Güncelleme Tarihi:
Sen hep hoşça kal ki, ben ne zaman dönersem hoş bulayım.
Bir kavga sonrasında yaralarımızı sarmak için oturmuştuk yan yana.
Sen ağzımın kenarından akan kanı temizliyordun, ben senin kaşında açılan yaraya elimdeki mendille basıyordum. Öylece kalmışız sonra…
Saatlerden gün olmuş, günlerden gece, gecelerden aylar…
Birbirimize yaralarımızı göstermek için gelmiştik yan yana. Kim daha çok kanadı diye acılarımızı yarıştırmıştık. Yarası hala açık hikayelerimiz vardı. Senin iyileşmeni çok istiyordum. Çünkü senin iyileşme ihtimalin benim de kurtulma ihtimalimdi.
Yan yana iyileşebilmeyi dilemiştim.
YÜZÜMÜ KARA ÇIKARMA AKLIM
Zira ben sana geçerken uğramıştım…
Beni bulduğun çukurun isli kokusu duruyordu boğazımda. Ne zaman konuşacak olsak birbirimize bakamıyorduk. Geçiştirdiğimiz günlerden birinde, yine senin sözlerin çok sarhoşken ben bir anda aydım. Senin sözcüklerinin sabaha çıkma ihtimali hiç yoktu ve ben her sabah, bir gece önce üzerime attığın kelimelerden özenle cümleler kuruyordum kendime. Tam o anda işte, gece güne kavuşmayı beklerken, havada kalan son grilikte, ben aydım. Yavaşça kalktım yerimden. Üzerime sinen kelimelerini silkeledim. “Nasıl gideceksin?” diye sordun, ben çoktan yola çıkmışken.
Biz birbirimize geçerken uğraşmışlardanız. Ayak üstü bir şeyler içip kaçmanın peşinde olanlardan. Büyük felaketlerimizi avutmaya çalışırken, sadece isimlerini hatırladığımız geceler kaldı zihnimizde. Birbirimizi hatırlatmaya çalışıp dururken dün yaşananları, dünde kalan kim varsa onu da alıp getirdik farkında olmadan bugüne. Sonra bir baktık, bugün ne kalabalık. Ve sen de, ve ben de uzun zaman önce kaçtığımız kalabalıkların esiri olmaya başladık.
Şimdi avazın çıktığı kadar gül.
Kötü yanına uzan, iyiliğini öldür.
Çünkü sen de iyi olmayı denemiş kötülerdensin.
Çünkü sen de iyiliği çok sevmiş ama kötü aldatılmıştın.
Şimdi dön geriye iyiliğinden. Hoşlandığımız çocukları sevdiğimizi sandığımız günler geride kaldı. Çocukluğuna sarılmak bile kurtaramayacak seni. Gözünün görmediği, elinin ittiği, öylece bir başına bıraktığın o sarhoşluğumu özleyeceksin.
Şimdi geceni de al git, ben bir şekilde çıkarım sabaha.
"Güneş battı, hissettin mi?"
NATÜRMORT AŞK
Mevzu karaya vurdu. Nabız sıfır. Kargalar da üşüşür birazdan başımıza. Gazete kağıdıyla kapatırlar yaşadıklarımızı, geriye kalmaz hiçbir iz.
Sahi, insan kalabalıktır. Sen bu kadar yalnız kalmayı nasıl başardın? Nasıl bir aşkla sevdin onu? İyi dinle beni, şimdi ayrılırsak bir daha hiç tanışamayacağız. Boğazımıza kadar siyaha batmışız. Zevksiz bir gökkuşağının altında isim şehir oynamışız. Benim isimlerim senin şehrin, senin şehrin benim adımın önüne gelmiş, öylece bırakmışız kağıdı kalemi.
"Ben yine saçma sapan hikayelerle doldurduğum bavulumu alıp yola çıkıyorum. Sen aşkını mutlaka dolara çevir."
