Güncelleme Tarihi:
Hikayenizin en başından başlayalım. 2000 yılında Ankara'da bir müzik grubu kuruldu ve bu gruba "GECE" adı verildi. GECE’nin serüvenini öğrenebilir miyiz?
GECE, Can ve Eren’in lise yıllarında rock grubu kurma hayalinin gerçeğe dönüşmüş hali. Grup, 2000 yılında Gökçe’nin, 2005 yılında da Erdem’in katılımıyla son halini aldı. 2008 yılına kadar Ankara’nın çeşitli barlarında düzenli performans yaptık. 2008 yılında ise ilk albümümüzü çıkarmak için İstanbul’a geldik ve profesyonel müzik kariyerimize başlamış olduk. 2008’den itibaren dört albüm ve bunların yanı sıra üç tane single çıkardık.
Ankara’da ciddi bir rock damarı olduğunu biliyoruz. Ama eski şaşalı günlerin de kalmadığı söyleniyor. Siz hangi zamanlara denk geldiniz ve Ankara’nın müzik iklimi ile İstanbul’daki havayı karşılaştıracak olsanız neler derdiniz?
Şimdi baktığımızda Ankara’nın müzik açısından en zengin dönemine denk geldiğimizi görüyoruz. Bizim gençlik yıllarımızda Ankara’da çok önemli bir canlı müzik sahnesi vardı. Şehirde rock bar sayısı fazlaydı ve haftanın her günü bu barlarda gruplar sahne alıyorlardı. İstanbul’la Ankara arasındaki en önemli farklardan biri Ankaralı grupların sahnede beste ağırlıklı bir repertuar çalabiliyor olmasıydı. O dönemde İstanbul’da da çaldığımız için şunu diyebiliriz ki, İstanbul’da piyasa baskısı Ankara’ya göre çok daha fazlaydı. İşletmeciler müşterilerin bildiği şarkıların çalınmasını talep ediyorlardı, bu durum da sanatçıyı kısıtlıyordu. Ankara, sanatçıları özgür bırakarak kendi yollarını bulmalarını sağlıyordu.
Günümüzde pek çok müzik grubu bir şekilde anlaşamayıp yollarını ayırıyorlar. Grup olarak bir arada kalmak ve müzik de dahil birçok şeyi birlikte üretmek gittikçe zorlaşıyor. Sizde durum nedir?
Ülkemizde müziğin geldiği noktada bu durumu iş olarak yürütmek gerçekten çok zor. Ama biz müzik yapıp kendimizi mümkün olan en güzel şekilde ifade etmek için müzik yapıyoruz. İçimize döndüğümüz bu zamanlarda ülkenin zorluklarını bir nevi minimalize etmiş oluyoruz.
Üniversiteler, liselerde hep bir popüler müzik grubu ve onun yakışıklı, gözde elemanları geyiği vardır, bilirsiniz. Siz onlar mıydınız? GECE grubunun öğrencilik hayatı nasıl geçti?
Galiba Can kesinlikle oydu.☺ Okulun en popüleri, kızların sevgilisi ama bir yandan asisi ve hırçını.☺ Ankara’da okuduğumuz için öğrencilik yılları konusunda şanslıydık çünkü Ankara okul hayatınızı – özellikle üniversite- geçirebileceğiniz en ideal şehir. Bir kere çok fazla okul var ve bu da canlı bir öğrenci kültürü demek oluyor. İkincisi kampüs dediğimiz kavramın çok oturaklı olması. İstanbul’da genelde binalara tıkılmış kampüsler varken, Ankara’da doğayla iç içe vakit geçirebileceğiniz kampüsler var. Bu durum, kampüs içindeki sosyal hayatı da etkiliyor. Biz de bu açıdan çok şanslıydık ve çok güzeldi öğrencilik yıllarımız.
Şu an albümleri çıkmış ve ünlü olmuş bir grupsunuz. Öğrencilik yıllarınızdan baktığınızda belki de birçok hedefinize ulaştınız. Peki o gün olup da bugün olmayan ve özlediğiniz neler var? Yeniden öğrenci olmak ister misiniz?
Biz içinde doğup geliştiğimiz kültürü özlüyoruz. Bu kültürün çok erozyona uğradığını düşünüyoruz ve bu bize pek iyi hissettirmiyor. Bu açıdan, evet, öğrencilik yıllarımıza duyulan bir özlemimiz var.
Dijital dünya müzik üretimini de bir hayli değiştirdi. Siz bu çağın müziği ve onun imkanlarını ne kadar kullanıyorsunuz ve bu yeniliklerin olumlu ve olumsuz yanları neler?
Dijital müziğin, müzikte bir devrim yarattığı gerçek. Biz de elimizden geldiği kadar sosyal medyayı kullanmaya çalışıyoruz. Bu dijital devrimin olumlu ve olumsuz tarafları var elbet. Bir kere müziğinizi değişik kitlelere kolayca ulaştırabilmesi açısından büyük bir avantaj sağlıyor. Fakat, aynı zamanda, nitelikli, niteliksiz pek çok üretimin paylaşılmasına neden oluyor. Bu noktada biraz üretim kirliliği oluyor. Diğer taraftan dinleyici şarkıya çok kolay ulaşabildiği için şarkının dinleyici açısından değeri, fiziksel kopyaya kıyasla daha az oluyor.
