Palandöken Dağları, 2500 metre... Geceyarısı... Üniversiteli gençler, arabalarını yol kenarına çekip, sıfırın altında 26 derecede, fazlaca soğumuş kırmızı şarabı cam kadehlere dolduruyor ve karların altındaki ışıl ışıl Erzurum'u seyrediyorlar. Aynı saatlerde, tilkiler cirit atarken, puşularına sarınmış iki Erzurumlu delikanlı, káh yürüyerek káh tırmanarak, dağa savrulmuş bira kutularını topluyor, bunlar tartıldıktan sonra da paralarını alıp, sabaha karşı evlerine dönüyorlar. Bu arada kayak merkezindeki açık büfe ve ikramların ardı arkasının kesilmediği yıldızlı otellerde, Beyaz Ruslar barlarda eğleniyor, içiyor ve dans ediyorlar. Palandöken Dağları'nda sabah olunca, herkes yerini biliyor... Aynı irtifada farklı dünyalar, demeye kalmadan, Doğu Anadolu'nun en büyük kenti Erzurum'da herkesin yaşamının bir şekilde bir diğerine yaslandığını anlamakta gecikmiyor insan. Erzurum'un gururla taşıdığı
Atatürk Üniversitesi, 47 yıllık geçmişiyle, Türkiye'nin en eskilerinden. Üstelik kampusunun kapladığı alana bakılırsa, dünyanın dördüncü büyük üniversitesi. Oysa asıl Erzurum'u ilgilendiren, Türkiye'nin dört bir yanından buraya okumaya gelen, yaşayan, alışveriş eden ve eğlenen tam 40 bin genç... Bir Doğu kenti olarak Erzurum'un ruhunu yansıtmasa da, cadde olmanın sorumluluğunu taşıyan, yaşamın aktığı ana damar, Cumhuriyet Caddesi, kent hakkında çok şey anlatıyor. Dip dibe sıralanan dükkanlara ve lokantalara bakınca, hem öğrencilerin hem de esnafın nasıl doyduğu daha netleşiyor. Palandöken pistlerinden merkeze, neredeyse kayarak inilecekmiş kadar yakın otellerde kalan müşterilerse, bu caddenin çılgın alışverişçileri... Erzurumlu da bu caddede dolaşıyor ama, o, hem Lala Paşa Camii'nin etrafını kar altında bile mesken tutan seyyar satıcılardan kot pantolon alıyor, hem de Taşmağazalar'dan kuyum ve Bat Pazarı'nın geleneksel dükkanlarından ehram...BUZ ÜZERİNDE YÜRÜME SANATINI BİLİYORLAR‘‘Türkiye 'dondu.' Hava sıcaklığı tüm yurtta geceleri eksilerde seyrediyor. Erzurum yine sıfırın altında 26 dereceyle en soğuk kent oldu’’ diye yazıyor gazete... Hayatında eksi 13'ü bile görmemiş biri olarak, henüz yüzleşmekten ürktüğüm bu yabancıya, Erzurumluların ense tokat oldukları bir dost gibi davrandıklarını fark etmem uzun sürmedi. Soğukla ilgili çeşitlemeler, başka hangi kentte bu denli zengindir bilmiyorum. Örneğin; halk, ayağı kayıp düşmeyenin, Erzurum'a bir daha geleceğine inanır. Bir inanış da, sonbaharda, Palandöken'e yedi kez kar yağacağı, sekizincisinin de Erzurum'a düşeceğidir. Halk sayar ve şöyle der; ‘‘Yedi dağa, bir bağa...’’ Erzurumlu için baharın habercisi leylekler, kışın habercisiyse, Tokat'tan gelen kestanecilerdir. Bu yüzden, Erzurumlu sokakta kestaneci gördüğü andan itibaren, gerginleşir, kışa hazırlık yapması gerektiğini bilir. Kış, buraya öyle ani gelir ki, yerliler, ‘‘Erzurum'a kar yağmaz, kütle halinde düşer’’ derler. Artık alışkanlıkla, eksileri saymıyor olsalar da, soğuk, henüz gelmeden kendini dayatıyor bu kente. Otomobili olan herkes, Batı'dakinden çok daha fazla para harcıyor aracının bakımına. Sokakta, artık kaldırımlaşmış buzlarda acemice yürüyen birini görürseniz, Erzurumlu olmadığını anlıyorsunuz. Çünkü buz üzerinde yürüme sanatının tüm inceliklerini bilen ve uygulayan, Erzurumlu'dan başkası olamaz. Hatta mokasenleriyle, kaldırımdaki buzda patinaj yapabilen ender türlerden olduğu bile söylenebilir. Ayrıca, dikkat edin, dükkanlara yakın yürümezler. Her an sarkıtların ya da çatılardaki buzların aşağı düşerek görünmez kazalara neden olduğunu bilirler çünkü. Her gün, kentin farklı yerlerinde, buz kütlelerinin büyük gürültülerle kaldırımlara düşerek paramparça olmalarına tanık oluyorum. Erzurumluların dediği gibi hissetmekten alamıyorum kendimi; ‘‘yukarısı buz, aşağısı buz, ortada biz...’’ 21.30 MATİNESİNE KİM GİDER BU KARDA KIŞTABir akşam, Dadaş Sineması'nı arayıp seansları öğrenmek istiyorum. Telefondaki görevli, ‘‘17.00 ve 19.30’’ diye cevap veriyor. ‘‘21.30 yok mu?’’ diye soruyorum. ‘‘Bak bayan, 21.30'da başlayan
