Güncelleme Tarihi:
Yüksek gerilim hatları, elektronik aletler ile baz istasyonlarının insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda AA muhabirine açıklama yapan Kalkan, İstanbul'daki elektromanyetik alan yoğunluğunun, Radyo-TV vericilerinden, yüksek gerilim hatlarından ve sanayi kuruluşlarından kaynaklandığın söyledi.
Kalkan, yüksek gerilim hatlarının zararlarının 1940'lara kadar fark edilmediğini, 1960'lardan sonra konuyla ilgili araştırmalar yapılmaya başlandığını belirterek, “'Yüksek gerilim hatlarına yakın yaşamanın, beyin tümörü ve lösemiye yakalanmayı yüzde 4-5 oranında arttırdığı tespit edildi” şeklinde konuştu.
Yüksek gerilim hatlarının yerleşim yerlerinin içinde yer alması sorunun yıllardır çözülemediğine dikkati çeken Kalkan, “2012'ye gelindi ama hala yüksek gerilim hatları yerleşim yerlerinin üstünden geçiyor. Yüksek gerilim hatlarının yerleşim merkezlerinde özellikle alttan geçirilmesi gerekirken Türkiye'de çatıdan 6 metre yüksek olması yeterli görülüyor. Çok riskli olduğu bilindiği halde yine de yer altına indirilmiyor veya şehir dışına taşınmıyor” dedi.
Kalkan, yüksek gerilim hatları şehir dışına yapılmış olsa da İstanbul gibi çarpık kentleşmenin yoğun olduğu şehirlerde, bu sorunun çözülemediğini savundu. Yüksek gerilim hatları konusunda 4 ana faktöre dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Kalkan, bunların frekans, uzaklık, ne kadar süreyle maruz kalındığı ve şiddet olduğunu söyledi.
Elektronik aletlerin ışıma oranları
Bulaşık, çamaşır, tıraş ve fön gibi elektrikli ev aletlerinin, çok düşük olmasına rağmen elektromanyetik alan yaydığını ifade eden Kalkan, şunları söyledi:
“Önemli olanın bu alanın ne kadar zayıf veya şiddetli olduğudur. Ev aletlerinin hepsini birlikte kullanmıyoruz, yaydıkları alan bu nedenle çok kuvvetli değil. Ama yine de bu aletlerin yanında uzun süre durulmamalıdır. Çamlıca ile Kınalıada gibi telsiz ve televizyon antenlerinin bulunduğu yerlerde ışımanın çok daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bilime düşen 'burada bir tehdit var, lütfen bunun tedbirini alın' demektir. Televizyonlar ilk çıktıklarında yüksek ışımaları vardı, katot ışını yayarlardı. Şimdi kullandığımız LCD televizyonlar ve plazmalarda neredeyse ışıma hiç yok. Eski televizyonlara 60 santimetreden fazla yaklaşamayın diyordum. Ama yeni televizyonlarda bu durum değişti. Masa üstü bilgisayarlara gelince ana ünitelerde bir ışıma vardır ama bu ışıma oldukça zayıftır.”
Dizüstü bilgisayarların ışıma özelliğine de değinen Kalkan, “Masa üstü bilgisayarlarda ışıma bilgisayarın arka tarafında olduğu için kullanıcıya uzaktır. Dizüstülerde ise genelde alta doğru ışıma vardır ve çok yüksektir. Bir de altındaki pil belli bir süre sonra ısınmaya başlar. Kucağa alındığında özellikle genital bölgeyi ısıtıyor. Diz üstü bilgisayarı dizinizin üstünde kullanmayın masa üstünde kullanın ya da aranıza bir yastık koyun. Pillerden kaynaklanan aşırı sıcaklık spermlere zarar vereceği için erkeklerde kısırlığa neden olabilir” diye konuştu.
“Baz istasyonu korkusu, dayanaksız ve bilimden uzaktır”
Cep telefonu baz istasyonlarının 15 yıllık bir geçmişi olduğunu belirten Kalkan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İlk çıkan baz istasyonları ve cep telefonlarının ışıma oranı çok yüksekti. Bunu çok dillendirdik. Bu nedenle konuyla ilgili toplumsal bir hafıza ve de korku oluştu. Ben buna 'elektrofobi' diyorum. Halbuki yeni çıkan cep telefonlarının ışıma oranlarını çok düşük. Yeni baz istasyonları hacim olarak küçüldü, şiddet düştü ve tehdit olmaktan çıktı. Bazıları evlerinin yakınındaki baz istasyonları kaldırtıyor zararlı diye. Aslında tehdit o zaman başlıyor. Çünkü telefon baz istasyonuna sesleniyor, 'ben buradayım şu numarayı arıyorum' diyor, ulaşamıyor. Ulaşamayınca telefonun içindeki otomatik devre, şiddeti biraz daha yükseltiyor ve tehlike artıyor. Yani cep telefonlarıyla yapılan görüşmeler, baz istasyonlarıyla cep telefonları arasında karşılıklı gönderilen elektromanyetik dalgalarla sağlanmaktadır. O nedenle cep telefonuyla görüşme yaparken baz istasyonu ne kadar yakın olursa gönderilen elektromanyetik dalga o kadar küçük, ne kadar uzak olursa karşılıklı gönderilen elektromanyetik dalga o kadar büyük olmaktadır. O yüzden evimin yakınına bir yere koyun diye çırpınıyorum. Baz istasyonlarının artması, cep telefonlarının daha az enerji harcaması anlamına gelmektedir. Nasıl evimizde elektrik varsa her sokakta baz istasyonu olması gerekmektedir. Toplumda yaratılan baz istasyonu korkusu dayanaksız ve bilimsellikten tamamen uzaktır. Ayrıca şimdiye kadar baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisi olduğuna dair herhangi bir bilimsel çalışma ya da kanıt mevcut değildir.”
Türkiye'de 45 bin 479 adet baz istasyonu bulunduğunu bunların 32 bin 140'ının denetlendiğine dikkati çeken Kalkan, “Tasarruflu ampuller, indoor baz istasyonundan daha çok ışıma yapıyor. Tavanda olabilir ama masa lambası gibi yanınızda kullanmayın. Mikro dalga fırınlarda enerji tasarrufu bakımından çok başarılıdır. Dışarıya sızması yoktur. Herhangi bir kanserojen etkisi de bulunmaz. Ancak, mikrodalga fırınların kanserojen olduğuna dair yanlış bir kanı oluşmuş. Wireless de mikrodalga fırınla aynı şiddette ışıma yapar ama yine de wirelessinizi yatak odanıza koymayın” diye konuştu.
Kalkan, elektronik cihazların büyük bir bölümünün Ankara'da Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına bağlı olarak Hacettepe Üniversitesi'ndeki laboratuvarlarda denetlendiğini belirterek, “Türkiye'ye gelen tüm elektronik ürünler bu merkezden izin alırsa ithalatı yapılıyor. Türkiye 'muz cumhuriyeti' değil, önüne gelen ürününü satamıyor. Ancak, kaçak mallarda herhangi bir kontrol yok o nedenle kaçak satılan elektronik ürünlerin alınmamasını tavsiye ediyorum” dedi.
Hidroelektrik santraller konusuna da değinen Kalkan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Geleceğin savaşları su savaşları olacak. Türkiye su anlamında çok fakir bir ülke değil ama bu sular çiftçimiz tarafından kullanılıyor. Barajlar yapıldığı takdirde çiftçi bile bu suları satın almak zorunda kalacak. Su en hayati şeydir. Şehirde satıyorsunuz ama köyde de bunu satarsanız çiftçiyi de esaret altına sokarsınız. Ayrıca doğanın içinde de çok hassas bir denge var. Bütün canlılar birbiriyle son derece dengelidir. Bu dengeyi bozan ise yalnızca insanoğludur. Benim tabirimle 'insanoğlu bu dünyanın kanser hücresidir.' Anormal çoğalıyor, diğer canlılara baskı yapıyor ve eziyor.”