GECE grubunun hep bir mesajı var şarkılarında. Peki siz hayata ne mesaj veriyorsunuz ve bu noktadan hareketle hayatın zorluklarıyla tam olarak yüzleşmemiş üniversitelilere neler önerirsiniz?
Şarkılarımızda dünyayı algılayış şeklimizi anlatıyoruz ve buna mesaj diyeceksek eğer, tek bir mesaj verdiğimizi söyleyemeyiz. Değişik zamanlarda değişik şeylerden etkileniyoruz ve bir şekilde müziğimize bunu ekliyoruz.
Üniversite okumak da bir zorluk olduğundan aslında tüm üniversiteli arkadaşlar belli zorluklarla yüzleşmiş oluyor. Bir öneri verecek olursak şunu diyebiliriz, gönüllerinden geçen şeylerle uğraşsınlar. Bu şekilde zorluklar da daha kolay aşılacaktır.
Son dönemde düet çok popüler oldu. Sizin düete bakışınız nasıl? Sanki çok fazla düet yapmayı tercih etmiyorsunuz. Bunun bir nedeni var mı?
Biz hayatımızda bir kere düet yaptık; o da Nilüfer’le Başıma Gelenler şarkısıydı. Düete karşı bir önyargımız yok ama düet yapmış olmak için yapmayı istemiyoruz. Düet yapılacak projede, düeti yapanlar şarkıya gerçekten özgün bir şey kattıkları zaman düet anlamlı oluyor. Böyle hissettiğimiz durumda bir düet daha yapabiliriz elbette.
Bir röportajınızda ticari kaygınız olmadığını söylemiştiniz. Ama piyasa koşulları malum. Amiyane tabirle herkes bir şekilde mecburen ekmeğinin peşinde. Siz bu koşullarda hangi motivasyonla üretmeye devam ediyorsunuz?
Daha önce de belirttiğimiz gibi ana referans noktamızı, kendimiz ve kendi estetik değerlerimiz olarak almaya çalışıyoruz. Kendimizi güzel ifade ettiğimiz müziği yapmak bizim için en büyük motivasyon kaynağı.
Grubu ilk kurduğunuzda bugün olduğunuz yeri hayal etmiş miydiniz ya da şu an bulunduğunuz konumdan memnun musunuz?
Öyle büyük büyük hayallerimiz yoktu. Aslında tek hayalimiz albüm yapmak ve sürekli konser vermekti. Bazı zamanlarda bu çok iyi oldu, bazı zamanlarda da hayal ettiğimiz gibi gitmedi. Bu yüzden, hayatın her alanında olduğu gibi ne tam bir memnuniyetten ne de tam bir memnuniyetsizlikten bahsedebiliriz.
Konser haberleri, gelecek planları derken buradan okuyucularımıza vereceğiniz güzel haberler var mı? Yakın zamanda sizi nerelerde dinlemeye gelebilirler?
25 Şubat’ta İstanbul Dorock XL sahnesindeyiz. 8 Mart’ta Eskişehir’de, 15’inde İstanbul Beşiktaş IF’de, 16’sında Ankara IF’te olacağız.
Yeni single’ınızdan da söz etmek gerek. Tik Tak’ı nasıl tanımlarsınız? Sizdeki yeri nedir?
Tik Tak özel bir proje için hazırlandı. Proje kapsamında da bir alt-label kuruldu. Bu alt-label Türkiye’de alternatif müziği destekleyecek bir label olacak. Bize de projenin açılışını yapma teklifinde bulundular. Bu da bizi çok heyecanlandırdı çünkü alternatif müziği destekleyen her projenin çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle Tik Tak bizim için oldukça değerli.
Şarkıyı tanımlayacak olursak da şarkı indie, art-rock öğeleri içeren bir pop-rock şarkısı. Sevgili Ozan Tügen’le birlikte prodüktörlüğünü yaptık ve şarkının yaylı-tuşlu aranjmanını da Ozan yaptı. Ozan’la, her zaman olduğu gibi, iyi bir kimya yakaladık ve kısa sürede şarkının kaydını tamamladık.
Kalbe Kördüğüm’ün ardından Tik Tak yayınlandı ve bir de plak formatında dinleyiciyle buluştu. İlk plağınız mı, sizdeki yeri nedir?
Plak kültürünü seviyoruz. Bu yüzden bir şarkımızı plak formatında görmek bizi çok mutlu hissettirdi. Bu açıdan da Tik Tak’ın ayrı bir özel yeri var bizde.
Plakta bir de şarkının başka bir versiyonu bulunuyor. Bundan da bahseder misiniz?
Proje kapsamında plağın B yüzüne konulacak bir şarkıya ihtiyaç vardı. Biz de şarkının elektronik müzik altyapısıyla yeniden yapılmış bir versiyonunu koymak istedik. Gitaristimiz Erdem bir süredir elektronik müzikle ilgilendiğinden ötürü de bu işi kendisine devrettik. ☺ O da plağın B yüzünden duyduğumuz halini yaptı.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı