İzmir’den Bach’ı esirgemeseydi keşke

Haberin Devamı

 

BU satırları daha iyi yazabilmek için, bir yandan da Bach dinliyorum; 5. Süit’inden Sarabande... “Maisky, burada adetâ bir zen müziği elde eder ve sunar” diyenlerin yalancısıydım şu ana kadar. Öyleymiş; artık değilim... Kaldı ki, perşembe akşamı, Rostropoviç’in ruhu da Celsus Kütüphanesi’ndeydi... Ve ben, Rostropovich ve Piatigorski ile çalışan tek viyolonsel sanatçısı olma ayrıcalığına sahip Mischa Maisky’i ilk kez dinliyorken, yukarıdaki cümleye hayli yaklaşmıştım zaten...
27’nci Uluslararası İzmir Festivali, dünyanın en iyi müzisyenlerini ağırlamayı sürdürüyor. Israrla, inatla, görünmeyen bir inanç ve tevazu ile... İzmirli sanatseverler, geçen haftaya kadar, yaşayan çello sanatçılarının belki de en büyüğü olan Mischa Maisky efsanesini, İstanbul ve Ankaralı’lardan dinliyorlardı: “...Şostakoviç viyolonsel konçertosunu yorumlayarak dinleyenleri coşturmuş müthiş adam. Bir temiz çalmak var ki bu insanları coşturmaya yetmez; bir de Maisky gibi eserin içine girmek var...” / “...Yorumunu her dinleyişimde, parçanın sonunda derin bir nefes alıp “Amin” diyorum. Kulağımı Nirvana ile tanıştırdı...” / “...Bu kadar mı hisli çalınır? Duygusal anlamda hisli değil demek istediğim; adamın, her parçanın hissiyatına dair çok kuvvetli bir fikri var ve onu aynen anlatıyor. Boşa giden tek notası, muğlak tek cümlesi yok sanki...”

Haberin Devamı

Bir ‘doğumgünü armağanı’ydı aslında

Antik tiyatronun önünden yürüyerek, konserin olduğu eşsiz Celsus Kütüphanesi’ne doğru yürürken, hâlâ Efes’in koltuk sayısında bir sanat mekânımız, sahnemiz olmadığını hatırlamak bile, “EXPO’nun neden önceliklerimiz arasında olmadığı”nı bir kez daha hissettirdi ama geçelim...
Sahnedeki diğer misafir isim, ünlü bir topluluk... Karajan’ın “dünyanın en iyi kemancısı” dediği, Letonyalı ünlü kemancı Gidon Kremer’in (kendisine 50’nci yaşgünü armağanı olarak) Baltık ülkelerinin en iyi genç müzisyenlerini buluşturduğu Kremerata Baltica... Litvanya’dan, Letonya’dan ve Estonya’dan gelen 23 genç sanatçıdan oluşan oda orkestrası, son 15 yıl içinde 50’den fazla ülkede verdiği başarılı konserlerle tanınıyor. “Beden dilini bu kadar etkili kullanan bir orkestraya ilk defa rastlıyorum” dersem, yanlış olmaz. Unutmadan, “gülümsemek için görevlendirilmiş birkaç istisna” dışında, beylerin “Baltık dolaylarından ağır ağabey”, hanımların ise “soğuk güzeller” resmi verdiğini hatırlatalım.
Sponsorların dağıttıkları davetiyeler, (davet edilenler kıymetini anlamadığı için) her zaman bazı koltukların boş kalmasına sebep olur; Celsus’ta da aynı yazgı yinelendi... O geceyi yaşayamayanların neler kaçırdığına gelince:
Konser, Kremerata Baltica’nın seslendirdiği Çaykovski’nin “Yaylı Çalgılar Serenadı” ile başladı ve olanlar oldu; “Ağustos Böceği, kedi, kurbağa, ne kadar canlı varsa etrafta, hepsi dile geldi...” Ama doğanın, bu “metronom kaygısı taşımayan teklifsiz partisyonu”, müziğe çeşni kabilinden birkaç dakikalık hoş bir katkı yaptıktan sonra, yine bir sürpriz olarak sönümlendi.
Ardından (Paganini’nin karakalem portrelerini andıran karizmasıyla) Maisky, “Romantikler”den Schuman’ın ‘Viyolonsel Konçertosu’nu çaldı. Konserin ikinci bölümü Letonyalı çağdaş besteci Peteris Vaks’ın “En trajik eserim” dediği ‘Musica Dolorosa’ ile açıldı ki, Ulvi Cemal Bey’in abartıları tadında olduğunu söylemek zorundayım (?!) Finalde izleyicileri, orkestra ve Maisky’den unutulmaz bir Çaykovski yorumu bekliyordu; “Çello ve Orkestra İçin Rokoko-Varyasyonları...” Şanslı bin kişinin “bis isteyen alkışları”na, Kremerata Baltica ve Maisky yine Çaykovski’nin 4 numaralı Noktrün’ü ile teşekkür etti.
Yazının sonuna geldim. Yatsı ezanı okunuyor... Elim ister istemez, “Ertan Tekin, Murat Aydemir ve Çağ Erçağ”ın KALAN Müzik’ten çıkarttıkları albüme uzanıyor: “Itrî&Bach.” Aynı yüzyılda yaşamış fakat farklı coğrafyalarda zirve yapmış iki dahi, iki mihenk taşı. “Bach’ın hayatı ne kadar detaylı biliniyorsa, Itrî’nin hayatı bir o kadar gizemli. Bach’ın günümüze ulaşan eseri ne kadar çoksa, Itrî’nin bir o kadar az... Onları birbirine bağlayan kuvvet, müzik sadece müzik...” notuna ilişiyor gözüm. İzmir Festivali’nin coşkusunu ayakta alkışlıyorum...

Haberin Devamı

 
“Edep sahibi biri” bu işlere ne derdi?

DAHA önce de yazmıştım (*); 20’nci Yüzyıl’ın, en büyük çello sanatçılarından biri kabul edilen Mstislav Leopoldoviç Rostropoviç, 75’inci doğumgünü için hazırlanan albümün iç kapağında, bir soruyu, gülümseten bir tevazu ile şöyle yanıtlıyordu: “Bach’ı çok severim! Ama eserlerini çalmaya, daha birkaç yıl önce cesaret edebildim...” Herkes biliyordu ki, 2007’de dünyadan ayrılan büyük usta, doğruyu söylemiyor. Kendini usta ilân etmek, aslında, “Daha değilim” demektir. İşin büyüsünü bozmayın. Usta olduğunuzu siz söylemeyin; başkalarına bırakın...
(*) “Hata Üzerine Çeşitlemeler” / Nihat DEMİRKOL / Beyaz Yayınları / İstanbul, 2009

Yazarın Tüm Yazıları