Hudut tavafı

Ve, işte hudut gözüktü! Ama ibaresi değişmiş.

Mavi Avrupa bayrağının ortasında küçük harfle "Almanya" yazıyor.

Kara - kırmızı - altın bayrağın esamisi dahi yok!

Bir de, táa eskiden beri orada olan "gümrük" levhası duruyor.

Artı, eskiden mevcut olmayan bir benzinci istasyonu işaretine raslanıyor.

Fren, ániden o benziciye saptım. Bakalım, nicedir?

Ama Almanya’ya mı girdiğimizi, yoksa hálá Belçika’da mı olduğumuzu çıkartamadım.

Hem kasadaki kadın iki lisánı birden konuşuyor, hem de aynı para birimi geçiyor.

Neyse, depo ful ve tekrar esas sınır kapısına doğru yöneldim ki, aa, o ne!

Basık ve uzun eski bina yerinde duruyorsa da, daha görkemli bir yenisini inşa etmişler.

Galiba da, TIR kamyonlarını "röntgenden geçirmek" (!) için özel tesisat yapmışlar.

Oysa, önceleri kendimin pasaportsuz geçtiği sonra da başkalarına hududu "vartasız atlattırdığım" zamanlarda bunların hiçbir yoktu.

Nasıl mı geçiyordum?

Kolay canım, hemen anlatayım.

TEREYAĞDAN KIL ÇEKER GİBİ

Efendim, girişi Belçika’da çıkışı Almanya’da olan o eski uzun bina polis kontrolünden önce gelirdi ve yine söz konusu TIR’ların gümrük formalitesi için kullanılırdı.

Pasaportum mu yok? Allah iyiliğinizi versin! Bunu mu dert edineceğim?

Beni sınıra kadar getiren otomobilin sürücüsü tam kamyonların park yerinde dururdu.

Bu satırlar yazarı da arabadan çıktığı gibi, bir eli cebinde ve diğer elinde kağıt, sanki kamyon şoförüymüş de o kağıdı gişelerde tasdike götürüyormuş gibi, binadan içeri dalardı.

Benelüks ülkesi tarafından girdi miydi de, binada bakına salına koridoru kateder ve Cermanya tarafından çıkıverirdi.

Arabayı kullanan "legal kişi" ise polis kontrolünü normal biçimde geçer ve kim erken geldiyse, oradaki kantinin parkinginde dururdu.

Tekrar buluşmamızın şerefine de tezgahta ilk Alaman birayı parlatırdık.

Şerefe parlatırdık, çünkü aynasızların ruhu bile duymazdı.

Ve, iftihar etmek gibi olmasın ama, yukarıdaki yağdan kıl çeker yöntemin káşifi olan bendeniz, aslında işini gayet de ciddiye alan zaptiyenin bu "bam telini" nasıl es geçtiğine bir türlü akıl sır erdiremezdim.

Hele hele, o Baider - Meinhof cinayetleri döneminde hudut kapısına haniyse mitralyöz yerleştirilmişken ve kuş uçurtulmazken, nasıl olup da kamyon şoförleri tarafının yine böyle boş bırakıldığını hiç anlayamadım.

Zahir, o kamyonlarla ancak mermi - gülle kaçırılacağını veya kasanın altına adam saklanacağını; bunu da nasılsa TIR kontrolünde denetlediklerini düşünerek, benim gibi açıkgözlerin kasten onların gözünün içine baka baka, şoför niyetine "legalist halt" karıştıracağı akıllarına gelmiyordu.

SANKİ DİNGONUN AHIRI

Ancak tabii, burada şunu da eklemem gerekir.

Orayı geçerken, kravat gömlek ve iki dirhem bir çekirdek giyinirseniz, herhalde, çok büyük ihtimalle dikkat çekersiniz. Birisi "sen necisin" diye sorar ve yakayı ele verirsiniz.

Daha neler, bari frakla aynasızları atlatmaya kalkışın!

Hayır, pejmürde demiyorum ama, tercihen, TIR şoförlerinde adet-i veçhile olduğu üzere bir meşin ceket, bir blucin edinin ve de iki dudağınızın arasına, sönmüş bir cigara izmariti yerleştirin.

Değme polis, değme gümrükçü, değme aynasız sizi, heyüla dizelinin direksiyonunda Dover - Viyana seferi yapan kamyoncudan ayıramaz ve ister cebinizde pasaport olmasın, isterse de aynı cebinizin zulasında yarım kilo eroin bulunsun, sınırı tıpış tıpış geçersiniz.

Daha doğrusu, "geçersinizdi" demek gerekiyor.

Çünkü, ah ah nerede o "militan kahramanlıklari" (!), nerede o "dává cengáverlikleri" (!), bunların hepsi artık mazide kaldı.

Zira şimdi sınır mı kaldı? Hudut mu kaldı? Kapı mı kaldı?

Mübarek sanki koskoca Federal Alman Cumhuriyeti değil de Dingo’nun ahırı!

Tıpkı Belçika tarafındaki gibi, ortalıkta ilaç için bile tek bir polis yok!

Zaten tam önünden geçerken dikkat ettim, o eski binayı da artık ardiye niyetine kullanıyorlar.

Neymiş, yok Avrupa Birleşik Devletleri ütopyasıymış; yok Schengen Serbest Dolaşım Sözleşmesi’ymiş, yok ortak para birimiymiş, sınır mınır hiçbir şey kalmamış.

YA YENİ YETMELER?

Dolayısıyla da, dediğim gibi, şimdilerde "militan kahramanlıklar"a soyunacak olan yeni yetmelere o "kahramanlığın" en küçük harfli "k"sı bile kalmamış.

Her neyse canım, artık bunları hálá dert edinecek değilim ya! Yürü atım rahvan, tez yürü, biz haniyse yüz elli kilometre hızı hiç azaltmadan Belçika’dan Almanya’ya girmiş olduk ve "cinnet yılları tavafı"nın son aşamasını oluşturacak olan Köln’e doğru tekrar gaza bastık.

Bunu gelecek pazara bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları