’ iki yoldan ilerliyor. Ana kolda iplerin elinden yavaşça kaydığının farkına varan ve gözetlenme duygusuyla paranoyaklaşan ve halet-iruhiyesi kaybolan bir yıldız profili, yan bölümde ise onun hayatını gözetlerken giderek yaklaşan, sempati duyan, daha da ötesi bir tür platonik âşığa dönen ve korumak için çabalayan FBI ajanı Jack Solomon var. Joe Shrapnel-Anna Waterhouse ikilisinin kaleme aldıkları senaryo, bu denge içinde yükselirken film hem bir trajik hayat hikâyesini hem de çok net çizgilerle olmasa da bir dönem ruhunu ve politik histerisini aktarıyor.
‘Seberg’e yabancı eleştirmenler özellikle senaryosu ve çizilen karakterler itibariyle itirazlarda bulunmuşlar. Ki bizdeki basın gösterimi sonrası da ‘yerli’ kalemlerin bir kısmının da benzer refleksleri ortaya koyduğunu gördüm. Lakin ben sinema meselesinde hep kendi adıma şunu savunmuşumdur; bir film temel olarak derdini, duygusunu seyircisine geçiriyorsa hedefine varmıştır. Evet, ‘Seberg’te FBI ajanı Solomon ‘kurgusal’ bir karakter ve bu yanıyla senaryo eleştirilebilir. Ama hikâyeye ‘Başkalarının Hayatı’ tadı katan bu hamle, genç yıldıza karşı yapılan insanlık dışı muamelenin kamu vicdanında yansımasının bir tezahürü gibi geldi bana ve doğrusu rahatsız etmedi. Bir başka eleştiri dönem tasviri ve Seberg’in filmde tarif edilen biçimde politik açıdan toy olmadığı ve bir uçak yolculuğundaki haksızlıkla birlikte siyasi yelpazesinde değişikliği soyunmadığı. Ben, filmin çizdiği sınırlar içinde böylesi bir algının oluştuğu kanaatinde değilim; zaten 101 dakikalık bir yapıttan da koca bir hayatın bütün köşe taşlarını perdeye taşımasını beklemenin haksızlık olduğunu diye düşünüyorum.
Yönetmen: Benedict Andrews
Oyuncular: Kristen Stewart, Jack O’Connell, Anthony Mackie, Margaret Qualley, Zazie Beetz, Yvan Attal, Vince Vaughn, Stephen Root, Colm Meaney, Gabriel Sky
İngiltere-ABD ortak yapımı
Kökü içerde meseleler
Yaşlanınca, yıllar önce bırakıp gittiği geçmişiyle buluşmaya çalışan bir adam; İbrahim... O geçmişte ise oğlu Ömer vardır... İkili, ailenin köklerine doğru yolculuğa çıkar. İbrahim öldüğü zaman köyün tepesinde bulunan ve vakti zamanında kendisinin diktiğini iddia ettiği bir ağacın altına gömülmek ister. Fakat artık bu isteği yerine getirmek çok zordur. Çünkü...
Genç yönetmen Cenk Ertürk, ilk uzun metrajı ‘Nuh Tepesi’nde farklı limanlara uğruyor ve ortaya, sağlam bir dönem panoraması çıkarıyor. Film temelde bir ‘baba-oğul hesaplaşması’ olarak ele alınabilir; bu durum elbette ‘Nuh Tepesi’ni başta ‘Ahlat Ağacı’ olmak üzere son dönemde karşımıza çıkan birçok yerli yapımla aynı parantezde buluşturuyor. Ama hikâye ilerledikçe tek derdin bu olmadığı anlaşılıyor. Baba-oğul, karı-koca gibi duraklardaki iletişimsizlik, hatıralardaki acı tortular, zamanında reddedilen değerlerle yüzleşme, bürokrasinin her şeyi zora koşan çarkları, sistemin aymazlığı, çifte standartlığı, kapalı toplumların bağnazlığı ve en önemlisi bir dönem refleksi olarak insanların inancı üzerinde elde edilen rant (ya ada geçim kapısı)...
Yazar : Uğur VARDAN