Güncelleme Tarihi:
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden yalnızca dört gün sonra, dönemin İstanbul Barosu Yönetim Kurulu toplanıp bir karar aldı. Kararın Türkçesini de okuyacaksınız, ama önce ‘‘hukukçası’’:
‘‘Sabık iktidarın zaman-ı idaresinde hukuka aykırı fiil ve hareketleri ika veya bunlara iştirak sebebiyle haklarında açılacak davalarda maznun ve davalıların müdafiiliğinin İstanbul Barosu'na mensup avukatlar tarafından deruhte edilmemesine ve keyfiyetin Türkiye Baroları'na temenni suretiyle teklifine, keyfiyetin umumi heyete arzına ittifakla.’’
Yani İstanbul Barosu diyordu ki, devrik başbakan Adnan Menderes'in, cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ve suçlanan diğer Demokrat Partililerin avukatlığı alınmasın, onların savunmaları İstanbul Barosu avukatları tarafından yapılmasın.
Buna rağmen bazı avukatlar çıkıp Menderes'i savundular. Bunların başında Orhan Apaydın, Burhan Apaydın, Hüsamettin Cindoruk ve Orhan Ergüder geliyordu.
Daha sonra İstanbul Barosu bu ayıbını örtmek istercesine Orhan Apaydın'ı kendine başkan seçti. Bugün Yassıada davalarında yalnızca Menderes'i değil, aynı zamanda hukuku savunan avukatların adları hatırlanıyor. O kararı alan yönetim kurulu üyelerininki değil.
MESELE HUKUKU SAVUNMAK
Abdullah Öcalan'ın yakalanması bir tartışmayı yeniden gündeme getirdi: Savunma hakkı. Hem Türk yasaları hem de uluslararası sözleşmeler her insanın savunma hakkının olduğunu söylüyor.
‘‘Abdullah Öcalan'ın avukatı olmayı hiç istemem. Ama onu savunacak kimse kalmazsa tereddüt etmeden avukatlığını üstlenirim.’’ Bu sözler Türkiye'deki binlerce avukattan birine ait. Üstelik Öcalan'ın fikirlerine ve eylemlerine yüzde yüz karşı olan bir avukata.
İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman, avukatlara karşı gösterilen tepkinin aslında yargıya gösterilen tepki olduğunu söylüyor: ‘‘Deniyor ki, avukatlar neyi savunacak? Avukat bir yargıda sadece müvekilim suçludur ya da suçsuzdur, demez. Savunmanın işlevi bundan ibaret değildir. Avukat çıkacak olan karara, yargılama sürecine iştirak eden ve o kararın oluşmasına katılan, orada hukuku yaratan kişidir. O yargılama faaliyeti sürecindeki aykırılıkları, adil yargılamaya ters düşen uygulamalara avukat müdahale edecektir. Ve bu hepimizi ilgilendiren bir konudur. O davanın yargılama sürecinde alınacak her türlü karar emsal karar olacaktır. Yarın siz, ben yargılanırken onlar emsal karar olarak uygulanacaktır. Avukat o süreçte usul açısından yanlış uygulamaların, başka davalarda emsal olabilecek yanlış uygulamaların önünü kesmekle yükümlüdür. O yüzden çok önemlidir avukatın olması. Avukat sadece müvekkilini savunmaz orada bütün hakları savunan biridir yargılama süreci açısından. Hak derken Apo'nun hakkı değil sadece, genel olarak hepimizin hakları. Savunma kişinin savunması değildir. Savunma kurum olarak yargı içinde yer alır. Kurumsal açıdan savunmanın yargının içinde yer alması, avukatlık tarihinin mücadeleleridir. Avukatlık tarihi bu mücadelelerden doğmuştur.’’
BİR ZAMANLAR ALMANYA
Yücel Sayman Almanya'nın yakın tarihinde verdiği bir hukuk sınavının, bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu hatırlattığını söylüyor. Almanya'nın uzun süre mücadele ettiği terör örgütü Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyeleri hakkında açılan ve kamuoyunda Baader-Meinhof adıyla ünlenen davada, savunma üzerinde baskı kurulmuştu:
‘‘Bu davanın savunmasını üstlenen avukatlar, sanıklarla özdeşleştirildi. Çocukları bile öldüren insanları nasıl savunursunuz, dendi. Avukatlar üzerinde çok büyük baskı kuruldu. Bir de avukatlardan birinin örgütle birlikte bir suikaste karıştığı ortaya çıktı. Bu baskılar karşısında bütün avukatlar davayı bıraktılar. Bir tek kişi bırakmadı. O da örgütün görüşlerini değil, hukuku savunduğu için kaldı. O avukat, bugün Almanya'nın İçişleri Bakanı Otto Schily.’’
Adaletin sacayağı
Savcı avukat yargıç
İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman sağlıklı bir yargılama süreci ve adil bir karar için gerekli üç unsurdan sözediyor: ‘‘Ceza davalarında yargılama süreci iddianın, savunmanın ve yargıcın ortak faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan bir karardır. Savunma olmazsa yargı olmaz. Bir davada avukatın bulunmaması demek yargıda savunmanın olmaması demek. Savunma olmaksızın yargılama yapmak adil bir yargılama değildir. Verilen karar sağlıklı olsa bile adil olmaz. Mahkeme kurulmamış demektir. Demokratik ülkelerin hiçbirinde savunma olmaksızın yani avukat olmaksızın ceza davası yürümez, yapılmaz, duruşma açılmaz.
İkinci önemli kural, avukatın müvekkili ile, sanıkla özdeşleştirilmemesi. Bu yargının temel kurallarından biri. Avukatlar da buna uymak zorunda. Siyasi iktidar, mahkeme, basın, halk hatta avukatın kendisi avukatı müvekkil ile özdeşleştiremez. Bunun anlamı şu. Avukat sanığın görüşlerini savunuyormuş gibi ele alınamaz. Avukat sanığın suçlandığı suçu savunuyormuş gibi ele alınamaz. Avukat, örgütlü bir suçsa sanığın örgütünü savunuyormuş gibi ele alınamaz. Avukatın da öyle olmaması için özen göstermesi gerekir. Kendini özdeşleştirmemesi gerekir. Aksi halde yargıyı zedelemiş oluruz.’’