Güncelleme Tarihi:
İsminizin önünde birçok unvan var aslında. Uzun yılardır reklam sektöründe olmanızdan kaynaklı birçok işin altında da imzanız var. Siz en çok hangi işi yaparken iyi hissediyorsunuz ve kendinizi nasıl tanımlamayı tercih ediyorsunuz?
Ben en çok fotoğraf çekerken ve fotoğrafta doğal ışıklarla iş çektiğimde kendimi iyi hissediyordum ama şimdi ilk sinema filmim ile artık bir öyküye can vermek beni çok daha iyi hissettiriyor. Kendimi; yazan, tasarlayan, yöneten ve oynayan olarak tanımlayabilirim. Bunu açarsam kendi yazdığım bir öyküyü senaryolaştırıp oradaki çok iyi analiz ettiğim bir karakteri oynamak ve tüm öykünün duygusunu alabilmek için tüm seti ve oyuncuları yöneten, sonunda da başarı için hırslanan biri olarak tanımlayabilirim.
Rus’un Oyunu ile karşımıza çıkmaya hazırlanıyorsunuz. Filmde yazan, yöneten ve oyuncu olarak yer alıyorsunuz. Ayrıca film Türk sinemasında birçok yeniliğe imza atacak gibi gözüküyor. Biraz filmden bahseder misiniz?
Filmim Rus'un Oyunu kesinlikle ve kesinlikle Türk sinemasına yeni bir tat, yeni bir tarz getirecek ve dünya standartlarında öykülere ve görsellere imza atabileceğimizi gösterecek bir film. Bu film ile hem seyircimiz görecek ki batıyı gözümüzde büyütüp onlara imrenmemize gerek yok, sinema sektörü de görecek ki sadece köy de kasaba da prodüksiyon yapmamıza gerek yok! Gerektiğinde dış ülkelere gidip oralarda da sahneler çekebilecek gücümüz var.
Rus'un Oyunu Rusya-Hong Kong ve Türkiye üçgeninde geçen ve bir Rus profesörün kızı için Türk bir iş adamına oynadığı haklı bir oyunu anlatıyor. Filmin ana teması bir Türk atasözüne dayanıyor o atasözü ise "ne oldum değil ne olacağım demek lazım…"
Sizin üniversite yıllarınız nasıldı? Henüz öğrenciyken de bu kadar büyük işlere imza atacağınız belli miydi mesela hocalarınız, arkadaşlarınız “Bu çocukta iş var.” der miydi? Şimdi yaptığınız bunca iş yalnızca üniversite okuyarak yapılması mümkün değil. Sizin, üniversiteden bugünlere uzanan kariyeriniz nasıl bir seyir izledi?
Benim bugünleri planlamam üniversite yıllarından önce lise yıllarına dayanıyor. Ben Kabataş Erkek Lisesinde okurken daha fotoğrafçı olmak ve sinema çekmek istiyordum fakat o yıllardaki eğitim sistemi beni mühendislik fakültesine yönlendirdi ve mühendislik okudum ama bölümümü sevmediğim için hem bir reklam ajansında çalıştım hem de okudum. Dersler bitince okuldan çıkar işe giderdim. Anlayacağınız beni kimse yönlendirmedi kendim bilinçli bir şekilde sanat ve görsel ağırlıklı sektöre girdim o yıllarda.
Bir yönetmen olarak gençlere “Mutlaka izlemelisiniz”, dediğiniz üç film, bir yazar olarak “Okumalısınız” dediğiniz üç kitap ve tüm kariyeriniz açısından ilham veren üç albüm hangileri?
Kesinlikle önerdiğim 3 film başta "Bir Zamanlar Amerika " "Eşkiya" ve "Akıl Oyunları" kitap olarak muhakkak bir tane Dostoyevski "Suç ve Ceza" Victor Hugo "Sefiller" ve Hekimoğlu İsmail'in "Minyeli Abdullah". Müzikte ise 3 albüm öneremiyorum çünkü her müzik kendi duygusunda güzel ve her müzik dinlemeye değecek kadar etkili benim için…
İletişim sektöründe var olmak kolay değil. Birçok üniversiteli bulunduğunuz pozisyonun hayalini kuruyor. Bu sektöre hevesli gençlere önerileriniz neler olur?
Bu işe yani fotoğrafçılık, veya sinemaya ilgi duyan gençlere tavsiyem bakmak ile görmek arasındaki farkı anlamaları ve anladıktan sonra bu konunun üzerine gitmeleri! Yani açarsak ne zaman, nerede ve ne şartta olurlarsa olsunlar bulundukları an itibari ile baktıkları şeyleri analiz edip o baktıkları şeylerin içindeki detayları ve güzellikleri görüp hafızalarına yerleştirsinler. Hafızada biriken birikimler ileride onların işine çok yarayacaktır. Renk ve ışık bilgisi edinsinler. Allah'ın muhteşem kainatını anlayarak her andan zevk alıp o ana bir anlam yüklesinler! Böyle olurlarsa yaratıcılıkları gelişir ve öngörüleri artar.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı