Güncelleme Tarihi:
Yeni yıldan beklentilerini Hürriyet'e anlatan Dışişleri Bakanı İsmail Cem, AB'deki Yunan oyununu bozduklarını söyledi. Yunanistan'ın hesaplarını, Türkiye'nin AB'ye yumuşak tepki göstereceği varsayımı üzerine kurduğunu belirten Cem, ‘‘Böyle olsaydı hem Türkiye'yi örgütlemeye kalkacak, hem de AB'yi bize karşı kullanmaya devam edecekti. Şimdi AB'de Yunanistan'a tepkiler var’’ dedi.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Hürriyet'e verdiği ayrıntılı bir mülakatta Türk dış politikasının 1998 yılına dönük hedefleri üzerinde açıklamalarda bulundu. Cem'e yönelttiğimiz sorular ve kendisinin yanıtları özetle şöyle:
Türkiye 1998 yılına Avrupa cephesinde hayal kırıklığı ile giriyor. Yeni yılda Avrupa ile ilişkilere nasıl bakıyorsunuz?
Avrupa ile ilişkilerde karamsarlığa yer yok. Çünkü bundan önceki hükümetlerin bıraktıkları noktanın ilerisindeyiz. AB Komisyonu'nun 6 ay önceki 'Agenda 2000' raporunda AB'nin genişlemesinde yalnızca 11 ülkeye yer veriliyor ve Türkiye sayılmıyordu. Lüksemburg kararında ise Türkiye de ekleniyor. Bu önemli bir kazançtır. Ayrıca, Türkiye için özel bir katılım stratejisi öngörülüyor. Bu da daha önce olmayan bir unsurdu. Bu da ileri gittiğimiz bir noktadır. 6 ay önceki durumda kalsaydık, Türkiye genişleme sürecinden dışlanmış olacaktı. Şimdi genişleme sürecinin içindeyiz, fakat oradaki yerimizi, konumumuzu beğenmiyoruz.
DÜNYANIN SONU DEĞİL
Bu kazanımlara rağmen AB ile ilişkilerde belirsizliğe girildiği de ortada. Önümüzdeki altı ay içinde bu belirsizliğin aşılabileceğini düşünüyor musunuz?
Tabii ki aşabiliriz. Fakat burada bizim çok da yapabileceğimiz birşey yok. Çünkü adım atması gereken taraf AB. Biz şunu söyledik: Ayırım yapmayın ama farklılaştırın. Farklılaşma elbette olacak. 65 milyonluk Türkiye ile 2.5 milyonluk Slovakya'yı bir tutamazsınız. Biz müthiş imkan taşıyoruz Batı Avrupa'ya. Ama bir takım sorunları da taşıyoruz. Türkiye sorunsuz memleket olur mu? Güney ve Doğu komşularıyla pek çok sorunu olan bir memleketin AB'ye tam üye olarak hemen katılması elbette mümkün değildir. Ben bunun bilincindeyim. Fakat ‘başlangıçta eşit noktadan hareket edin, ondan sonra alın' diyoruz.
Türkiye'nin tam üye adaylığının tescil edilmesini istiyorsunuz...
Şimdi AB'nin şuna karar vermesi lazım; Birincisi, Türkiye'yi 12 üye ülkeyle ayrım yapmaksızın, aynı çizgiye getirecek mi? Daha sonra farklılaştıracaklar gayet tabii. İkincisi, Türkiye'ye siyasi koşul empoze etmek yanlışından da vazgeçmeleri lazım. Bunu düzeltmesi lazım bir şekilde. Bunları yapabilir mi? Göreceğiz... Şimdi İngiltere'nin dönem başkanlığı başlıyor. Herhalde düşünecekler. Altı ay sonra gelişme olursa ona göre biz de daha istekli oluruz, daha yakın davranırız. Gelişme olmazsa da, o zaman Türkiye için dünyanın sonu değil.
