Güncelleme Tarihi:
İlkbaharda Avrupa’da kısa geziler planlamak isterseniz Hollanda’nın Amsterdam, Delft, Rotterdam üçlüsü seçenek olabilir. Her yıl 23 milyon turist ağırlayan Amsterdam’da bir müzeden diğerine koşmak, konserleri yakalamak enerji gerektiriyor. Avrupa’nın en önemli liman şehirlerinden Rotterdam, her zaman renkli, canlı. Okurumuz Aynur Koç “Bu turda yorulan ruhunuzu, bedeninizi dinlendirmek için son durağınız Delft olmalı” diyor.
Amsterdam’dan sadece 50-55 dakikalık uzaklıktaki Delft’e gitmek için Merkez İstasyon’dan 27 Euro’ya günlük bilet almanız yeterli. Gideceğiniz istikamet Rotterdam’ı da içine alan Breda tren hattı. Delft’e geldiğinizde sırtınızı perona verin, sol tarafta Eski Kilise’nin çan kulesini göreceksiniz.
İşte kentin tarihi bölgesi bu kiliseyle başlıyor. Bölgenin girişi otobüsle iki durak, yürüyerek 15 dakika ötede. İlk göreceğiniz bina Prisenhof (Sint Agatha klooster), Orange Prensi William’ın devamlı kaldığı yer, bugün Belediye Müzesi. Yapının yanından geçtiğinizde karşınıza gelen dar sokak sizi adeta ışınlayıp yüzyıllar öncesine götürecek. Artık tarihi bölgedesiniz. Üzerimizde bugünkü kıyafetler olmasa zaman durmuş gibi. Kanalın bir yanında Oude Kerk Eski Kilise yer alıyor. 1246 da tamamlanan Eski Kilise’nin 1570 yılına tarihlenen 9 tonluk tarihi çanı-Trinity Bell, sadece Hollanda’nın özel günlerinde çalmaktadır. Kiliseye giriş ücret 3 euro, bu biletle Yeni Kilise’yi de gezebilirsiniz.
PAZAR MEYDANI HER ZAMAN CANLI
Şehirde ilk yerleşim 11’inci yüzyılda Delf Kanalı boyunca başlar. Duke İkinci William, 1246’da kent olmasını onaylar. Kentleşme kurallarına uyularak geliştirilir. Baş mimar Hendrick De Keyzer, geniş bir şehir meydanının etrafına yollar, meydanlar yerleştirmiş. Grote Markt Pazar Meydanı’nda 1381’de temeli atılan, inşaatı 1510’da biten Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve tam karşısındaki Belediye Binası iki önemli yapı. Aradaki geniş alandaki kafeler, hediyelik eşya mağazaları yarım gününüzü alabilir.
İlk olarak Yeni Kilise’yi ziyaret ediyorum. İsmi yeni, gerçekte eski kilise ile aralarında sadece 135 yıl var. Eski Kilise’den aldığım bilet burada da geçerli. Ancak, 109 metre yükseklikte 376 basamakla çıkılan Çan Kulesi’ni gezmek isterseniz ayrıca 20 Euro ödemek gerekiyor. Kilise geçmişte pek çok felaketle karşı karşıya kalmış. Yangın ve Kruithuis patlamasında vitrajları parçalanmış. Kilisede Williem van Oranje’ın (Sessiz William) mezarının yanı sıra Hollanda Kraliyet Ailesi’nin mezarları da bulunuyor. Orange prensi William, 1618’da İspanya’ya karşı Hollanda’nın bağımsızlığını alan kahraman. Bugün Hollanda bayrağında turuncu renk yok ama spor karşılaşmalarında giydikleri turuncu formayla bu aileye olan saygı ifade edilir.
Yeni Kilise’den kentin doğu kısmına doğru yürürsek, yollarda hem güzel heykeller, birbirinden güzel lalelerle bezenmiş parklar, taş köprüler görürüz. Baharın uyanışı tüm renkleriyle kanallar üzerinde. Renk cümbüşüne kapılıp, Vrouwenregt adlı kanalın sağ ve sol tarafında sıralanan tarihi evleri görmeden geçmeyin. Ben Delft’te en çok Oosport, yani Doğu Kapısı’nı görmek istiyorum. Meydandan yaklaşık 15- 20 dakikalık yürüyüşle buraya ulaşıyorum. Geçmişin kale duvarlarından günümüze kadar kalabilen kısmı, kent ile kanalları birleştiren Doğu Kapısı. Kapı 1400’lere tarihleniyor. Yanında iki güzel kule var.