film gece 11'de biter, bir çık da bak bakalım, Erzurum'da kimse sokakta mı bu soğukta’’ diyor. Yanılıyor, herkes sokakta... Erzurum'a gelen bütün yazar çizerleri ve sanatçıları ağırlayan, kentin tek içkili lokantası Güzelyurt'da ise, papyonlu garsonlar birkaç masaya servis yapıyorlar. İçerideki tek kadın benim. Görkemli girişindeki 1928 yazısı, kentteki en köklü lokantanın burası olduğuna işaret ediyor. Erzurumluları tanımak biraz zaman alabilir. Yine de, karşılıklı anlayışla, aradaki buzlar er geç erir... Marketten su alırken, Erzurumlu'nun garip bakışlarını yadırgamamak gerekir. Haklıdır da, kentinde yaklaşık iki yüze yakın çeşme vardır. Çay söylersiniz, kaşıksız gelir. Erzurumlu, kıtlama çay içer çünkü. Normalinden biraz daha sert olan şekerden bir parça ısırır, biraz içer, tekrar ısırır. Misafirseniz, ‘‘iki çay!’’ diye ısmarlanırken, ‘‘biri kaşıklı!’’ diye eklemeyi bilmek gerekir... Erzurum insanı, tüm yaşam zorluklarının üzerine, bir de soğuğun getirdiklerinin farkında olmak zorundadır. Mücadelesinin püf noktası ise, onu küçümsemek ve yokmuş gibi davranmaktır. Yine de, yaşam gergindir, sokaklarda pek gülene rastlanmaz. Bir tebessüm, ehramına sarınmış ninesiyle dolaşan küçük kız çocuğundan geldi. Yaşlı kadının üzerinde, artık kent merkezinden çok, civar köylerde rastlanan, Erzurumlu kadınların soğuğa karşı örtündüğü geleneksel ehram vardı. Küçük kız, utanarak saklanan ninesinin tersine, masmavi gözleriyle, kocaman gülümsedi. Sonra nine bana döndü, ‘‘İstanbul'da ehram yok ha?’’ dedi.Artık Erzurum'da da pek ehram satan yok. Şeref Bey'i bulmam kolay olmadı. Eski Bat Pazarı'nda, sedir yastıklarına halı ve kilim diken 70 yaşındaki Mehmet Amca'nın komşusu dediler. 101 numarada, birkaç metrekarelik dükkanında, kalpağıyla, heybetli bir şekilde oturuyordu. Ehramı, köylerde kadınlar ahşap tezgahlarda dokuyorlar. Bir kadın ancak bir ayda tek bir ehramı bitirebiliyormuş. İyisi saf koyun yününden olurmuş, on yıl boyunca da kullanılırmış... Ona en iyi ehramı Bayburtlu kadınlar getiriyormuş. ‘‘Sen anlayamazsın kalitelisini’’ derken, bir taraftan da ehramı kullanmayı öğretiyor bana. Sonuç, altı kaval üstü Şişhane... O da gülüyor ben de... NAİL BABA'NIN UNESCO ÖDÜLLÜ PASTANESİBir çan çalıyor, Hemşin Pastanesi'nde. Buraya ilk kez gelmiyorsanız, bunun, Nail Baba'nın, gırtlağından ameliyat olduğu günden beri, yanında çalışanları çağırma tarzı olduğunu bilirsiniz. Nail Orhon, hep aynı köşede oturur, sesi kısık olduğundan, gözleriyle konuşur. Bir de kafa sallaması vardır, pastane duvarlarına asılı ‘‘sigara içilmez’’ ya da ‘‘gürültü etmeyiniz’’ uyarılarına aldırmayanların yanından geçip giderken, yapar bunu. Bildiğimiz pastanelerden değil burası. Arka sokaktadır bir kere, bilen gelir. Duvalarından ve tavanından Nail Baba'nın yıllardır topladığı eşyalar sarkar. Burada, kıtlama çay ve yeryüzünün en muhteşem köpüklü ayranı içilir, mercimekli bulgur pilavı ya da üzüm yaprağından dolma yenir. Ne zaman çalınıp söyleneceği hiç belli olmaz. Artık efsanelerde yaşayan, mert, sözüne güvenilir, yürekli, küçüğe sevecen, büyüğe babacan davranan Erzurum'un Dadaş karakterinden bir şeyler vardır Nail Baba'da. