İlk imza sıkıyönetime ikincisi bugüne

BAŞBAKAN Özal’ın yüzü bir anda simsiyah.

Haberin Devamı

Almanya’ya resmi gezi yapıyor. O tarihteki başkent Bonn’dayız. Özal, görüşmeleriyle ilgili açıklama yapmak üzere, biz gazetecilerle sohbet toplantısı düzenliyor.

Sohbetin ortasında önüne bir kağıt bırakılıyor. Özal eğiliyor, okuyor, yüzü bir anda simsiyah.

Sıkıyönetim Tercüman gazetesini kapatmış, ama Başbakan Özal’ın haberi yok.

Gömleği üzerinden kollarına siyah kolluk geçirmiş, tel çerçeve gözlüklü, okumak için önündeki kağıdı burnunun dibine getiren bıkkın bürokrat soruyor:

“Neden attın?”

Aynı bürokrat aldığı yanıtı hiç anlamıyor, dönüp dolaşıp aynı soruyu tekrarlıyor:

“İmzayı neden attın, niçin attın, illa velakin niye attın?”

Yanılmıyorsam, Haldun Taner’in bir oyununda karikatürize edilen bu sorgu sahnesini 12 Eylül dönemi ertesinde hemen aynen yaşıyorum.

Ünlü Aydınlar Dilekçesi soruşturmasında.

SIKIYÖNETİM EGEMEN


12 Eylül sonrasında seçimler yapılıyor, iktidar seçilmiş sivil hükümete,  Özal’a bırakılıyor ama, sıkıyönetim hala devam ediyor.

5 Mart 1984 günü Türkiye bir dilekçe ile yerinden kalkıyor. Kısaca, Aydınlar Dilekçesi, orijinal başlığı, “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler”.

12 Eylül bitmiş ama, asker sonuna kadar vaziyete egemen. Tercüman gazetesinin Başbakana bilgi verilmeden kapatılması, bu egemenliğin kayıtsız şartsız göstergesi.

Seçim yapılmış fark etmiyor, bu ve buna benzer sıkıyönetim uygulamaları karşısında, başını Aziz Nesin’in çektiği bir bildiri kampanyası başlıyor.

Toplu bir bildiriye ömrümde ilk kez o zaman imza atıyorum. Bugün ise, ikinci kez.

Sıkıyönetim soruşturma açıyor, ancak hukuki hiç bir sonuç alamıyor.

DURUM HAZİN


Değişik zamanlarda, farklı nedenlerle imza kampanyaları açılıyor. Ben o kampanyalara uzak duruyorum.

Şimdi ise, Başbakan Erdoğan’ın köşe yazarlarını patronlara şikayet ettiği antidemokratik tavrın protestosuna ben de katılıyorum ve imzalıyorum.

Kişisel tarihim açısından hazin bir durum. Asıl hazin olan ise, kişisel tarihimin Türkiye’nin kaderiyle çakışması.

Bir imza sıkıyönetimi protesto için, 25 yıl sonra ikinci imza hakkıyla seçilmiş, demokratik çoğunluğa sahip bir Başbakanı protesto için.

O Başbakana ağzından düşürmediği demokratik çizgiyi hatırlatmak için. Hazin olan bu.

Sık sık demokrasiden söz etmek kolay, demokrat olmak çok zor.

Haberin Devamı

Yandaşlığın da ölçüsü var

Haberin Devamı

TALİHSİZLİĞİNE bakın ki, yazdığı yazıdan üç-beş gün sonra, yeni işsizlik rakamları toplumun yüzüne şamar gibi iniyor.

Dün açıklanan verilere göre, işsizler ordusuna 860 bin kişi daha ekleniyor, işsizlik oranı yüzde 14’e çıkıyor. Sevimsiz bir rakam.

Geçen hafta Oral Çalışlar yazdığı yazıya, “Balyoz’u bırak, işsizliğe bak” başlığı atarak, işsizliği öne çıkaranlarla, sözüm ona, dalga geçiyor.

Gerçek gündemin işsizlik ve ekonomik sorun olduğuna ilişkin görüşleri eleştirerek, bunun inandırıcı olmadığını, gerçek gündemin darbeciliği alt etme, siyaseti normalleştirme çabaları olduğunu yazıyor. İşsizliğin ön plana çıkartılmasını popülizme sığınmak biçiminde yorumluyor.

Bir zamanların emekçi kavgacısı, Mao’cu kırk yıllık arkadaşım Oral’ın bu satırlarını hayretle okuyorum. İktidara yanaşınca, fıkradaki gibi, demek ki, yukarıdan öyle görünüyor.

Kabul ediyor ama, “Türkiye kabuk değiştirirken işsizliği vurgulamak, değişime direnç göstermek, elde edilmiş imtiyazları bırakmak istememek”miş. Pes. Türkiye değişiyor, tamam da,  ekonomik sıkıntı ve işsizlik insanları kırıp geçiriyor.

İktidar yandaşlığı, varlık nedenine dönüşmüş emekten yana çizgiyi silip atabiliyor. Bunlara da, liberaller deniyor. Liberalizme hakaret edercesine. 

Yazarın Tüm Yazıları