Kanal kenarındaki banklara oturunca insan bu kuleden Rapunzel‘in çıkıp, şaçlarını aşağıya sarkıtıp sevgilisi yukarı çekmesini bekliyor. Kapı şimdilerde özel mülk. Demek ki turistik yerleri özelleştirme tüm ülkelerde geçerli. Aile kapıya çok iyi bakıyor, içinde sanat galerisi var, kendileri de burada yaşıyor. Etraf tertemiz. Yayaların yanı sıra bisikletlilerde kapıdan geçebiliyor. Kanal üzerindeki kuğular kapıdan kanala olan görüntüye renk katıyor. Kapıyı geride bırakıp, sokakları, binaları hayran hayran seyredip farklı bir meydana Beesten Markt’a geliyorum. Artık güzel bir yemeği hak ettim.
10 EURO’LUK PORSELEN
Delft aynı zamanda mavi beyaz porselenleri ile ünlü. İşe Çin porselenlerini taklit ederek başlamışlar, daha sonra Osmanlı’da Topkapı Sarayı’ında İznik Çinilerinin kullanılması gibi, Kraliyet Sarayı’nda porselenlerin kullanılmasıyla işler gelişmiş ve ünlenmişler. Günümüzde hediyelik eşya dükkanlarında yer gök mavi beyaz porselen irili ufaklı hediyeliklerle dolu. 2 Eurodan başlayan fiyatlarla Hollanda’nın sembolu değirmenler, sabolar,magntler, kupalar, laleler, vazolar, çaydanlıklar aklınıza ne gelirse var. Taşıma kolaylığını düşünerek eşe dosta magnet, tuzluk takımı ve peynir tabağı alıyorum. Bir de gerçekten geçmişin hakiki porselenlerini satan antikacılar var, burada fiyatlar bin Euro’dan başlıyor 10 bin Euro’ya kadar çıkıyor.
Vitrinlerine uzaktan bakmakla yetiniyorum. Porselen hakkında daha fazla bilgi edinmek isteniyorsa Rotterdamseweg’deki fabrika 8 Euro’ya gezilebilir.
Günün sonunda ressam Jan Vermerr’in evini gezdim. Film kahramanına dönüşen tablosunu gördüm. İnci Küpeli Kız’ın geçtiği sokaklarda dolaşmak bende ayrı duygu yarattı. Kentte girdiğim kapıdan çıkmak üzere Belediye Müzesi’nin avlusuna geldiğimde artık karanlık çökmeğe başlamıştı. Üzerlerinde gemi, lale, yel değirmeni gibi resimlerle donatılmış 4 adet porselen elektrik direğindeki lambaların yanmaya başlamasıyla verdikleri ışıkla bana hoşçakal dediklerini hissederek, dinlenmiş, keyif almış bir şekilde Amsterdam’a dönmek için istasyona doğru yürüdüm...
HER AYIN BİRASI AYRI
Birinden güzel dekore edilmiş restoranlarda mönüler arasında fiyat farkı yok. Her yerde şarap mönüsü gelir, buralarda bira mönüsü de geliyor. Delft’te üretilen biraların yanı sıra, komşu Belçika’nın tanınmış biraları da çok talep görüyor. Ayrıca aylara göre de içilecek taps biralara ayrı mönü yapılmış. Mayıs başında giderseniz Hob Goblin-Blond, Florette-Amber, Tripelongefil-Donker içebilirsiniz. Fiyatlar 2.70 - 4.20 Euro arasında. Her bira özel tasarlanmış bardakla geliyor. Sarımsaklı karidesin yanına donker yani siyah bira söylüyorum. Gelen yemek doyurucu, birayla beraber 20 Euro ödüyorum.
VERMEER’İN TABLOSU, ZAMANLA HOLLANDA’NIN MONA LİSA’SINA DÖNÜŞTÜ
Hollanda’nın 17’inci yüzyıldaki altın çağınının önemli ressamlarından biri de Johannes (Jan) Vermeer. 1632’de Delft’te doğmuş, 1675’de ölene kadar burada yaşamış. Evlerdeki gündelik hayatı konu ettiği önemli tablolarını (Süt Boşaltan Kız, Şarap Bardaklı Kız, Gitar Çalan Kız, Memur ve Gülen Kız gibi) burada yaratmış, hatta arka fon olarak hep Delft’i kullanmış. Vermeer Centre’da ressamın yaşadığı evi bugün gezmek ve 34 önemli tablosunun orijinal büyüklükteki kopyalarını görmek mümkün. 1653’de Esnaf Loncası’nca şehrin resim ustası ilan edilen Vermeer, iki kez Delft Ressamlar Loncası’na başkan oldu.
Hollanda’nın Mona Lisa’sı olarak nitelenen tablosu İnci Küpeli Kız, 2003’te filme de konu oldu. 17 yaşındaki Griet babasının kör olmasından sonra ailesini geçindirmek zorunda kalır ve Vermeer’in evine hizmetçi olarak girer. Ressamı Oscarlı aktör Colin Fifth’in canlandırdığı filmde ilk kez Delft’i görmüş ve sevmiştim.