Oluşturulma Tarihi: Ekim 01, 2005 00:00
Rakamlarla, istatistiklerle değil de; hani şu diyarın dört bir yanındaki insanlarının yaşam şeklinde 20 yıl içinde meydana gelen değişikliği görebilseydiniz ve 1980’lerin Yunanistan’ı ile 2005’in Yunanistan’ını kıyaslama imkanınız olsaydı; bugün ‘müzakere çerçeve belgesi’ ya da ‘karşı deklarasyon’ gibi gündemde olan ve önemi küçümsenemeyecek konuları belki de bir yana bırakır, Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin başlamasından dolayı bayram ederdiniz... Yunanistan, 1981 başında yaklaşık beş yıl süren müzakerelerden sonra Avrupa Birliği üyesi oldu. O zamanlar AB’nin üye sayısı bugünkünün yarısı bile değildi. Müzakereler başladığında, Albaylar Cuntası (1967-1974) iktidarından kurtulalı sadece iki yıl olmuştu ve doğrusunu isterseniz, eski Yunan medeniyetine sempati, Hıristiyan bir ülke olması gibi bazı ‘avantajlar’ı da vardı Yunanistan’ın. Bugün 100 bin sayfa olan AB müktesebatı denen kitap ise o zamanlar 20 bin sayfayı geçmiyordu. Bunların hepsi tamam. Ancak, yine de o dönemin şartlarında AB üyesi oluncaya kadar az fırtına yaşamadı bu ülke. Bunları biz anlatmak yerine, birkaç yıl önce NTV için hazırladığımız Yunanistan’ın AB öyküsü konulu
haber-programdan bazı alıntılar yapalım... KİMİNLE MÜZAKERE ETTİĞİMİZİ BİLMİYORDUKSözgelimi, Yunanistan’ın Babacan’ı, yani baş müzakerecisi emekli büyükelçi Viron Teodoropulos bize şunları söylüyordu: ‘Hem AB ile hem de kendi içimizde güçlükler vardı. Öncelikle kimlerle müzakere ettiğimizi anlamamız gerekiyordu. Almanlarla, İngilizlerle, Fransızlarla ayrı ayrı müzakere etmediğimizi, AB ile müzakere ettiğimizi anlamak zaman aldı. Ben Yunan heyetinin başkanıydım. Karşımda 9 ülke değil, sadece AB vardı. Ayrıca ne için müzakere ettiğimizi anlamamız da zaman aldı. AB’nin ilkelerini, kaidelerini, değerlerini müzakere etmiyorduk. Bir kulübe giriyorduk. Bu kulübün de kuruluş beyannamesinde birtakım maddeler vardı. Eğer üye olacaksak bunlara uymak zorundaydık. Yani onların istediklerini kabul etmemiz gerekiyordu. Müzakerelerde elbet bizim de taleplerimiz vardı. Uyum sağlamamız gereken alanlarda hep ek zaman tanınmasını istiyorduk. Yani geçiş dönemlerinin süresini olabildiğince uzatılmasını. Karşılaştığımız bir başka güçlük de Yunanistan’daki mantaliteyi değiştirmekti. En büyük güçlüğümüz, sanırım Yunanistan’daki devlet sektöründe yapılan düzenlemelerdi. İnanın, devlet sektörünün düzenlemeler için kendi insanlarımızı ikna etmek, AB’yi ikna etmekten daha güçtü. Üyelik müzakerelerimizi yaparken siyasi açıdan da ekonomik açıdan da AB’ye tam hazır değildik. Zamanla farklı düşünmeyi öğrendik. Brüksel ile aynı tempoda şarkı söylemeyi öğrendik. Bugün artık Avrupa dediğimiz evde kendimizi daha rahat hissediyoruz. AB’ye girdiğimizde ayakkabılarımızı nerede bırakmamız gerektiğini bilmiyorduk. Terlikler nerede bilmiyorduk. Şimdi eve alıştık.’Eski ulusal ekonomi bakanlarından Stefanos Manos da Yunanistan’ın AB öyküsü hakkında şöyle diyordu: ‘Yunanistan’da iyi ve kötü, çabuk unuttuğumuz bazı şeyler var. Bugün Komünist Partisi dışında tüm siyasi partiler AB’den yana. Oysa 1975 yılında üyelik için ilk gayretler başladığında karşı çıkanlar çoktu. AB bizim için büyük bir bahisti. Hemen her şeyi yeniden düzenlememiz gerekti. Bazen yasaları değiştirdik, Anayasa’da bile düzenlemelere gittik. Yunanistan’ın tarihinde gerçek demokrasiyi sadece son 25 yılda yaşadığımızı itiraf etmeliyiz. Tarihimizde hiçbir zaman gerçek demokrasi görmemiştik. Şimdi demokrasinin yerleşmesinde AB’nin baskıları da var diyebilirim. AB sayesinde ekonomik istikrara da kavuştuk. AB’nin Tarım politikası Yunanlı çiftçiyi kurtardı. Adamlar gelişip onları yakalamamız için bize yıllarca para verdiler.’ TÜRKİYE’NİN LAYIK OLDUĞU YAŞAM BİÇİMİDemokrasi azdı, çok oldu; fakirdi, zengin oldu; istikrar ve güç kazandı Yunanistan, AB üyeliğiyle. Eğer işler çok sapa sarmazsa Türkiye’nin üyelik müzakereleri başlayacak, biz de buradan kim bilir kaç tane ‘Yunan inadı’ ya da ‘Rum oyunu’ başlıklı haber geçeceğiz. Paris, Viyana, Brüksel çıkışlı; hiç de hoşumuza gitmeyen ne haberler olacak... Göz göre göre haksızlıklar bile yapılacak belki de. Ancak AB, refah seviyesinden ya da siyasi-ekonomik-sosyal onca standarda erişilmesinden öte, çok öte bir yaşam biçimidir. Türkiye’nin layık olduğu bir yaşam biçimi!Müzakereler, uzun da sürse, çok çetin de geçse, bazen üzse, bazen öfkelendirse de, hedefe ulaşmanın tek yolu. Maraton gözüyle bakalım müzakerelere, 100 metre yarışı gibi görmeyelim. Türkiye’nin yavaşlayacağı, hatta adımlarının birbirine karışacağı dönemler olacak. Kendine gelecek, ilerleyecek, temposunu yükseltecek, adımlarını hızlandıracak ve o uzun koşuda ipi göğüsleyecek diye inanıyoruz. Haydi hayırlısı...
button