‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’

Güncelleme Tarihi:

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
Oluşturulma Tarihi: Kasım 08, 2020 07:00

Cemil Çiçek’in 1984’te Yozgat Belediye Başkanı olarak başlayan 35 yıllık siyaset yolculuğu milletvekilliği, Adalet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı, TBMM Başkanlığı’ndan sonra Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğiyle devam ediyor. Ankara’daki ofisinde eski fotoğraflarını karıştırırken hayatını, “Benimki bir Cumhuriyet hikâyesi” diye özetliyor: “Yedi çocuklu çiftçi bir ailenin çocuğu olarak Yozgat’ın küçük bir köyünden çıkıp bugünlere geldim…”

Haberin Devamı

Cemil Çiçek, bizi 1940’lı yıllara, Orta Anadolu’da bir köy evine götürüyor. Yozgat’a bağlı Musabeyli Boğazı Köyü’nde çatısız, iki odalı, tipik bir köy evindeyiz. Baba, çiftçilik yapıyor. Çiçek, ailenin ilk çocuğu olarak 1947’de, annesinin deyimiyle ‘harman kalktıktan sonra’ doğuyor. Onu altı kardeş izliyor. Aile en büyük çocuğun okumasını istiyor. Ancak ekonomik şartlar zor… Küçük kardeşler büyük ağabeyin eğitimine destek olabilmek için mevsimlik işçi olarak çalışıyor. Devamını Çiçek’in ağzından dinleyelim: “Okumak bir nevi sınıf atlamaktı. O sebeple aileler canlarını dişlerine takıp çocuklarını okutmak isterdi. İlkokulu köyde beş sınıf beraber okuduk. Köy Enstitüsü mezunu idealist öğretmenimiz vardı. O dönemin tüm öğretmenleri böyleydi… Çalışkan bir öğrenciydim.”

Haberin Devamı

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
Sene 1948: Annesiyle

11 YAŞINDA YALNIZ GARİP BİR ÇOCUK

Köyünden dışarı ilk defa 11 yaşında, ortaokula devam edebilmek için çıktı. Yozgat merkezde imam hatip ortaokuluna kaydoldu. Ailesi köyde kaldığından tek odalı bir ev kiralandı. Çiçek anlatıyor: “İki akrabamla kalırdık. Otoriter bir Osmanlı kadını olan rahmetli nenem gündelikçi olarak evlerde çalışarak kazandığı 3-5 kuruşla öğrenci evimizin ihtiyaçlarını karşılamaya yardım ederdi. Gelemediği zamanlarda biz üç çocuk kendi işlerimizi hallederdik. Zordu tabii... Başlarda köyden şehre gelmiş olmanın verdiği çekingenlik ve ürkeklikle her şey bizi şaşırtıyordu. Aile yok, sıcak yemek yok, doğru düzgün ayakkabı-kıyafet yok, garip bir çocuk… Yemek yapmayı o zaman öğrendim. Gaz lambası alacak paramız olmadığından sokaktaki elektrik direğinin ışığıyla ders çalışırdım…”

‘HUKUKLA LİSE SON SINIFTA TANIŞTIM’

Liseye geçtiğinde artık şehre alışmıştı. Dersleri iyiydi, öğretmenleri de onu seviyordu. Yokluksa olduğu yerde duruyordu. Evde yakacak olmadığından gittiği halk kütüphanesinde romanlarla tanışmıştı. Son sınıfta edindiği daktiloysa ona gelecek kariyerinin kapısını araladı: “Ankara Hukuk Fakültesi’ne hariçten devam eden bir öğretmenimiz vardı. Daktilomda ders notlarını temize çekerdim. Bu esnada hukuk kavramlarına aşina oldum. Bizden önce üniversiteye gitmiş tanıdıklar da vardı. Onların da yönlendirmesiyle ilk tercihim hukuk oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne en iyi puanla giren, dersleri en iyi on öğrenciden biri oldum. 35 bin nüfusluk memleketim Yozgat’tan ilk defa çıkıp İstanbul’un yolunu tuttum…”

Haberin Devamı

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
Zeynep Bilgehan, Cemil Çiçek’le zaman yolculuğuna çıktı.

‘TAHTA BAVULLA GELDİĞİM İSTANBUL...’

Cemil Çiçek, beş arkadaşıyla ‘megakent’e ilk gelişini dün gibi hatırlayarak anlatıyor: “15 liraya Gazanfer Bilge otobüslerine bindik. Sabahın köründe Kadıköy’e vardık. Ortalık karanlık, elimizde tahta bavullar… Taksi dolmuşu ardından arabalı vapurla Fındıklı’daki arkadaşlarımıza ulaşmayı başardık. 1965-1966 eğitim yılıydı. Ertesi gün Beyazıt’taki okula gidebilmek için ‘Boynuzlulara binin’ dediler. Troleybüsmüş, ne bilelim! Yozgat’ta eşeği, atı biliyorduk… İyi dereceyle girdiğimden İstanbul Ticaret Odası’ndan burs almıştım ama para yetmiyordu. Çıkrıkçılar Yokuşu’nda bir iplik komisyoncusunun yanında çalışmaya başladım.”

