Güncelleme Tarihi:
Türkiye gibi Aysel Hanım da eşi Ahmet Mete Işıkara'ya güveniyor:
Deprem konuşmayacağız değil mi?
17 Ağustos'tan bugüne söylediği herşey kayıtlara geçti. Cumhurbaşkanı da, vatandaş da, gazeteci de adımlarının hesabını yaparken ona kulak verdi. Kandilli Rasathane Müdürü Ahmet Mete Işıkara o günden beri Türkiye'nin bir numaralı adamı. Deprem dışında Işıkara kimdir? Nasıl bir hayatı, nasıl bir ailesi vardır? Kendisiyle depremsiz bir söyleşi yapılabilir mi? Sohbete bu niyetle başladık. Hatta Işıkara umutla bir kez daha sordu: ‘‘Deprem konuşmayacağız değil mi?’’ İkimizde elimizden gelen gayreti gösterdik, ama hayatının son 25 yılında depremi anmadan bir gün bile geçirmeyen Işıkara'nın her cümlesi depremle bitti.
Adının doğal felaketlerin en korkuncuyla özdeşleşmesi onu üzse de, toplumun çok büyük bir kesimi Ahmet Mete Işıkara'yı sempatik buluyor, ona saygı duyuyor. Bu sempatinin en güzel kanıtı, esaslı bir taraftarı olduğu Galatasaray'ın maçını seyrederken, stadyumdaki küçük bir çocuğun onu gösterip babasına söylediği sözde saklı: ‘‘Baba bak, deprem amca!’’
İzmit Depremi'nden önce yalnızca dikkatli gözlerin tanıdığı Işıkara, bilimin simgesi Einstein'ı andıran fotoğrafı ile bugün herkesin beynine kazınmış durumda. Depremin dördüncü gününde ilk kez Rasathane'den çıkıp Kandilli'de bir lokantada yemek yerken başına toplanıp minnet duygularını bildiren bir grup insan gibi bütün Türkiye onu tanıyor: ‘‘Türkiye'nin en ünlü insanı oldunuz, diyorlar. Bu söz beni öldürüyor. Ben sade bir bilim adamıyım ve öyle de kalacağım.’’
Her insanın içinde varolan ‘‘sesini duyurma’’ isteği, elbette onda da var. Bu röportaj gerçekleştiyse biraz da bu yüzden gerçekleşti. Ancak bilim adamı kimliği herşeyin üstünde olduğu için, kendinden bahsederken alçakgönüllüğü elden bırakmadı.
MİDEMİ KORUDUM
Ahmet Mete Işıkara, 1941 Mersin doğumlu. Annenin Çerkes, babanın Arap olduğu 5 çocuklu bir ailenin oğlu. Arapça bir sözcük olan ‘‘Işkera’’ soyadının, babası tarafından ‘‘Işıkara’’ olarak değiştirilmesinden memnun. Bu adın bir bilim adamına uygun olduğuna inanıyor.
Liseyi Mersin'de bitiren Işıkara babasının istediği gibi doktor değil de, kimya öğretmeninin bir sözü üzerine İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği'ne kayıt yaptırıyor: ‘‘Hocam, jeofiziğin geleceğin mesleği olduğunu söyledi. Gerçi öyle olmadı, ama ben yine de okuluma büyük bir sevgi ile bağlandım. Çünkü doğada araştırma yapmaktan büyük bir haz alıyordum.’’
İstanbul Üniversitesi'ndeki 22 yıllık akademik kariyerini 1984 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi'nde sürdürüyor. 25 yıldır depremlerin önceden belirlenmesi ve etkilerinin azaltılması konusunda çalışıyor. Uluslararası çalışma gruplarında görev alıyor.
Ahmet Mete Işıkara 1991 Mayısı'nda Kandilli Rasathanesi'nin başına geçtiği günden beri dört büyük deprem yaşadı. 92 Erzincan, 95 Dinar, 98 Adana ve son olarak da İzmit depremleri: ‘‘Her deprem hem bilimsel anlamda hem de hayat bilgisi adına yeni bir şeyler öğretti. Adana depreminde mide kanaması geçirmiştim. Bu depremde ilk günden itibaren mide ilaçlarımı düzenli olarak aldım.’’
Bu depremde de basınla ilişkiler konusunda öğrendiği şeyler olmuş: ‘‘Basın odasını üçüncü gün açtık. Daha önce açsaydık, tüm medya kuruluşlarına eşit mesafede kalabilirdim. İlk günlerde onlara çıktınız, bize niye çıkmıyorsunuz diye kırılan kanallar oldu. Halbuki benim burada sakin bir ortamda çalışmam lazım.’’
EN BÜYÜK HAYRANI EŞİ
Ahmet Mete Işıkara 1969 yılından beri, ünlü çiçekçi Necmi Rıza'nın iki manevi kızından biri olan Aysel Hanım'la evli. Aysel Hanım ilk günden beri Rasathane'deki görev lojmanlarında eşinin yanında kalıyor. Bilgi kaynağına herkesten daha yakın olan Aysel Işıkara'nın deprem konusundaki tavrı kocasına olan güveninin derecesini gösteriyor: ‘‘Deprem olacak mı? Tehlike var mı? bu soruların hiçbiri aklıma bile gelmedi. Çünkü bir şey olursa zaten Ahmet bize söyler. Zaten hayatım boyunca depremle yaşadığım için bu konuya ilgi duymuyorum. Bende ters tepki yarattı.’’
Hayatını bilimsel çalışmalarına adayan bir adam ve ömrü boyunca ona hayran olan bir eş: ‘‘Bu depremden sonra değil, ben Ahmet'e her zaman hayranım. Onun mesleğini ne kadar sevdiğini bildiğim için hep işini kolaylaştırmaya çalıştım. Evlendiğimizden günden beri dünyanın her yerine gitti. Bir kere bile beni götür demedim. Kafası rahat olsun istedim.’’
EYVAH KIZIM!
Işıkara depremden önce haftanın yarısında Rasathane'deki lojmanda, diğer yarısında Topağacı'ndaki evinde kalıyordu. O gün de sabah saat 08.30'da geldiği işinden akşam 19.30'da çıktı. Çok erken yattığı için saat üçe doğru uyandı ve depremi uyanık karşıladı: ‘‘Önce karımı sakinleştirdim, sonra oğluma seslendim. Bir kaç dakika sonra sokaktaydık. Rasathane'den gelen arabayla işin başına gittim.’’
O ‘‘eyvah Türkiye’’ derken gözünden kaçan ayrıntıları, eşi Aysel Hanım anlatıyor: ‘‘Ahmet Türkiye diye fırladı, benim aklıma ilk gelen evli olan ve başka bir semtte oturan kızımdı. Biz burada bodrum katında bu kadar sallandıysak o kimbilir ne olmuştur, diye düşündüm. Ahmet hemen araba istedi, Rasathane'ye doğru yola çıktı. Arkasından baktım, kıravatını çanta gibi koluna takmış, işinin başına gidiyor.’’