Güncelleme Tarihi:
Sürdürülebilir istihdam son yılların en çok konuşulan konusu. Şirketler sürdürülebilir istihdam hakkında rapor üzerine rapor hazırlıyorlar. Nedir, sürdürülebilir istihdam? Çalışanın, sağlık ve refahını korurken, sürekli olarak verimli çalışmasını sağlamak; sürdürülebilir istihdam anlamına geliyor. Bu işin moda deyimi. Sürdürülebilir istihdamın bir başka boyutu daha var; o da, afetler öncesi ve sonrası istihdamın devamını sağlamak. Uzmanlar bu duruma, istihdam riskinin yönetimi de diyor. İşte bu kavram, önce 1999 Marmara depreminde, ama asıl 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli 11 ili etkileyen depremlerde karşımıza çıktı.
Önce, 6 Şubat depremleri sonrası yaşananlara bakalım. Çünkü o deprem, çalışan öğesinin göz ardı edildiğini gösterdi. Bu konuda yapılmış birçok araştırma var. Bunlardan biri ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) yaptığı araştırma. Deprem nedeniyle 150 bini aşkın iş yeri kullanılamaz hale geldi, 658 bin çalışan geçim olanaklarını kaybetti. Yine çalışmaya göre depremden etkilenen illerde 4 milyonu aşkın çalışan yaşıyor ve bunların çoğunluğu da tarım, imalat sanayi, ticaret veya diğer düşük katma değerli hizmetlerde çalışıyor.
Yapılan bir başka araştırmaya göre de depremin etkilediği illerde sigortalı sayısı 3.1 milyon kişi ki, bu da toplam istihdamın yüzde 12’ye yakının depremin etkilediği illerde olduğunu gösteriyor. Çalışanların yaklaşık yüzde 41’i Gaziantep ve Adana illerinde; depremden birinci derecede etkilenen iller arasında yer alan Hatay, Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman’da da 820 binin üzerinde kayıtlı çalışan bulunuyor. Çalışan nüfusun neredeyse yarısına yakını depremden birinci derece etkilendi. Deprem bölgesindeki iş yerlerinden depremden birinci derecede etkilenen iller olan Hatay, Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman illerinde ise toplam 71 bin 553 iş yeri bulunuyordu ve toplam bölge içerisindeki payı yüzde 34’e yakındı.
İNSAN KAYNAĞI KAYBOLDU
İŞKUR’un bir araştırmasına göre de hem işsizlik hem de göç nedeniyle deprem bölgesinde işgücü piyasasındaki dengeler tamamen değişti. Deprem bölgesinde yoğun bir göç oluştu ve bu durum işverenlerin eleman temininde güçlük çekmesine yol açtı. Bu durum depremin üzerinden bir buçuk yıldan fazla zaman geçmesine rağmen halen devam ediyor.
TEPAV’ın bir araştırmasına göre de depremin vurduğu özellikle üç ilde yüzde 30’u aşkın istihdam kaybı yaşandı. Bu oran Malatya’da yüzde 30, Hatay’da yüzde 36, Kahramanmaraş’ta yüzde 37’inin de üzerinde. Bu da deprem bölgesinde yaklaşık 800 bine yakın iş kaybı anlamına geliyor. Mesela, sadece Hatay’da, deprem nedeniyle 600 bine yakın kişi başka illere göç etmek durumunda kaldı ve göç edenlerin neredeyse tamamına yakını vasıflı işçi konumundaydı. Hataylı işadamları bu durumu, “İnsan kaynağımızı kaybettik” diyerek yorumluyor.