Haberin Devamı

Çiçek, “Üniversite hayatım öğrenci olayları başlayana kadar çok iyi geçti” diye devam ediyor: “Soğuk Savaş’ın bütün arazları ortada, merkezi de İstanbul Hukuk ve İktisat Fakültesi’ydi. Sol fikirdekiler üniversite lokalinde, Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda, sağ fikirliler Cağaloğlu’ndaki Milli Türk Talebe Birliği’nde toplanırdı. Türkiye İşçi Partisi Meclis’e girmişti. Altıncı Filo, ipini koparmış gibi sık sık Dolmabahçe’ye gelirdi… Ben sağ fikriyata yakındım. Bunda çevrenin tesiri de vardı; yurdum Cağaloğlu’nda, Milli Türk Talebe Birliği’ne çok yakındı. Masumane tartışmalar sonra suçlamalara döndü…” Genç Çiçek’in en sevdiği ders Anayasa Hukuku, hayali de akademisyenlikti. Ancak şiddetlenen olaylar onu bu alandan ayırmış: “1968’te üçüncü sınıftayken boykotlar, işgaller başladı. Güç bela sınavlara girip 1971’de mezun oldum. O dönem güvenliğinizi sağlamak için illa bir gruptaydınız. Ben de Mücadele Birliği diye bir dernekteydim ama sonra bazı şeyler kafama yatmadı. Hayatıma devam etmek için ayrıldım.”

Haberin Devamı

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
 Sene 1978: Eşi Gülten ve oğlu Ahmet'le...

ADIM EFENDİ’YDİ CEMİL YAPTIM

“Bana ‘Efendi’ adını vermişti babam. Bizde erkek çocuğa dedenin, kız çocuğa ninenin ismi verilir. Dedemin ismi Mustafa Efendi. Doğduğumda Mustafa ismi başka bir çocuğa verilmiş olduğundan bana Efendi ismi koyuldu. Ama tabiri caizse ben ‘Efendi’liği kabul etmedim ve lise sonda isim tashihi için müracaat ettim. Efendilik ısmarlama olmamalı, insan hal ve tavırlarıyla ‘efendi’ olmalı. Bugün kullandığım isim benim kendi tercihim. Neden ‘Cemil’i tercih ettim bilmiyorum. Orta Anadolu’da çok kullanılan bir isim de değil...” 

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
Sene 1984: Belediye başkanlığı dönemi.

Haberin Devamı

SİYASET KRONOLOJİSİ: VETO, BELEDİYE, BAKANLIK…

Cemil Çiçek siyasetle resmi olarak ilk kez 1983’te tanıştı… Bu süreci şöyle anlatıyor: “1977’de erken seçime gidilirken Milli Selamet Partisi’nde bir süre il başkanlığını yaptım… Sonra 12 Eylül oldu, ‘İyi ki milletvekili olmamışım!’ diye düşündüm; işte inanırız ki hayır diye bildiklerimiz şer, şer diye bildiklerimiz hayır olabilir… Sonra 1983’te Turgut Özal ile ANAP’ı kurarken yine veto yedim! 1984’te Yozgat’tan belediye başkanı seçildim. 1987’deki seçimde yasaklar kalkınca TBMM’ye girip bakan oldum. Rahmetli Özal, babamdan sonra üzerimde en çok hakkı olan insandır. Turgut Bey’in yanlışları, başkalarının doğrularından daha yol gösterici oldu benim için… İstifade ederseniz aynı yanlışı yapmazsınız…”

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
Sene 1985: Turgut Özal ile birlikte...

‘DANIŞTAY’A GİREMEDİM, ADALET BAKANI OLDUM’

Akademisyenlik hayali bitince Ankara’ya gelir Çiçek. Kendi deyimiyle, “Artık züğürtlük bitmeli” diyerek Danıştay’ın raportörlük sınavına girdi. Sonuç 100 üzerinden 99’du. Ancak bir türlü iyi haber gelmiyordu… Ne olmuştu? Çiçek yanıtlıyor: “Devleti ‘aşırı uç’lardan korumak için Türkiye’de ilk defa güvenlik soruşturmaları yapılmaya başlanmıştı. Ben ‘sağcı’ olduğumdan alınmamışım. İki de sol görüşlü kişiyi almadılar. Suç teşkil eden bir vukuatım yoktu ama o günkü anlayış, kaldığım yurda bakıp beni ‘gerici’ diye kuruma almadı. Allah, bize seneler sonra Danıştay’ın da işlerine bakmakla görevli Adalet Bakanlığı yapmayı nasip etti. O dönem çok üzülmüştüm. Okumuşuz, bileğimizin hakkıyla almışız puanı. 1968’e kadar kavga dövüş hiçbir şey yapmamışız. Sen eğitim öğretim hakkını kullanacak ortamı hazırlamamışsın, sonra sırf o yurtta kalmışım, falanca derneğin toplantısına gitmişim diye beni suçluyorsun. Bu uygulamalar insanın devlete olan güvenini sarsıyor.”

AFLARA NİYE KARŞI?

Akademisyenlikten sonra memuriyet kapısı da kapanınca memleketine döndü. Çiçek, ‘Anladık ki bize devlette ekmek yok!” diye devam ediyor: “1975 itibariyle Yozgat’ta avukatlığa başladım. Daha ziyade ceza davaları alırdım; adam öldürme, yaralama… Bir de boşanmalar çok olurdu. Dilekçeyi alsam da belki barışırlar diye davayı açmak için bir ay beklerdim. Unutamadığım dava; kumar müptelası Topal Rıfat, para için annesi ve kız kardeşini öldürmüştü. Yargılama yapıldı, idama mahkum ettirdik. Yan yattı, çamura battı, 7-8 sene sonra aftan faydalanıp çıktı hapisten… Bu sebeple ben prensip itibariyle aflara karşıyım; af dersek of deriz…” 

‘İYİ Kİ VARLAR’

‘Benimki bir Cumhuriyet hikayesi...’
Soldan sağa: Seda Çiçek (gelini), Gülten Çiçek (eşi), Torunu Rana, Cemil Çiçek, Torunu Mehmet, Ahmet Çağrı Çiçek (oğlu), Şeyma Yiğit (kızı)

“Eşim Gülten Hanım’la, 1976’da ben Yozgat’ta avukatlık yaparken tanıştık. O da Van İlköğretmen Okulu’ndan mezun. Her şey 10 gün içerisinde oldu, söz kesildi. Nikâhı da hemen yaptık. Evliliğimiz 40 seneyi aştı. Üç çocuğumuz, beş torunumuz var. Her şeyimi eşime ve aileme borçluyum. Siyasetçilerin en önemli referansı ve teminatı ailesidir. Benim için iyi ki onlar var...”

‘ATATÜRK’Ü RAHMETLE ANMAK LAZIM’

Çiçek, hikayesini bir ‘Cumhuriyet başarısı’ olarak tanımlıyor: “Nenem avukatlığımı gördü ama belediye başkanlığımı göremedi. Anne ve babam gördü, duygulandı. Filmlerdeki gibi köyümüzden çıkıp belediye başkanı olan ilk kişi bendim... Bu da Cumhuriyet sayesindedir. Cumhuriyet’in imkanlarına baba mirası yer gibi davranıyor, çocuklarımıza anlatamıyoruz. Cumhuriyet ve demokrasi olmasa köyde 40 dönüm arazisi olan, yedi çocuğu olan fakir fukara bir aile çocuğu gelecekte TBMM Başkanı olamazdı. Bunu kazandıranları, başta Aziz Atatürk’ü rahmetle anmak lazım. Anmayanlar nankörlük ederler.” 

‘YAHU BUNCA SENE NİYE KAVGA ETTİK?’

Çiçek, siyasette öğrendiği en önemli derslerden birini şöyle paylaşıyor: “1987’de bakanken Gaziantep’e gidecektim. Belediye Başkanı Sayın Celal Doğan’ın beni karşılaması icap ediyordu. Üniversiteden tanışıyorduk, o sol kesimdendi. Fikren bu kadar karşı olduğu birini karşılamaya gelip gelmeyeceğini bilmiyordum. Geldi, yıllar sonra havaalanında karşılıklı oturduk. İkimizin de aklından aynı soru geçmiş; “Yahu, biz bunca sene neden kavga ettik?!” Bugün kimseye karşı önyargım yok. Yaşadıklarımdan ders çıkararak, insanların birbirini dışlamasını, kutuplaştırılmasını tasvip etmem.” Peki bugün yaşanan kutuplaşmalarla ilgili ne düşünüyor? Yanıtlıyor: “Türkiye’nin daimi hastalığı bu… 100 yıldır kurtulamamışız.”

GENÇLERE TAVSİYELERİ: AKLINI, VİCDANINI, VARSA CÜZDANINI REHİN VERME

- İnsanlar her türlü fikri tercih edebilir ama kavga etmemeliler...

- Ön yargılarla katiyen kimse kimsenin vatanseverliğinden şüphe etmemeli, Türkiye’yi yaşanmaz hale getirmemeli. Hele siyasetçilere bakarak birbirleriyle ilişkilerini koparmamalılar!

- Gençlik çağı ümit, beklenti ve heyecan çağıdır ama onlara tavsiyem olabildiğince gerçekçi olmaları...

- Ülkedeki olumsuzlukların düzeltilmesini başkasından beklememeli, kendileri çözümün parçası olmak için gayret etmeli. Bunun için de ilk yapacakları, ne işi yapıyorsa onu çok iyi yapmak olmalı...

- Gençler akıllarını, vicdanlarını ve varsa cüzdanlarını sakın ha kimseye rehin vermemeli...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!