Hamit Hamutcu - hhamutcu@smartcon.com
Oluşturulma Tarihi: Nisan 29, 2017 10:49
Farklı dönemlerde büyük zenginlik yaratan çeşitli sektörler ve itici güçler olmuş tarih boyunca.
En eskilerinden bir tanesi olan bankacılık 1400’lü yıllardaki Medici ailesinden başlayarak büyük şirketler ve hanedanlar yaratmış örneğin. Öyle ki 1800’lerin sonunda batmak üzere olan Amerikan hazinesini JP Morgan kurtarmış. Rockefeller ailesi servetini petrole borçlu ve genel olarak enerji ciddi servet yaratan bir endüstri (ülke seviyesinde de doğal kaynaklar bu etkiyi yaptığı halde politik sebeplerden dolayı Venezuela gibi fakirlikten kurtulamayan da var, Norveç gibi refah içinde yüzen de). Tüm zamanların en zenginlerinden olan Vanderbilt ailesi Amerika’nın batısının açılması sürecinde demiryolu işinden kazanmış parasını.
Bugünün itici gücü teknolojiYaklaşık 30 yıldır gelişen ve son 10 yılda baş döndürücü bir hız kazanan teknoloji endüstrisi zamanımızın en önemli zenginlik kaynağı olmuş durumda. 1980’lerde yazılım ve donanımla başlayan dalga (Bill Gates, Michael Dell ve sonrasında Steve Jobs) 2000’lerde internet ve sosyal medya ile devam etti (Jeff Bezos, Sergey Brin, Mark Zuckerberg). Dünyanın en zengin 15 insanının altısı teknoloji girişimcisi. Dünyanın pazar değeri olarak en büyük 10 şirketinden beşi teknoloji şirketi, bu rakam 2009 yılında sadece birdi. İnternet milyarderi Marc Cuban’a göre dünyanın ilk
dolar trilyoneri bir yapay zeka işinden çıkacak. Örnekleri çoğaltmak mümkün, sanırım bunun genel bir yönelim olduğu konusunda herkes hemfikirdir.
Bu yönelimin ilk ayrıştırıcı boyutu teknoloji sahibi birey ve şirketlerle diğerleri arasında açılacak ekonomik fark. Ciddi sosyal problemler yaratacağı düşünülen bu ayrışma, her ülkede mevcutta dahi sıkıntı olan gelir adaletsizliğini uç bir seviyeye taşıyabilir. Daha önceki yazılarda da kısaca bahsettiğim gibi özellikle düşük eğitim ve donanım seviyesine sahip kitleler için artabilecek işsizlik sosyal ve ekonomik bir çöküşü beraberinde getirebilir gibi oldukça kötümser senaryolar var. Evrensel temel gelir (universal basic income) bu gibi bir durumun önüne geçilmesi için gittikçe momentum kazanan bir fikir, tabii uygulamasıyla ilgili sıkıntıların aşılabileceği varsayımıyla.
Ayrışmanın diğer boyutu ise ülkeler arasındaki mücadele. Yukarıdaki daha bireysel örneklerin çoğalmasıyla nihayetinde bir üst seviyede ülkeler arasında da daha çok kazananlar olacak. Çok basitleştirmek gerekirse ana olarak yeni ve ileri teknolojiyi yaratan ve üreten tarafla kullanan (ve hatta kullanıcı dahi olamayan) ülkeler arasında bir ayrışım olarak düşünebiliriz. Tabii gerçek hayatta her ülkede bireysel ya da izole başarı hikayeleri çıkabilir ama toplamda ne kadar katma değer üretildiği, toplam faktör verimliliğinin nasıl arttığı önemli.
Mümkünse Mars’taki alışveriş merkezlerinin inşaatıyla yetinmeyelim!Ben şu anda bulunduğumuz noktada Türkiye’yi teknolojide üçüncü kategori bir ülke olarak görüyorum. İlk grupta tek başına Amerika var. Hepimizin bildiği avantajlarla başta Silikon Vadisi sonra da Boston, New York gibi şehirlerde oluşan ekosistem eşi benzeri bulunmaz bir seviyede. İkinci kategoride Almanya, İngiltere, Güney Kore ve genellikle kapalı sistem çalışmasına rağmen son dönemde dünyaya açılmaya başlayan Çin gibi ülkeler var. Bu grup belli alanlarda ön plana çıkma potansiyeli taşıyor, endüstriyel internette Almanya’nın yaptığı gibi. Bizim grubumuzun tipik özelliği temelde iyi bir insan kaynağına sahip ve bireysel başarı hikayelerini çıkarabiliyor olmasıyla birlikte, sistematik olarak teknoloji gelişim döngüsünü kuramamış olmak. Ülke olarak dünyadaki rekabet ve yaratılacak zenginlikten pay almak istiyorsak en büyük amacımız ikinci grupta yer almaya çalışmak olmalı. Ancak böyle Mars’a giden araçların elektronik aksamını ya da tarım alanlarındaki sensör, yazılım ve algoritmaları yapan bir ülke olabiliriz. Yoksa korkarım Mars’ta ormanların büyümesini, sonra buraların orman vasfını kaybetmesini, sonra da emsalin ikiden beşe çıkarak 20,000 m2 yerine 50,000 m2
inşaat yapmayı beklemek durumunda kalacağız.