Güncelleme Tarihi:
Avustralyalı kanun kaçağı, polis katili ve çete reisi Ned Kelly, zamanla ikonik bir figüre dönüşen popüler bir halk kahramanı oldu. İrlandalı kökenleri itibariyle İngiliz uzantılı sisteme karşı başkaldırısı, sınıfsal savaşı onu ‘Robin Hood’vari bir motife dönüştürdü. Belki iyi bir yazım tekniğine ve ifade gücünü sahip değildi ama düşüncelerini ve yaşadıklarını kaleme almayı başarmıştı. Geride bıraktıklarından ‘Jerilderie Mektubu’ olarak adlandırılan metin, kimilerince bir ‘komünist manifesto’ydu. Bugünden bakıldığında ise Ned Kelly bir grup tarihçiye göre bir halk kahramanı bir başka gruba göre de hiçbir özel statüyü ve sevgiyi hak etmeyen bir katil...
Kısa süren bir hayatın içine sıkıştırılan onca olay ve ayrıntı, kuşkusuz sinemanın ilgisine mazhar olacaktı. Nitekim bu ilgi çekici hikâye yolun çok başlarında, 1906’ta sinema tarihinin ilk uzun metrajlarından biri sayılan ‘The Story of the Kelly Gang’ adlı filmle perdeye taşındı.
2020’deyiz ve bir kez daha 1800’lerin iki yarısına uzanarak sistemin kendilerini biçtiği rolün üstesinden gelmeye çalışan ve bunu ancak kanun dışı olarak gerçekleştirmekten başka çaresi olmayan genç bir adamın yaşadıklarında geziniyoruz. Justin Kurzel imzalı ‘Kelly Çetesi’nin Gerçek Hikâyesi’ (True History of the Kelly Gang), yetişkin Ned Kelly’nin çocuğuna seslenişler ve gelecekte kendisini değerlendirirken ele alacağı kriterleri işaret ettiği ifadeler de içeren metinden (‘Jerilderie Mektubu’ yani) alıntılar eşliğinde açılıyor. Peşi sıra haydudun çocukluğuna dönüyor ve ne tür koşullarda yetişip, nasıl ve neden kanun dışına çıktığını, hangi haksızlıklara isyan ettiğini ve mücadeleye karar verdiğini izliyoruz... Nihayetinde de parantez kapanırken çizgi dışı bir hayatın neredeyse bütün izlerini sürerken Ned Kelly’yi ve seçimlerini anlayabiliyoruz.
Film, Peter Carey’nin ‘Man Booker’ ödüllü, 2001 tarihli aynı adlı romanından Shaun Grant’in uyarladığı senaryodan çekilmiş. Perdede 2 saat 4 dakika boyunca Ned Kelly’nin çocukluğuna, babasına, güçlü anne figürüne, Harry Power tarafından yetiştirilerek suç dünyasına adım atışına, gençliğinde boksör olarak ringlerde boy göstermesine, polis memuru Fitzpatrick’le bir randevuevinde tanışıp dostluktan ayrı noktalara düşmelerine, kardeşleri ve yakın arkadaşı Joe Byrne’le birlikte çete kurmasına ve nihayetinde acılı sonuna doğru yol alışına tanıklık ediyoruz. Bütün süreçte ‘Macbeth’ ve ‘Assassin’s Creed’ gibi filmleriyle tanıdığımız Justin Kurzel, son derece dinamik ve etkileyici üslubunu -kahramanın kaotik hayatını daha iyi resmetmesi bakımından gren tonların ağırlıklı olduğu bir görsellik eşliğinde- karanlık bir atmosferle beslemiş. Öykünün ana damarı ise anaerkil bir ailede yetişen Ned’in, son derece güçlü bir kadın motifi olarak öne çıkan annesi Ellen Kelly’ye duyduğu olağanüstü sevgi ve bağlılık üzerinden biçimleniyor. Ana-oğul arasındaki zaman zaman uçlarda gezinen bu bağ, Ned Kelly’yi bir anlamda ayakta tutan en önemli motivasyon kaynağına dönüşüyor.
Russell Crowe, filmde Ned Kelly’nin ustası olan emektar soyguncu Harry Power’ı canlandırıyor.
Yönetmen: Justin Kurzel
Oyuncular: George MacKay, Essie Davis, Nicholas Hoult, Charlie Hunnam, Russell Crowe, Orlando Schwerdt, Thomasin McKenzie, Sean Keenan, Earl Cave, Marlon Williams, Louis Hewison, Ben Corbett, Jacob Collins-Levy, Claudia Karvan
İngiltere-Fransa-Avustralya ortak yapımı
Görünmez adam görülür film
Optik konusunda dünyanın en yetenekli bilim insanlarından biri olan kocası Adrian Griffin’in hayatını zehir eden baskıcı yapısından bunalan Cecilia, lüks bir hapishaneyi andıran evlerinden bir şekilde kaçar ve polis olan bir arkadaşının yanına yerleşir. Genç kadın öylesine büyük bir psikolojik çemberin içindedir ki, intihar ettiği haberini aldığı kocasının hâlâ peşinde olduğunu ve izlendiğini düşünür. Nitekim kimi gelişmeler onu haklı çıkarır...
Oyuncu-yönetmen Leigh Whannell, HG Wells klasiği ‘Görünmez Adam’a (The Invisible Man) bir kez daha el atarken öyküyü ‘optik dahisi’ koca üzerinden güncellemiş. Ama öne çıkan yan kurban konumundaki eşin, giderek yalnızlaştırılması ve ‘resmi’ kanallardan ‘akıl hastası’ konumuna getirilmesi olmuş. Cecilia ise bu durumu ‘düşmanını’ tanımlayıp paranoyak havasından kurtulması ve cesaret kazanmasıyla aşmaya çalışıyor.
Yönetmen Whannel, tıpkı bir önceki filmi ‘Upgrade’de olduğu gibi iyi başlayan koşunun sonunu pek getiremiyor. Öncelikle kökleri eskiye dayanan bu bilimkurguyu çağdaşlaştırırken günümüz teknolojisinin çelişen yerlerin üstesinden gelinememiş; mesela bir ‘ısı termal’ aracı sorunları çözebilirdi! Ama zaten yukarıda da belirttiğim gibi yönetmenin kendi kaleme aldığı senaryo, ana karakterin psikolojisine ve dönüşümüne odaklanmış.
Yazar : Uğur VARDAN