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 1995 yılında Hoşgörü Ödülü verilmiş pastaneye. Çünkü sağ ya da sol ülkenin en karışık zamanlarında burada biraraya gelmiş. Nail Baba da, öyle kocaman bir şemsiye açmış ki herkese, kimsenin açıkta kalmasına izin vermemiş. Anı defterlerini açıp açıp okur bazen Nail Baba. Ona göre, pastanesi artık dergáh mı, dostlar meclisi mi, gerçek okul mu, herkesin takdiri kendine. Ama hislerini yazanlar arasında, 30 yıl önce bu masalarda parasız bir öğrenci olarak oturan ve şimdi ünlü bir doktor olan da var, ilk kez ziyarete gelen turistler, yazarlar, devlet adamları da... Orhan Pamuk, ‘‘Buraya yazmanın roman yazmaktan daha zor ve korkutucu olabileceğini hissettim. Hemşin Pastanesi'nde hem nükte yapmak, hem de hoşgörü eksikliğinden yakınmak zor...’’ diye yazmış. Erzurum'a kar yağınca, sanki bütün yeryüzü karla kaplanıyor. Yer, gök birbirine girmiş; beyaz bir balonun içinde dolaşıyor gibiyim. Biraz da karanlık bir beyazlık bu aslında, detaylar iyice belirsiz. İki yanında Erzurum Ovası'nın uzandığı asfalt üzerinde, bir köy silueti görünüyor. Köyün karlı yolunda, çok uzaktan bir adam yürüyor. Feci bir ayaz var. Parmaklarım donuyor. Onun ise hiç acelesi yok gibi... Bu köyden yarım saat mesafede, Erzurum- Artvin yolu üzerinde, güneşin açtığını biliyor mu acaba? Derecenin eksi 9'dan bire yükselmesi, Doğu Karadeniz'in bir mucizesi mi? Gökyüzü yırtılıyor, maviler çıkıyor, oradan buradan. Tortum'u geçince, kuş uçmaz kervan geçmez sandığım bir yerde, ‘‘Her gün Cağ Kebabı pişirilir’’ yazısı çıkıyor karşıma... Mütevazı bir yol üzeri lokantasında, gencecik bir çocuk, Tortum'un yatay pişirilen ünlü kebabını cağlara geçiriyor. KAFE KALLAVİ'DE HORON TEPİYOR GENÇLERMasalarda köylüler var. Karadeniz radyosu çalıyor... Karadeniz Doğu'ya yaslanıyor ister istemez, Doğu da Karadeniz'e... Bir taraftan da Erzurum gecelerinde, Kafe Kallavi'de horon tepiyor gençler. İçkisiz barın sahibi Köksal Bey, çıplak bir ampulün altında duran kasasının başından ayrılıp sahneye fırlıyor, gençleri kırmıyor, birkaç türkü söylüyor onlar için. Artık Dadaşlar'ı kalmasa da, aldığı göçlerle karakterini yitirmiş olsa da, tarihi anıtları günlük tüketimlerin gölgesinde de yaşasa, henüz her şeyini soğuğa teslim etmemiş Erzurum. Kim bilir, bu kent ve insanı için, Nazım Hikmet'in söyledikleri daha kaç asır geçerli olacak...‘‘... Erzurum'un kışı zorludur balam,Tandırda tezek yakar Erzurum.Buz tutar yiğitlerin bıyığı,Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam;Kabullenmez yılgınlığı...’’ BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMn Gece, 2500 metrede, karlı Erzurum'u seyretmek ve kırmızı şarapla ısınmakn Hemşin Pastanesi'nin kar gibi köpüklü ayranını kaşıklarken, Nail Baba'yla göz göze gelmekn Erzurum'dan Doğu Karadeniz'e doğru, bambaşka bir iklimin peşine düşmek n Yedi Karanfil'in, Sarı Gelin türküsü yorumunu dinlemekn Palandöken'in olağanüstü ‘‘toz kar’’ının keyfini çıkarmakn Narman'ın kızıl kanyonunda, peri bacaları arasında dolaşmakn Eski Bat Pazarı'nda, Şeref Bey'in saf yün ehramlarına dokunmakn Tortum Cağ Kebabı'nın üzerine Muammer Usta'nın kadayıf dolmasından tatmak n Hahuli Kilisesi'ni ve Öşkvank'taki katedrali görmekn Cumhuriyet Caddesi'nin kalabalığına karışmakn Erzurum Evleri'nde, eski bir tandırın içinde
yemek yemekn 65 basamak çıkıp, Erzurum Kalesi'ndeki Saat Kulesi'nden kenti seyretmekn Erzurum'un meÅŸhur türkülerini dinlemekn Rüstem PaÅŸa Bedesteni'nde dolaşıp, oltu taşından hediyeliklere bakmak n BaÄŸbaşı Köyü'ne bir ilkbaharda gitmekn Lapa lapa yaÄŸan karın altında, Atatürk Ãœniversitesi'nin kampusunda yürümekn Türkiye'nin tek Gondol'una binip, Palandöken'in zirvesinden kuÅŸbakışı Erzurum'a bakmakn ‘‘Erzurum çarşı pazar’’ dolaÅŸmakÂ
button