Güncelleme Tarihi:
Hikayesini bildiklerinin rüyalarına da ortak olursun. Ruh göçü olur. İçi aşk, dışı savaş dolu.
Sporla ilgili bir şeyler yapmak ya da aniden gülmek gibi hayallerimiz vardı. Kim gelişiyle mutlu ediyorsa öyle mutlu... Beceremedik. Mesela sen, kaç vedadan geliyorsun? Herkes birbirinin eski ağrısıyken, sen hangi vedayı sahipleniyorsun? Kalmak, gitmeye kalkışmaların en güzel intikamı. Peki ya sen, ağız tadıyla gidebildin mi hiç?
YÜZÜMÜ KARA ÇIKARMA AKLIM!
Hakkımızda hayırlısını dilemekten elimizde hiçbir hakkımızın kalmadığı, iyilik dilemekten ciğerlerimizin solduğu günlerdi. İnsanlığın soyu tükeniyordu. Biz de inadına meye düşüp, dans ediyorduk. Biliyor musun, kumrular da maviydi o zamanlar. Neyse, ne diyordum? Meye düşüp önce dans ediyor, sonra kahrediyorduk…
Tam o günlerde, bir kere de yazı uçsun söz kalsın dedim, vazgeçtim. Evet, kısa bir zaman önceydi, vazgeçtim. Oysa güzeldi… Kelimeleri yan yana getirsek güzel bir şarkı bile olabilirdik. Ama vazgeçtim. Eski ağrıları hatırladım. Bir adı olmayan, bir zaman sonra evrende kaybolup gidecek ama bana yine ağrısı kalacak bir aşktan bu defa önce ben vazgeçtim. Kalsaydım ne olurdu diye düşünmedim hiç. Öyle, sokağın ortasında, “Bitsin!” dedim. Korkularımın esiri oldum. Sen de öylesin! Hepimiz bir önceki ağrıdan yanan kalbimizi, bir sonrakinde üfleyerek yiyorduk. Ben de verdiğim kararın arkasında durmayı, güçlü olmayı diledim. Sonra içimden defalarca şu satırları okudum;
“İnan adaletli değil hiçbir alışveriş. Bu uzaklıklar bakışlarından geriye kaldı. Yine de trenin sesini duy diye fısıldayacağım. Ankara Expresi satırlarıma girerken ilk kez seni sevdiğimi söyleyeceğim. Güçlü ve güzel kalmalıyım: Kışın, yazın ve daha çok hüzünlü sonbahar geceleri. İnan dokunduğum bir koku bu; ellerime inan... Hiç ağlamadığın bir şey mi yoksa sana anlatmaya çalıştığım... Doğruyu söyle... Çünkü benim için bir gün kızıl bir sabahtı. Kırmızı paltolu bu küçük kızı kimsenin gözü bir yerlerden ısırmıyordu. İnanabilirdin o zaman kanatsız bir melek olduğuma. Yüreği taştan bir kaderin esiriydim ve yakabilirdim tüm kenti...”
Umay Umay
BEN DE ALDATILDIĞIMI MAGAZİNDEN ÖĞRENDİM
Açlıktan kalbimizin koktuğu günlerdi. Biraz daha kalsın diye zamanın müptelası oluyorduk. Olsun, siyasetten bile zerre anlamadığımız halde siyasette aktif rol alıyorduk. Saati Türk Lirası’na endeksli figüranlarken, birkaç afili laf ettik diye diyaloglu sahnelerimiz bile oluyordu. Günler bir öncekini aratmayacak hainlikte geçerken, çığlık gibi aşk dileniyorduk. Dedim ya, içimiz kokuyordu ve ne olduğunu anlayamadığımız bir hayat mevzusunda akışına gidiyorduk. Biz bir çaresini yeni bulmuştuk aslında ama hemen adımızı akşamcıya çıkardılar. Çıkarsınlar be! İhanet dolu sabahlara uyanmaktan iyidir akşamcı olmak. Yalanın küfürden daha ağır geldiği öğleden sonralarından da iyidir.
Eski ağrılarını hatırlayanlar vazgeçerler. Kokusunu bir şehir uzaktan alırlar ihanetin. Bir hikayeye daha konu olmak istemez. Kahramanlar ölmez ama konular ölür. Ölenden olmak istemez, vazgeçerler. İçindeyken göremediklerini, hoşça kal zamanında anlarsın. Benim de öyle oldu.
ÇİMLER POZİTİF CANLILARDIR
Ölmeyip sağ kaldığımız kaçıncı yaz? İtiraf ediyorum, daha güzel günlerim oldu benim. Ama bu ağrılarla gelen vazgeçişlerin güç sandığım korkaklığından sıkıldım. Bu kış, bu eski ağrılar bitsin artık. Çıplak ayak çimlere basalım, çıplak göz göğe bakalım. Çimler pozitif canlılardır hem. Bu eski ağrıları terk edelim. Kış gibi uzun olmasın, yaz gibi göz açıp kapayıncaya geçsin.
Merhaba bunu okuyan. Gülmeye münasip sebeplerin, kırgınlığı bitirecek kelimelerin, kötülüğü affeden sevgin çok olsun. Kendine ve bize iyi bak. Öptüm, sarıldım.
Yazan: Tuğba Badal