Oluşturulma Tarihi: Ağustos 26, 2001 00:00
Geçen haftaki yazımı okuyan karamsar bir dostum, 'Çok yüklenmişsin. Başkaları da söylüyor. Ama ben bu işlerin fazla değiştiğini görmedim' dedi. Yaşı, böyle bir yargıya varmaya uygun. Yine de görüşünü paylaşmıyorum. Çünkü bütün felaket tellallıklarına rağmen, hayatın kalitesi her geçen gün biraz daha artıyor.
Yemek işi de bunun dışında sayılamaz elbette.Üstelik Cenab Şahabeddin bir 'tiryaki sözü'nde 'Söylenmemiş fikir yoktur, diyorlar. Bu söz doğru olsa (bile) bundan sonra bütün insanlar sükut edecek değil!' der. Üstadın bir başka tiryaki sözünü de gönülden benimserim: 'Ne bütün varını yiyip ölmüş vardır, ne de her fikrini söyleyip susmuş.' Öyleyse ben de yanlış bulduklarımı söylemeye devam edeceğim.MUTFAK DOSTLARIAncak insaf sahipleri mutlaka hakkımı teslim edecektir: Kötü şeylerden çok, iyi şeyleri yazmaktayım. Bundan da keyif alıyorum.Mesela geçen ay Mutfak Dostları Derneği Kalamış'taki Köşebaşı Kebabçısı'nda harika bir dost yemeği düzenledi. Bazı züppelerin, konu kebap ve kebapçı olunca dudak bükeceklerini biliyorum. Yine de bu yemek olağanüstü bir etkinlikti.Bu dost yemeğinde harika kebaplar yendi. Ancak beni asıl doyuran, nefis kebaplardan çok, güzel sohbetler oldu. Dernek Başkanı Semih Somer'in bu yaklaşımını bütün kalbimle destekliyorum. Mutfak Dostları'nın yönetim kurulu yemeği bir kültür meselesi olarak algılıyor. Çok doğru!Köşebaşı'nda önce dernek üyemiz Cüneyt Koryürek konuştu. Sonra bir başka üye, Ahmet Örs, sohbet yöneticisi sıfatıyla birçok konuğa daha söz verdi. Turgut Kut İstanbul'un ilk kebapçısını; Köşebaşı'nın şefi Sezai Çelikbaş babası -ilk gençlik günlerimizin en ünlü kebapçısı ve gönüllerimizin fatihi- Pala'nın dükkanından bugüne İstanbul'daki Adana kebabının serüvenini; Ünlü kebapçı Hacı Bozanoğlu Ailesi’nden Muzaffer Bozanoğlu Urfa kebabını; baklava üstadı Nadir Güllü Antep kebabını; sevgili dostum İsmet Hacıbeyoğlu ise Bursa kebabını anlattı. Bu arada bir başka konuk, Tavit Köletavitoğlu, dayanamayıp kendi yöresinin kebabı ile ilgili olarak, Malatya'da et hazırlanışını adeta gözümüzde canlandırdı.Unipro herkese şık kutularda nefis 'Acısso'lar dağıttı. Orhan Diren güzel şaraplarını sundu. Böylece şarap ile kebabın uyumunu tartışabildik.İşte ben 'yemek keyfi' denince bunu anlıyorum dostlar!Yalnız ben mi? Bizim dışımızdaki misafirlerin o akşam masalarının yerini değiştirip yanımıza sokulmaları, yan apartmanda insanların balkonlardan konuşmaları dinlemeleri ne hoş ve anlamlı manzaralardı. GİZLİ BAHÇEGüzel şeyler sadece İstanbul'da olmuyor. Birkaç ay önce Eskişehir'deki izlenimlerimi aktarmıştım. Bu kez Antalya'ya gittim. Sıcak ve nem dayanılmaz olsa da Antalya benim için çok güzel ve çok anlamlı bir yer. Güzellik ve Antalya benim iç içe geçmiş iki kavram. Birbirlerinden ayrılmaları mümkün değil.Antalya'daki güzellikleri uzun uzun anlatacak değilim. Zaten anlatamam da. Ama kaldığım tek akşamı geçirdiğim yerden söz etmem gerektiğini düşünüyorum. Gizli Bahçe, eski kentin Kaleiçi mevkiinde. Antalya'daki kentleşmeyi görünce, burayı olsun kurtarmış olanlara buradan bir selam göndereyim. Toprak Holding'e bağlı Turizm İşletmeleri şirketi Kaleiçi'nde eski bir köşkü satın almış ve restore etmiş. İç bahçe çok güzel. Ama teras tek kelimeyle harika.Güneş daha yeni batmış. Gökyüzünde sadece şimal yıldızı gözalıcı bir biçimde parlamakta. Bir de doğudan gelen lazer ışığı yarıp geçiyor geceyi. Altta ise liman adeta oyuncak gemilerle dolu gibi. Doğrusunu söyleyeyim, İşletme müdürü Turhan Gündoğan'ın misafirleri kapıda karşılıyor olması çok etkileyiciydi. Yine de bu tek başına elbette yetmez. Ama
balık nasıl baştan kokuyorsa, güzel yönetici davranışları da başka güzelliklere yol açıyor. Nitekim bütün gece boyunca, sadece benim masama değil diğerlerine de, mükemmel bir servis yapıldı. O akşam, çok samimi söylüyorum, son yılların en lezzetli ızgara balığını yedim. Balığın bütün özsuyunu içinde saklayarak iyice ızgara edebilmek ne ustalık ister, bir bilseniz.Gizli Bahçe'nin güzellikleri yemek ve servisle bitmiyor. Burası Toprak Holding gibi kuruluşların turizm sektörü içinde yer aldıklarında nasıl güzel projelerin hayata geçirebileceğini gösteriyor. Hele işin başında Orhan Başdoğan gibi bu mesleğin duayenlerinden birisi bulunursa!Bir de bu tür yerler bulundukları kente uygarlığı getiriyor. Yemek içmek bir kültür işidir deyip duruyorum. Bu kültürün edinileceği yerlerin başında da böyle örnek tesisler bulunuyor. Emeği geçen herkese gönülden teşekkür ediyorum.HAKSIZ BİR ELEŞTRİGeçen haftaki yazıma yakın çevremden -bence haksız- bir eleştiri geldi. Yazının başında sözü geçen iki kuruluş için benim her zaman çok olumlu görüş belirttiğimi söylediler. 'Bu kadar sevdiğin ve beğendiğin kişi ve kurumları niye eleştiriyorsun' demeye getirdiler.Niye eleştirmeyeyim? 'Dost acı söyler' diyen biz değil miyiz? Her iki kuruluşun sahipleri benim dostum. Üstelik, yazımda ne yemeklerini, ne de servislerini kınar bir ifade kullandım. Aksine bu özelliklerini her zaman överim. Çünkü bütün samimiyetimle yemeklerini ve servislerini beğeniyorum. Ama bunca yıl tırnaklarıyla kazıyarak edindikleri şöhretin, bir margarin veya deterjan reklamında görünmek uğruna, ayağa düşürülmesini de anlayamıyor, daha doğrusu kabullenemiyorum. Onları bu işe kim ikna ettiyse, o bir marka düşmanı ve bu dostlarımın yıllarca süren emeğine saygısız birisi.Batı'da insanlar marka yaratmak uğruna nasıl çırpınıyor, nasıl para harcıyor! Bizde ise marka ne kadar kolay ayaklar altına alınıyor ve paspas gibi çiğneniyor. Aradaki farka bir bakın. Bakın da ağlayın.
button