Güncelleme Tarihi:
İki insan birbirini sevdi diye onca masrafa girip, bir de akşamına neden halaya duruyoruz acaba?
Düğünlerde keramet vardır sözünden yola çıkarak “sıra sana geliyor bak” baskılarına neden maruz kalıyoruz? Tamam siz evlenin. Mesela siz ikiniz evlenseniz sadece o, düğünden sayılmıyor mu?
DÜĞÜNCÜLÜK
Bir düğün sezonunu daha geride bıraktık. Sahi, düğünler neden oluyordu? Düğünlerin esas oğlanıyla esas kızı gelin ve damat iken mevzu neden hep bekarların başına patlıyordu? Düğüncülük diye bir şey var. Sezon boyunca düğün düğün gezenler var. Mesela siz, bu sene kaç düğüne katıldınız? Bakın kısaca bir hesap yapalım hemen. En az bir çeyrekten hediyenizi aldığınızı varsayarsak, çeyrek altının bu yazıyı yazmaya başladığım andaki alış fiyatı iki yüz kırk dört lira 10 kuruş. Yine aynı hesapla kadınların düğüne gitmeden önceki kuaför masrafını da buraya eklersek, aşağı yukarı üç yüz lira yapıyor. Yeni bir elbise, takım falan da almak istersek bizim hesap dört yüz liraya kadar çıkıyor. Durun daha bitmedi! Düğünün yemeli içmeli olduğunu da hesap edersek taksiye vereceğimiz ücretiyle şu ana kadar cepten yediğimiz para dört yüz elli lira oldu. Peki neden? Marsta koloni kurulacak ama bu gelenek hala devam ediyor. Kocaman maket bir pastayı kılıçla kesmek nedir mesela? Bildiğin kılıç yahu. Arya Stark'ın iğnesi gibi hem de. Neresinden baksanız saçma yani. Aile büyüklerinin mürüvvet duygusallığına karşı koyamıyoruz. El aleme rezil olmayalım diye yapılan masraflar, dünyanın en saçma işi değilse, bilemedin üçüncüsü. “Allah mesut etsin” tarzı güzel bir mesajla konuyu kapatabilsek keşke. Ama yok… O düğünlere gidilecek, o düğüncülük teşkilatına girilecek. Bu da bizim bu dünyadaki ulvi görevlerimizden biri demek ki.
KOMPARSİTA’DAN DAMAT ALAYINA
Komparsita; gelin ve damadın nikahtan hemen sonra yaptıkları ilk dans. En baba marjinal kişisinden, “Ben düğün sevmiyorum yeah! Nikahtan sonra dağılırız”cılara kadar, toplumda kendini ayrı bir yere koyan herkesin başına gelir damat halayı. Hiç olmadı bir kasap havası. Ritmini yakalarsan en keyiflisi de damat halayı bak.
Düğünlerin sonu da hep aynıdır. Oynamaktan bitap düşmüş kadınların ellerinde ayakkabıları, erkeklerin terden üstlerine yapışmış beyaz gömlekleri… Bu son dakikaların en trajik olanıysa “Ee hadi toplu fotoğraf çektirmiyor muyuz?” Yahu halimize bak! Saç makyaj kalmamış, oynamaktan yanaklarımız al al olmuş, sen diyorsun ki, gülümse. Valla istersen sen gülümse, ben de gülecek mimik kalmadı. O işi düğünün başında yapsan olmaz mıydı? He ama takı töreninden fotoğrafa geçemedik tabii.
BALDIZ TOPUZU
Tüm bekar erkeklerin ve kadınların orada bizi beklediği söylenerek sürüklendiğimiz düğünlerde bekar kalmak zor iştir. “Ayten’ler ne takmış gördün mü?” konuları nasıl oluyorsa bir şekilde bizim bekar oluşumuza gelir. Bundan sonrası tufan zaten. Gece boyunca “Sende yok mu bi’şey? Ee hadi ama bak yaşın da gelmiş çocuuum” fısıldamalarından, dirseklerimizi çürütürcesine “Sıra sana geliyor bak,” tehditlerine maruz kalırız. Bir fırsatını bulup da konuşmadan çıkıp soluklanmak için kendimizi dışarı attığımızdaysa kapı önü düğüncüleriyle göz göze geliriz. Aynı hadiseler silsilesi burada da devam eder. Tam o esnada bize gelen bir gayretle salona dalıp “Açılın ulan ben bekarım!” diye bağırmalı. Bu gazı gece boyunca bize verenler düşünsün. Bekarım ben, evet evet ben bekarım! Böyle kendiliğinden bekar. Çapkınım da hatta. Şu an için evlenmeyi de hiç düşünmüyorum. Evlenen çiftimize bir ömür mutluluklar diliyorum. Şu çeyreğim, şu da hadi bana eyvallahım, bir sonraki düğünde görüşmek dileğiyle, esen kalın.
Yalnız damadın küçük kardeşi de pek tatlıymış. ☺
Yazan: Tuğba Badal