Güncelleme Tarihi:
Haritamda bir kırmızı nokta daha olacak. Her gittiğim yerin üstüne kırmızı bir nokta koyduğumu, sonra o noktalara bakıp düş yolculuklarına çıktığımı belki biliyorsunuzdur. Haritamın bir bölümü gelincik tarlası gibi oldu. Bunca yıldan beri yollardayım, haritanın üstünde hâlâ gelincik bitmeyen boşluklar var. Dünya ne kadar büyükmüş meğer!
KISA HABERLER Yaz geldi, Hatay’ın pazarları, sofraları şenlendi Bozcaada şarap günlerine hazırlanıyor |
Hava kapalı. Dahası, bulutlar, vapur bacasından çıkan duman kadar siyah. Bir süre sonra tüm sularını tam üstümüze boşaltıyorlar. Önümüzde su perdesi oluşuyorlar. Zavallı silecekler! Sağa sola gidip geliyor ama yetişemiyor. Camın önünden bir şelale akıyor sanki. Kırkikindi yağmurları bu kadar şiddetli yağar mıydı? Güneşli bir yolculuk düşlemiştim, yağmurlu bir başlangıç oldu.
Camlar buğulanıyor. Zaten su perdesinden etrafta bir şey seçilmiyor. Kafamı cama yaslayıp uyumaya çalışıyorum. Nafile bir gayret. Biliyorum ama inatla gözlerimi kapatıyorum.
SİHİRLİ GÖRÜNTÜLER
Sonunda yağmur insafa geliyor. Bulutlar hâlâ koyu gri ama yağmur diniyor. Bir süre sonra da Como Gölü görünüyor. Minibüsüncamına sihirli görüntüler yansıyor. Zirvesi sivri dağların tam ortasında beyaz bulutlar uzanıyor. Aşağıda kırmızı damlı evler, kilise kuleleri seçiliyor. Koyu gri bu göle hiç yakışmamış. Yol daracık ve virajlı. Bir yanda dağ öte yanda göl var. İki araba yan yana zor geçiyor. Şoför her virajda klaksona basıyor.
Dağlar, masallardaki dağlara benziyor. Bulutlarla sarmaş dolaş, ıslak.
Döne dolaşa sonunda Bellagio kasabasına geliyoruz. Dar sokaklardan ilerlerken şoför bana bakmadan, “Burası Como’nun incisidir” diyor. Sesinde gururlu bir tonlama var. Buralı mı acaba? Ve otel; Grand Hotel Villa Serbelloni. Como Gölü’nün üç bacağının birleştiği yerdeki bu kirli sarı bina oldukça yaşlı. Geçmişi 1873’e dayanıyor. Lobiye girince kendimi sarayın kabul salonunda sanıyorum. Tavan neredeyse beş metre yükseklikte. Etrafı altın varaklarla süslenmiş dev bir ayna salonu süslüyor. Bej, vişneçürüğü, koyu sarı kumaşlarla kaplı berjer koltuklar çok davetkâr. İnsan o rahatlığın içine gömülmek istiyor. Yerler, gri damarlı beyaz mermerlerle kaplanmış. Tavandan sarkan koca kristal avize pırıl pırıl yanıyor.
Nihayet odamdayım. Huzurlu bir görüntü var. Yeşilliklere bakıyor. Camları açıp, kuş seslerini içeri davet ediyorum.
Gece yağmur, duruyor, yağıyor, duruyor, yağıyor. Palmiyelerin bel kırmasına bakılırsa rüzgar hâlâ öfkeli. Göl yanı başımda ama göremiyorum. Gözlerim karanlığı delemiyor. İlk kadehten sonra yağmur, rüzgâr, karanlık güzelleşmeye başlıyor. Hüznümü gören garson, kulağıma havanın yarın güneşli olacağını fısıldıyor. İnternetten öğrenmiş.
NAPOLYON’UN VİLLASI
Ertesi gün. Dünkü karanlık gri gün, pırıl pırıl güneşli güne bırakmış yerini. Havanın güzel olduğu, kuşların seslerinin neşesinden belli. Como Gölü’nün gerçek yüzünü kahvaltı masasında görüyorum. Boncuk mavisi suların üstünde minik dalgalar oynaşıyor. Karşıdaki zirvesi sivri dağlar meğerse yemyeşilmiş. Evler kıyıya kümelenmiş. Tepelerdeki yalnız evler çok çekici. Onlardan birisinde oturmak isterdim. Zirvede küçük bir kilise var. Bir kayanın tam ucunda. Papaz, acaba bu muhteşem manzaranın tadını çıkarıyor mudur?
Gölün güney ucundaki Como kentine gidebilmek için vapura biniyorum. Ortasında bacası olan eski bir vapur. Hiç acelesi yok. Bir kıyı senin bir kıyı benim köylere uğraya uğraya gidiyor. Tam bana göre bir yolculuk. Gölü, kasabaları, dağları, villaları seyrede seyrede gideceğim. Amerikalı turistler ağırlıkta. Çoluk çocuk gelmişler. Gürültüleri gölün romantizmine çizikler atıyor.
Gökyüzünde, kaymak gibi lüle lüle bulutlar var. Güneşli ama gölgesi üşüten bir gün. Evler sahile sıralanmış. Tepeler ormanlık. Amerikalı turistlerin rehberinden bilgi çalıyorum. Karşıdaki büyük beyaz Villa Melzi d’Eril’de Napolyon bir süre yaşamış. Kim bilir ne şampanyalar patlatmıştır göle karşı. İngiliz ve Fransız bahçeleri birbirleriyle yarışıyor sanki. Evlerin damını örten kıpkırmızı Marsilya kiremitleri, gölün mavisine, dağın yeşiline çok yakışmış.
Tremezo kasabasına yaklaşırken, Amerikalı turistler birden geminin sağına doğru yöneliyor. Rehbere kulak veriyorum. Önünden geçtiğimiz muhteşem villada George Clooney oturuyormuş. Binlerce kare fotoğraf çekiliyor. Ben de çekiyorum. Adam kalabalıklardan kaçmak için bu cennete sığınmış ama nafile.
Herkesin gözü üstünde. Bu nedenle geçen yıl satışa çıkarmış!
Mehmet Yaşin'in yazısının devamını buradan okuyabilirsiniz