Güncelleme Tarihi:
Uzun zamandır müzik sektöründesiniz ve son dönemlerde kendi babanıza yazdığınız “Babama” şarkınızın teklisiyle adınızdan bahsettiriyorsunuz. Burak Sarıkahya kimdir, müzik yolculuğu nasıl başladı, biraz bahseder misiniz?
Üç kardeşin en küçüğü olarak 1984 yılında İstanbul Beyoğlu'nda doğmuşum. Biraz kilolu ve devamlı gülümseyen bir bebekmişim. Müzik, babamın uyumam için başımda plak çaldığı günlerde işlemiş sanırım içime. İlkokulda ablamın orgunu, ortaokulda da abimin gitarını geçirmişim elime. Ortaokul - Lise yıllarım hep okulun müzik gurubunda geçti. Her sene müzik yarışmalarına hazırlanıyorduk. Çok keyifli, bir o kadar da zor dönemlerdi. Bir taraftan okul, diğer taraftan sabahtan akşama kadar müzik yapma isteği. Ailemin desteğini aldım ama çevrende birçok kişinin müziği tutunulacak bir dal, bir meslek olarak görmemeleri, hatta sadece eğlence olarak görmeleri bu yolda yürüyenler için çok zorlayıcıdır ve benim için de öyle oldu. Neyse ki hala öyle görenler varsa artık karşılarında sağlam durabilirim.
Siz de halen özlemle anılan 80’ler kuşağındansınız. Sizin o dönemlerde hayranı olduğunuz sanatçılar, şarkıcılar kimlerdi? En çok kimin şarkılarını söylemeyi severdiniz?
80 kuşağının bir ferdi olarak plak ve kasetler arasında gidip gelerek müzik, Commodore 64’e kafa ayarı yaparak da teknoloji serüvenime başladım. Şu an olan birçok şeyin olmadığı dönemleri de görmüş, biraz ortada kalmış bir kuşak aslında. Eskiye de yeniye de bölünmüşüz biraz.
Kendimi bildiğim bir yaştan ilk anımsayabildiğim ses Cem Karaca'nın sesi. Türkçe müzikte sıkı bir Cem Karaca hayranıyken yabancı müzik olarak Kadıköy Akmar Pasajı’nın önünde, seyyarda satılan A yüzü Metallica B yüzü Iron Maiden kasetleri dinliyordum. Sonra hala devam eden Deep Purple ve Pink Floyd hayranlığı başladı. The Wall Albümü her gece uyku öncesi ritüelidir benim için.
Cem Karaca’nın sizi yönlendirmesiyle kendi bestelerinizi yapmaya başlamışsınız. Cem Karaca’yla tanışma hikayeniz nedir?
Liseyi bitirdikten sonra Arka Sokak isimli bir müzik gurubunda yer aldım. Hepsi benden yaşça büyüktü. Bir gün beni Cem Karaca'nın sahne alacağı mekâna götürdüler. 2002 senesi sanırım, ben 18 yaşındayken. Sahneye çok yakın bir yer buldum kendime. Çok heyecanlıydım. Cem Karaca sahneye çıktı, kollarını iki yana açtı, "Merhaba gençler ve her zaman genç kalanlar." Sesi ve heybeti inanılmazdı. Sahnede, yol arkadaşlarım dediği Zafer Şanlı, Taner Ayan, Aydın Şeref ve Nevzat yılmaz eşlik ediyordu ona. Onlardan da çok etkilendim ve müzikal yolculuğumu o yıllardan başlayarak hep onlarla sürdürdüm. Bütün albümlerimi hep birlikte hazırladık.
Bir sonraki konserde kulisin kapısına gittim. Beni gördü ve "Gel bakalım, sen neler yaparsın?" dedi. Ben de heyecandan "Senin şarkılarını söylüyorum," dedim. Bana hayatta iyi-kötü neler yaşadığımı, neler hissettiğimi sordu ve işte önce bunlarla ilgili şarkılar yazmamı, kendi yaşadıklarımı müziğe aktarmam gerektiğini söyledi. "Bunları yaptıktan sonra benim şarkılarımı söylersin," dedi. O dönem ne hissettiysem yazdım. Sonraları her konserinde konuştuk. Şöyle bir anımız da var: Ona bir albümünü imzalatırken pantolonunun üzerine koydu ve hızla imzaladı. Kaldırınca imzanın yarısının albümde yarısının da beyaz pantolonunda olduğunu gördük. "Hah" dedi, "Bu da senden bana hatıra kalsın. O zamanlar yazdığım o sözlerle çıkan “Adsız” isimli bir albümüm var.
“Ben Plak, Kaset, Cd ve günümüze kadar gelen dijital süreci yaşadım. Dinleyeceğim müziğin kartonetini elimde tutmak istiyorum, sayfalarını karıştırmak istiyorum. Sadece madde olarak karşımda, rafta durması bile bana haz veriyor. Dinlediğim müziğe kendimce değerini vermek istiyorum.”
Teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte müzik de artık insanlara dijital ortamlardan yayılmaya başladı. Bu yükselişin albüm satışlarına olan etkisini hepimiz biliyoruz. Siz bu anlamda sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecek zamanlarda müzik sektörünü neler bekliyor?
Ben Plak, Kaset, Cd ve günümüze kadar gelen dijital süreci yaşadım. Dinleyeceğim müziğin kartonetini elimde tutmak istiyorum, sayfalarını karıştırmak istiyorum. Sadece madde olarak karşımda, rafta durması bile bana haz veriyor. Dinlediğim müziğe kendimce değerini vermek istiyorum.
Teknoloji çok hızlı ilerledi tabii. Herkes ürettiği müziği bir sınır olmadan tüm dünyayla paylaşabilme şansına erişti. Ve biz de aradığımız şeylere hızla ulaştık. Bu hız bizi çabuk tüketen ve sıkılan bireyler haline getirmiş olabilir. Çünkü bu teknolojiyle birlikte "seçme" özelliğimizi yitirdik. Her geleni kabul ettik. Hayatın getirdikleriyle öyle kalabalık bir döneme geldik ve bıktık ki o seçme sürecimiz çok şükür geri geldi. Dayatılan değil de istediğimiz, beğendiğimiz şeyleri hayatımıza almaya başladık.
Ayrıca o kadar emek verilip özenle yapılmış müziklerin sıkıştırılmış dosyalardan, teki kopmuş kulaklıklardan dinlenilmemesi gerektiğine inanıyorum.
Geçtiğimiz yıllarda İhtarname isimli bir çalışma yaptınız. Ve çok uzun zamandır yapılmamış bir formatta, 45’lik plak olarak çıkarttınız. Nasıl karar verdiniz böyle bir şey yapmaya?
İçimde hep bir Cem Karaca şarkısını yine onun yol arkadaşlarıyla kayıt altına almak vardı. Cem Abi’yle tanıştığım zamanlarda aklımdan geçen şarkılar “Adsız” ve “Zeyno” idi. Ama 2013-2014 yıllarında yaşadıklarım ve tabii ülkemizde yaşananlar beni bu şarkıyı yapmaya itti. Cd basımı için Odeon firmasına gitmiştim ve birden aklıma geldi. Odeon Türkiye'de ilk plakları basmış bir firma. Ve benim görüşmeye gittiğimde firma kapanıyordu. Onların aracılık etmesiyle plaklar yurtdışında basıldı. Böylece Türkiye’de logolarının yer aldığı son plak da benimki oldu. Bir Cem Karaca şarkısı, ona eşlik etmiş müzisyenlerle ve 45’lik formatında. Benim için bu onuru ve mutluluğu tarif etmek imkânsız.
“Hayatın getirdikleriyle öyle kalabalık bir döneme geldik ve bıktık ki o seçme sürecimiz çok şükür geri geldi. Dayatılan değil de istediğimiz, beğendiğimiz şeyleri hayatımıza almaya başladık.”
Peki son çıkan projeniz, babanıza yazdığınız şarkı?
5 Şubat 2006. Cem Karaca'nın doğum günü. Taksim Sıraselviler Caddesi’nde Yaga isimli bir mekân vardı o zamanlar. Orada anma gecesi düzenlenmişti. Ben sahneye çıkmadan önce babam aradı. "Oğlum sahneye çıkacaksın ama söylemek zorundayım. Babaanneni kaybettik, sahnen bitince hemen gel," dedi. Orada üzüntümü gören birisi bana "Babaannenin yaşı varmış siz babana dikkat edin dedi." Gece yarısı yani 6 Nisan olmuştu artık, eve döndüm. Babamla sarıldık birbirimize, 7 Nisan sabahı onun kravatını ellerimle taktım, kokular sıktım. Ve o gün babamı son ayakta görüşümmüş. Akşama doğru gördüğümde gözleri kapalıydı. Ve direkt şu söz aklıma kazındı "Gözlerin kapalıydı baba seni son gördüğümde. Sarılıp kalmak istedim sana gücümün yettiğince." Yıllar sonra ancak kaydedebilme cesareti buldum bu şarkıyı. Babamın görüntülerinin de yer aldığı bir klip çektik. Arpej müzik etiketiyle artık yayında.
Biraz da gelecek programlarınızdan bahsedelim. Sizi dinlemek isteyenlere konser ya da sahne çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Cem Karaca'nın yol arkadaşları ile Cem Karaca şarkıları söylüyoruz. Ayrıca kendi şarkılarımdan oluşan bir repertuvar da hazırlıyorum. Her ay konserlerimiz oluyor mutlaka. İnternet ortamında duyuruyoruz tarihlerini.
Son olarak gelecek planlarınızı öğrenmek isteriz. Burak Sarıkahya’nın müzikle ilgili en büyük hayali nedir?
Tek hayalim, ömrümün sonuna kadar müzik yapabiliyor olmak. Ve yaptığım müziği gerçekten hissedebilen insanlarla yapmak, hissedebilen insanlarla paylaşmak... İnsanların yüreğini yakalamak o yürekle aynı duyguda olmak beni mutlu ediyor.
Röpotaj: Tuğba Badal