Hayatın; başıma, kalbime ve ruhuma attığı taşları…

Sabahın erken saatleri… Ne olduğunu anlamadım ilk önce. Bir gözümü açtım. O an başladı her şey. Anlatılmaz bir acı, dayanılmaz bir sancı… Karnımın sol tarafına bıçaklar batırıyorlardı sanki. Batırmak ne kelime, saplayıp saplayıp çıkarıyorlardı adeta. Nefesim…

Haberin Devamı

Kendimi zorla lavaboya atıp, yüzümü yıkayıp zorlukla nefes almaya çalışarak…

 

İstifra…

 

Nasıl giyindim, hastaneye nasıl gittim bilmiyorum.

 

Acil’e…

 

Canımla uğraştığım yetmiyor ya…

 

O acıyla kıvranadururken, kayıt işlemleri…

 

Muayene için beklerken ve karnıma ağrılar saplanmaya devam ederken…

 

Nefes almanın, sağlığın, her sabah uyanabilmenin ne kadar değerli olduğunu…

Haberin Devamı

 

‘N’apacaklarsa yapsınlar, şu ağrıları kessinler de bir an önce günlük, sıradan yaşamıma döneyim’ düşünceleriyle…

 

Bıçak darbelerini aratmayan sancılar son sürat…

 

Bir yandan da şu düşünceler geçiyor aklımdan hızla.

 

O dayanılmaz acının arasında.

 

Bugün bu ağrılarla cebelleşmek yerine, Pazartesi gününe yetiştirmek üzere röportaj deşifresi yapacaktım, köşe yazımı yazacaktım, sonra da finalini yazacağım, beklenen tiyatro oyunumu…

 

Röportajı ve yazıyı yetiştirmeliyim, tam gününde diyerek…

 

Bakar mısınız bu halde bile…

 

Sıra bana geliyor, muayene, ağrı kesici iğne yapılıyor, tahliller vs…

 

Ve sonuçlar…

 

Böbrek taşı düşürüyorum.

 

Bir taşım eksikti, başıma yediklerim yetmiyordu ya.

 

Haberin Devamı

O taş ki; dayanılmaz ağrılarla canımı acıtmakla kalmadı aynı zamanda da hayatın; kalbime ve ruhuma attığı taşları da aratmadı.

 

Ve yine o taş ki; nefes almanın, sağlığın, hayatın ne kadar değerli olduğunu anımsattı.

 

Gereksiz şeylerle boşu boşuna uğraşmamak, saçma sapan şeylere üzülmemek gerektiğini, zamanın ve yaşamanın ne kadar önemli olduğunu…

 

Böbreğimden attığım taşla…

 

Hayatın; başıma, kalbime, ruhuma ve yüzüme attığı tokat gibi…

 

Ağır oldu evet.

 

Ağır olduğu kadar ağrılı, sancılı, acılı…

 

Eve döndüğümde de sancılı halime rağmen uzanıp dinlenmek yerine yazılarıma…

 

Neden derseniz…

 

Tanrı muhafaza, bir daha ağrı tutarsa, röportajımı ve yazımı söz verdiğim güne yetiştiremezsem endişesiyle…

Haberin Devamı

 

Çünkü öğrendim ki; hayatın ne getireceği belli değil.

 

Bir saat sonra başımıza gelecekleri kim bilebilir ki?

 

Tıpkı hiçbir şeyim yokken, gece yatıp da birkaç saat sonra dayanılmaz ağrılarla uyanacağımı bilemeyen ben gibi…

 

Bir uyandım veee…

 

Ve şunu da düşündürdü bu taş bana.

 

Bir gün uyandığımızda hiçbir şeyimiz olmayabilir.

 

İşimiz de, sevdiğimiz de, hayatımız da…

 

O yüzden;

 

Söylenerek gitmek yerine keyifle, çalışma, üretme heyecanıyla gitmeli işe.

 

En zor en çıkmaz anlarda yetebilmeli insan kendi kendine.

 

İliştirmeli gözlerine, gülümsemesine, kalbine, küçük mutlulukları.

 

Sevdiğini söylemeli insan sevdiklerine.

 

Hatta özel olarak arayıp ‘Seni Seviyoruuuummmm’ diyerek…

Haberin Devamı

 

Karşı taraf anlamasa da, şaşırsa da, sevgi getirilmeli dile.

 

Ben bunu uygulamaya başladım bile.

 

Ne o?

 

Olmaz mı?

 

Nesi ayıp?

 

Asıl söylemezseniz işte odur hayatınızdaki asıl kayıp!

Yazarın Tüm Yazıları