İŞ YERİ SAYISI YÜZDE 30 AZALDI
Yine TEPAV’ın ‘Deprem Bölgesinde Sürdürülebilir İş Gücü İstihdamı’ raporunda 11 ildeki işçi sayısının yüzde 23.6’sı (446 bin), iş yeri sayısının ise yüzde 30.2’si (66 binden fazla) azaldığı, Adıyaman, Hatay, Malatya ve Kahramanmaraş’taki daralmanın ise yüzde 50’yi aştığı vurgulanıyor. Aynı rapordan devam edecek olursak; Adana, Osmaniye, Hatay ve Gaziantep’te, 4 ilde, toplam çalışan sayısının yüzde 28 oranında azaldığı, tüm sektörlerde en çok etkilenen ilin Hatay olduğu ortaya çıktı. Tekstil ve tekstil dışı sanayi, inşaat ve tarım sektörleri başta olmak üzere diğer illerde de önemli oranda kayıplar yaşandı. Depremin etkisiyle Hatay’da çalışanların yüzde 40’ından fazlası işten ayrıldı, göç etti ya da hayatını kaybetti. Hatay’da tekstil, inşaat ve hizmet sektörlerindeki şirketlerin yaklaşık yüzde 60’ı faaliyetlerini askıya aldı. Gaziantep’te ise inşaat ve toptan-perakende ticaret sektörlerindeki firmaların yaklaşık yüzde 30’u iş yerlerini kapattı ya da faaliyetlerini askıya aldı. Yapılan araştırmalara göre de deprem sonrasında işgücü piyasasında beklenen iyileşme bir yılı bulacakken, bugün halen başta Hatay olmak üzere depremin birinci derecede etkilediği illerde tam anlamıyla toparlanmaya gidilemediği gözlemleniyor.
ÇOĞU İŞLETMENİN PLANI YOKTU
Buraya kadar bahsettiklerimiz, deprem bölgesine yönelik araştırmalar. Bir de deprem sonrası çalışma hayatına yönelik yapılan araştırmalar var. Orada da deprem endişesi nedeniyle her 5 alışandan 1’i deprem nedeniyle evini değiştirmeyi düşünürken, bu kişilerin yüzde 35’e yakının ise başka bir ile gitmek istediğini belirtiyor.
Bu, sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. Başta deprem olmak üzere şiddetli afetlerin yaşandığı diğer ülkelerde de benzeri olaylar yaşanıyor. Örneğin, Nepal depremi sonrasında 100 bin işgücü göç etmek durumunda kaldı. İşte bu durumlar beraberinde afetler sonrası işgücüne yönelik risk yönetimi ve sürdürülebilirlik kavramlarını ortaya çıkardı.
Hürriyet İK olarak uzmanlarla konuştuk. Uzmanlar, 6 Şubat depremlerinin, iş sürekliliği planlarında çalışan faktörünün önemini ortaya koyduğunu söylüyor. Uzmanlar, “Depremde önce canımız, sonra ailemiz ondan sonra da işe geri dönebilmemiz önemli. Deprem sonrasında deprem bölgesinde en önemli problem nitelikli işgücü ve bu durum hem çalışanlar hem de işyerleri için gelecek tehlikesidir. Bölgede buna yönelik planları olan işletmeler de vardı ama çoğunluğunun yoktu” diyor.
NELER YAPILMALI?
Afet ve risk yönetim uzmanları ise büyük işletmelerin acil durum planları olduğunu ancak bunun teoride ve kağıt üzerinde kaldığını, eyleme dönüşmediğini savunuyor. Dünyadaki uygulamalardan bahseden uzmanlar, “Büyük sanayi tesisleri, böyle bir deprem sonrasında hem çalışanları hem de aileleri için konteyner kentler kurarlar ve bir yaşam alanı oluştururlar. Bu iş planlarında vardı. Böylece çalışanların, aileleri ile birlikte göçünü engellerler. Özellikle tesis depremden etkilenmemişse veya daha az etkilenmişse belirle bir süre sonra çalışma hayatına dönülür. Dünyada, şirketlerin, çalışanların afetlerden daha az etkilenmesi için bu tür planları mevcuttur ve büyük bir afette hemen uygulamaya geçilir” diyor.
İş sürekliliği planlarının Türk yasalarına göre mecburi olmadığını da ifade eden uzmanlar, “Kamunun görevi vatandaşın can güvenliğidir, şirketlerin kendi sorumlulukları ise iş sürekliliğidir ve burada inisiyatif alırlar. Bir yasal zorunluluk içinde hareket etmezler” şeklinde konuşuyorlar.