Elif ERGU - eergu@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 26, 2019 11:00
*
Müberra Gülöksüz, 8 yaşından beri ilgi duyduğu nakış üzerine 10 yıl önce eğitime başladı. Amerika, Hollanda, Hindistan, Özbekistan ve Peru’da
nakış sanatı üzerine çalışmalar yaptı. Hollanda’da Van Gogh Enstitüsü’nde eğitim aldı. 3 boyutlu nakış tekniği ve geliştirdiği geleneksel el sanatlarıyla fark yarattı. Avusturya Kültür Bakanlığı’ndan ödül aldı, Hollanda’nın en prestijli sanat vakfına davet edildi. Gülöksüz ile nakış sanatını konuştuk.
Sizin hikayeniz nasıl başladı?Benim hikayem çocukluğumdan, hatta 8 yaşında bir çocukken elime verilen örgü ve nakışlarla “Hadi bakalım yaptığın başkasına ama öğrendiğin kendine” öğütleriyle başladı. Büyüklerimden gördüm. Zaman içinde eğitim ve sonraki dönemlerde bu merakım haliyle askıya alındı. Dünyamı renklendiren bu sanata yıllar sonra tekrar dönüş yaptım.
Nasıl bir eğitim aldınız?Bunun için önce yurt içi sonra yurt dışında özel hocalardan ve okullardan eğitimler aldım. Dünyadaki birçok ülkeyi gezerek bu ülkelerin el sanatlarını ve nakışlarını öğrendim. Bununla birlikte tarih öğrenme isteği oluştu. Çünkü el sanatlarımızın, nakışlarımızın, iğne oyalarımızın, dantellerimizin geçmişi çok eskilere dayanıyor. Bu yüzden hepsinin köküne girmek istedim. El sanatlarımızın ne kadar önemli izler bıraktığını gördükten sonra Türk göçleriyle birlikte yayılan el sanatlarının tarihsel çizimini öğrendim ve öğretmeye başladım. Bu öğrenimler ve öğretimler bana üniversitelerde hocalık yapma fırsatını tanıdı. Yurt içi ve yurt dışı üniversitelerde konferanslar verdim ve öğretmenlik yaptım. Geleneksel Türk el sanatlarını tarihleriyle birlikte öğretmeye başladıktan sonra sergiler de açtım.
Sanki hayatınız bu işin peşinde geçiyor gibi…Çok ülke gezmişsiniz…El sanatlarında pratik olarak 40 yıl önce, teorik ve eğitimsel olarak on yıl önce başladım. Özellikle yurt dışında Fransa, Amerika, Hollanda, İspanya, Kuzey Afrika, Vietnam, Hindistan, Peru, Brezilya, Özbekistan’da nakış tekniklerini çalıştım. Hollanda’da Van Gogh Enstitüsü’nde boya ve renk eğitimleri aldım. Fas’ta keçe yapma ve dokuma eğitimlerine katıldım. Yurt içinde ise; Osmanlı ve Anadolu’daki tüm etnik ve yöresel nakış ve el sanatlarını öğrendim. Olgunlaşma Enstitüsü hocalarından ve tarihi kitaplardan faydalandım. Kitre Bebek ve kukla yapımını, dantel ve iğne oyalarının tekniklerini kaptım. Özellikle minyatür konusunu çok iyi öğrendim. Kumaşla, tasvirle minyatür yapabiliyorum.
Minyatür sanatı dünyanın her yerinde ilgi görüyor değil mi?Osmanlı minyatür ustalarından Levni’nin Nahıl’ını ipek kumaşlarla kırk yama şeklinde yaparak üstüne de üç boyutlu nakışlar işleyerek tamamladım. Bu eserim, Avusturya Kültür Bakanlığı’nda ödül aldı. Başka bir eserim, bir duvar halısı dünya ikincisi oldu.
Aslında bir hayalin peşinden koşmuşsunuz, hatta çocukluk hayaliniz…Kadının yaşama bıraktığı en önemli kültür mirası olan nakış sanatını hak ettiği yere yeniden getirmek arzusundayım. Türk el sanatlarının unutulan hikayelerini, el emeği göz nuru ile paha biçilemez zenginliği ve zerafetinin değerini tüm dünyaya yeniden duyurmak bana verilmiş bir görev diye düşünüyor ve o inanç ve sorumlulukla çalışıyorum. Kadın El Sanatları Müzesi kurmak için çalışmalara başladım. Amacım, Anadolu kadınının o muhteşem el sanatlarını hapsedilmiş sandıklardan çıkarmak.
İğne oyasında ciddi bir koleksiyonunuz var?Elimde en genci 80, en yaşlısı 250 olan yıllardır topladığım yüzlerce iğne oyası mevcut. İğne oyasının enteresan bir misyonu var. Eskiden köylerimizde, günümüzdeki gibi mesajlaşma olmadığı için insanların kendini ifade etme şansı ve sosyalleşme olmadığı için iğne oyası kullanılmış. Kadın, sevincini, üzüntüsünü bunlarla ortaya koymuş, içini bu oyalara dökmüş. Anadolu’da bir kadının hamile olduğunda taktığı iğne oyası farklı, kocası üstüne kuma getirdiğinde acılıyken taktığı farklı, sevdiğini kaybettiğinde bağladığı oya farklı, aşık olduğunda daha farklı.