AB'Yİ ESİR ALMIŞLAR
Yunanistan'ın engellemesinin aşılabileceğini düşünüyor musunuz?
Maalesef, o koca koca sanayi ülkeleri bir şekilde Yunanistan tarafından siyasi esir alınabiliyor. Yunanistan veto kullanıyor, veto ile tehdit edebiliyor. Tabii herkesin birbiriyle işi var. Mesele sadece Türkiye değil. Üye devletin bir başka sorununda, bir başka hassasiyetinde çözüm bulması için Yunanistan'ın desteğine ihtiyaç duyuyor. Yunanistan da karşılığını Türkiye üzerinden istiyor.
AB üyeleri bu esaret durumlarına son verebilecekler mi?
Buna karar vermeleri ve bizim bunu görmemiz lazım. Aslında bu kararla birlikte Yunanistan kendisini bir yol ağzına getirdi. Birincisi, şu anda AB'nin çeşitli ülkelerinde Yunanistan'ı hırçırlık ettiği, engelleyici olduğu görüşüyle suçlama eğilimi belirdi kamuoyunda. İkincisi, Yunanistan'ın oyunu bir anlamda bozuldu. Yunanistan'ın bütün hesabı şuydu: Türkiye'nin kararları geçmişte olduğu gibi, ‘Aman Allah'a bin şükür, AB bize ne kadar güzel şeyler sundu. Bunları halkımıza bildirelim, kazandığımız zaferi anlatalım, işte Malazgirt diyelim' gibi bir tepkiyle karşılayacağımızı varsaydı. Bir yandan Türkiye'yi örgütleyecek, bir yandan da Türkiye'ye karşı AB'yi kullanmaya devam edecekti. Bu oyun bozuldu. Elinden manivela kaçtı. Şimdi Yunanistan Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek konusunda sanki bir ihtiyacın büyüdüğünü hissediyor. AB ile Türkiye ilişkilerinin daha ileri noktalara gitmesi bir yerde AB'nin yapacağı değerlendirmeye, düzeltmeye ve ortaklarından Yunanistan'ı akıl çizgisine getirmesine bağlıdır.
Ortadoğu'da aktör olacağız
Ankara Temsilcimiz Sedat Ergin'in sorularını yanıtlayan Dışişleri Bakanı İsmail Cem, çeşitli konulara açıklık getirdi. Cem, Ergin'in, ‘‘Sizce Türkiye Ortadoğu'da ağırlığını koyabiliyor mu?’’ sorusunu ise şöyle yanıtladı: ‘‘Türkiye, Filisin-İsrail meselesinin barış sürecinin işlememesi konusunda kendi görüşünü, kendi politikasını uluslararası düzeyde tartışmaya başlayacak ve bir aktör olacak yakında. Türkiye, Ortadoğu'ya daha ciddi bir aktör olarak girebilmelidir. Türkiye gene Ortadoğu'da hem Filistin'le, hem İsrail'le ilişkisini koruyan çok az sayıda örnekten bir tanesidir. Bunu kullanabilmelidir. Burada bir hareket alanımızın mevcut olduğunu görüyorum. Hiçbir zaman Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya kadar geniş olmasa da yine de Ortadoğu'da bir hareket alanımız var ve bunu daha iyi kullanmak hem bölgenin güvenliği, hem de Türkiye'nin kendi güvenliği açısından çok önemli.’’
Türkiye'yi kötüye götürmek özel beceriksizlik ister...
1998 sizce ne getirecek Türkiye'nin dünyayla ilişkilerine?
