Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2018 18:26
Coğrafi konum, toprak yapısı, iklim koşulları ve radyoaktif elementler gibi maruz kaldığımız doğal radyasyon seviyesinin büyüklüğünü belirleyen birçok faktör vardır. Buna ek olarak, dünya genelinde her geçen gün enerji üretimi, tıp, endüstri, araştırma, tarım ve hayvancılık gibi alanlarda kullanılan yapay radyasyona da maruz kalıyoruz. Son yüzyılda ise bu radyasyon maruziyeti, nükleer bomba denemeleri ve bazı teknolojik ürünlerin kullanımı ile birlikte artış göstermiştir.
Nükleer enerji kullanımı sonucu radyoaktif madde salınımının potansiyel tehlikeleri konusunda, en başından beri güçlü bir farkındalık vardır. Diğer endüstrilerde olduğu gibi, nükleer santrallerin tasarımında ve işletme sürecinde de, kaza olasılığının en aza indirilmesi ve kaza meydana geldiğinde büyük felaketlerden kaçınılması önceliklidir.
Sivil nükleer enerji santralleri tarihinde üç major kaza meydana gelmiştir:
• Three Miles Adası (1979): Reaktörde meydana gelen erime sonucu nükleer sızıntısı
• Çernobil (1986): Reaktörde meydana gelen buhar patlaması ve yangın
• Fukuşima (2011): Tsunami nedeniyle, reaktörlerdeki soğutmanın yetersiz kalması ve atmosfere radyoaktif madde salınımı
Son 60 yılda yapılan kanıtsal çalışmalar, nükleer enerjinin aslında güvenilir bir yöntem olduğunu ve nükleer santrallerdeki kaza risklerinin azaldığını göstermiştir. Dünya genelinde nükleer santral işletmeciliğinin temel ilkesi, operatörün iş güvenliğinden sorumlu olmasıdır. Düzenleyici kurumlar ise, santrallerin lisanslı olarak güvenli bir şekilde işletilmesini sağlamaktan ve tasarımın onaylanmasından sorumludur. Diğer önemli konu ise; düzenleyici kurumların, insanları ve çevreyi koruma zorunluluğu ve reaktörlerin tasarım sertifikasyonunun da kendi sorumluluklarında olmasıdır. Bu kurumlar arasında farklı derecelerde uluslararası işbirliği bulunmakla birlikte, kalite ve güvenlikle ilgili bir dizi mekanik kod ve standartlar da mevcuttur.
Nükleer enerji güvenliği, iç içe geçmiş pek çok faktörle sağlanır. Optimum güvenliği sağlamak için reaktör çekirdeğinin doğal özelliklerini de destekleyen, çoklu
güvenlik sistemleriyle ve “derinliğine savunma ilkeleri” yaklaşımıyla ele alınması gereken önemli noktalar şunlardır:
• Ulusal mevzuata göre saha seçimi ve düzenleyici kurumun onayı
• Yüksek kaliteli, güçlü, kanıtlanmış tasarım, imalat ve inşaat
• Operasyonel arızaları ve insan hatalarını önleyen ekipman kullanımı ve tasarlanmış güvenlik sistemleri
• Ekipman veya operatör arızalarını tespit etmek için kapsamlı izleme ve periyodik testler
• Yakıt kaynaklı hasarları kontrol etmek ve radyoaktif salınımları önlemek için yedekli ve çoklu koruma sistemleri
• Herhangi bir hasar, arıza veya kaza durumunda tesisin kendisine olan etkilerinin sınırlandırılması
• Güvenlik kültürü, işletme deneyimi, gözetim ve düzenleme
• Piyasadaki serbestleşmenin güvenlik üzerine etkisi
Nükleer enerjinin çevreye olan etkileri de özellikle nükleer santraller kurulmadan önce dikkate alınmalıdır. Nükleer enerji, çevreye karbondioksit salınımı olmadığı düşünülerek temiz enerji olarak kabul edilse de; santrallerin kurulumu ve işletilmesi, radyoaktif atıkların taşınması, yakıt olarak kullanılan uranyumun temini gibi işlemler sırasında önemli salınımlar olabilmektedir. Periyodik izleme ve bakım, kontrollü yakıt tüketimi ve atık bertarafı, eğitimli ve tecrübeli operatör istihdamı ile özellikle su ve hava kirliliği gibi çevresel riskler minimize edilebilir.
Daha temiz bir çevre ve kazasız günler dilerim.
İçerik Doğa HSE Group katkılarıyla hazırlanmıştır.