KAZ AYAKLARI YAŞIMDAYIM
Ne anlattım?
Ne anlatacaktım?
Zaten ne anlatabilirdim?
Şunca zaman aşk deyip durmuşum.
Gece açık bıraktığım penceremden içeri düştü dünüm.
Dün ne güzeldi. Keşkeye dayalı şarkıların, detone olmuş sesi ben, notasına yanlış basan sendin. Ama biz, isimlerimizin yan yana gelişinden bile en iyi arabesk şarkılardan biri olabiliyorduk.
Fakat biz seninle yer bulamayıp devamlı ayakta kalanlardan olduk.
Rezervasyonları çoktan yapılmış şahsiyetsiz bir şehrin mültecileri olduk.
Arsız, ağrısız, ağıtlı günahların sevabını aradık.
Kötüye tapmanın iyiliğini okuduk.
Benim sesimden sana akan bir hiçlik olduk.
Onlar aşklarını döviz bürolarında bozdururken biz senle kalpten yedik.
Ve sen de hiç olmam dediklerine benzedin.
Ve sen de hiç yanıltmadın ya beni, teşekkür ederim.
Dünüm penceremden içeri düşerken bugüne uyandım ben.
Yer çekimine girdiğim gözlerinin ölümünü izledim.
Derhal iki mısra siparişi daha verdim.
Bol su içersem geçebileceğine inandığım baş ağrımın sonundaki ağrıyı sana bıraktım. Başımı aldım gittim.
Dilerim ki sen de bir gün iyileşmeye uyanmak istersin.
Dilerim senin de bir gün açık kalan pencerenden içeri bugünün düşer ve sen kabusundan uyanırsın dünlerinin…
Artık toparlanmalıyım. Noktamı az önce koyduğum yerde bulamıyorum.
Son yudumu alıp cümlemden, öznesini bulaşık makinesine yerleştirip çıkmalıyım. Off, nerede bu nokta? Her harfe birden fazla yalnızlık düşmeye başladı. Kırılan avuç içlerim uyuşmaya başladı. En iyisi, ben sana üç noktalarımdan birini emanet edeyim. Nasıl olsa sen kaldığın yerden devam edersin de ben yine yol üstünde bir yerde inerim kendime.
Hadi pencereleri kapat. Koridordaki ışıklardan biri açık kalsın. Kedinin mamasını da unutma.
Hadi git, ben de az önce gittim.
Bir gün seninle bu sahte şehrin sokaklarına sığabilmeyi diliyorum.
SEN HEP HOŞÇA KAL
Geç kalan ama güç olmayan teşekkürüm; gecemi şenlendirdiniz, iyi de ettiniz.
Aklı hür, vicdanı hür herkese minnettarım. Ben diye bildiğim ne varsa elinizin emeği, gözünüzün nuru. İyi yaşamak olsun payımıza düşen. Siz hep hoşça kalın ki ben ne zaman dönersem hoş bulayım.
Daha az eşyayla daha çok yol yap.
Daha az fikirle daha çok bil.
Yaz dediğin kaşla göz arası.
Bir bakmışsın gelmiş eylül.
Çok şey değişebilir bir eylül ayında ve hiçbir şey değişmezken bir eylül ayında, eylülün kendi değişir biz ağustosun yalancısı oluruz.
Ölmeyip sağ kaldığım çok yaz gördüm. Senin de nicesine olur umarım, umarım çok yazlar görürsün.
Ben şimdi eylüle çıkacak bir ağustos ayının yalancısıyım.
Bu yaz yeterince sıcak yapmazsa havalar üşütme sakın.
Sırtını açıkta bırakma.
Ellerin?
Umarım bir eylül akşamında yine ellerim olur…
Ve biliyor musun; bir kocaman hayalin gerçek olacakmış. Oz büyücüsüne sordum.
Veda.
Yazan: Tuğba Badal