Türkiye'nin dünyayla ilişkilerinde yeni açılımlar ve çok daha geniş bir coğrafyada etkinlik getirecek. Ben elbette iyimserim. Türkiye'yi kötüye götürmek için özel bir beceriksizlik icap eder. Türkiye'nin öyle bir birikimi, öyle bir insanı, coğrafyası var ki... Bir noktada gerçekten bize Allah'ın lütfu da var... Bakıyorsunuz bilmem kaç sene önceden hiç lafı edilmeyen zengin petrol kaynakları yanı başımızda oluşuveriyor. Bunlar çok büyük imkanlar. Şimdi bizim yapmamız gereken, önce kendi gücümüzün, imkanlarımızın, kimliğimizin bilincinde olmak. İkincisi bu fırsatları ve fırsatlarla birlikte ortaya çıkan sorunları değerlendirmek, onların bilincinde olmak ve bu büyük denklemden Türkiye'nin, bölgenin, insanımızın, çocuklarımızın en yararına olacak sonuçları çıkarabilmektir.
Kötü imajı düzeltmek zor azaltmak için çalışıyoruz
Hükümet demokrasi ve insan haklarında biraz zaman kaybetmedi mi?
Şimdi bu konuda ben bir yorum yapmak istemiyorum. Bazı konularda gelişme sağlandı, ancak daha fazlasının da olabileceğini düşünüyorum. Orada iş birazcık İçişleri Bakanlığı'na düşüyor. O kadar kötü bir imaj yaratılmış ki Batı Avrupa'da, hatta Amerika'da. Bu imajı düzeltiriz demek çok iddialı, nasıl azaltabiliriz diye çalışıyoruz.
Bu alanda daha süratli bir ilerleme sağlanması için hükümet içinde enerjik bir tutum sergileyecek misiniz?
Evet. Yani bu konulardaki çalışmalarda bizim ciddi katkımız var. Tabii esas olarak bu konuda çalışan devlet bakanlığımız, Adalet Bakanlığımız... Biz onlara yardımcı oluyoruz bu konularda. Ve bu konudaki hassasiyeti hem Başbakanlık düzeyinde, hem bakanlar düzeyinde iletiyoruz.
İran ve Suriye ile ilişkiler düzelir
Türkiye 1998'e Arap dünyası ile ilişkilerinde ciddi bir zemin kaybıyla giriyor. Bu sıkıntılar nasıl aşılabilir?
Türkiye, Arap dünyasının bir kesimiyle iyi olmayan ilişkilerini kendi menfaatleri çerçevesinde düzeltmek için üzerine düşeni yapacak. Bu elbette hakkımızdan, iddiamızdan vazgeçmek anlamında değil. Ama ilişkileri düzeltmek için çok ciddi çaba sarfedeceğiz. Ve buna sınırımız olan bütün ülkeler dahil. Suriye ve İran dahil bütün komşularımızla sorunlarımızın çözümü yolunda adım atmak istiyoruz.
İsrail'e yapılan açılımlarda Türkiye'nin Orta Doğu politikasındaki dengeleri koruyamadığı yolundaki görüşleri nasıl karşılıyorsunuz?
Bizim dış politikamızda Arap dünyasının hassasiyetlerini hep dikkate almamız lazım. Belki geçmiş dönemde bu yeterince dikkate alınmadı. İlginç bir şekilde Refah-Yol döneminde fazla dikkate alınmadı. Bizim kendimizi daha iyi anlatabilmemiz lazım. Çünkü bizim İsrail'le olan ilişkilerimiz Araplar'a karşı bir askeri beraberlik değildir. Kendi menfaatlerine uygun politikaları Türkiye'nin kendisinin belirleyeceğini Araplar bilmelidir. Bunu iyi anlatabilmemiz lazım. Biz bunun en iyisini anlatsak da, gene bazı tepkiler olacaktır. Onu da bilmek gerekir. Dengenin daha iyi kurulabileceği düşüncesindeyim.
Tahran'da İslam Zirvesi'nin düzenlendiği bir sırada İsrail Savunma Bakanı'nın burada ağırlanması sizce isabetli miydi?
Tabii farklı zamanda öngörülebilirdi belki. Daha dikkatli bir koordinasyon belki olabilirdi.
Daha etkili bir koordinasyon olamaz mı?
Gelecekte herhalde daha iyi olur diye düşünüyorum.