Güncelleme Tarihi:
Belki de bu yüzden, her ramazan ayında, o çok uzaklarda kalmış ama yine de bana çok yakındaymış gibi gelen çocukluğuma bakıyorken yakalarım kendimi. Çocukluğumla göz göze gelince, çocukluk arkadaşlarım, çoktan toprağa karışmış aile büyükleri, komşular, küçük şehrimize, Yozgat’a ait şimdi yerinde yeller esen silik görüntüler de bizi izlemeye başlar. Ve yaprak hışırtılarıyla çalkalanan serin yayla gecelerinde tadına doyulmaz bir oyun tuttururuz birlikte. Sahura kadar süren hesapsız, sorgusuz bir özgürlük vardır biz çocukların önünde. En çok hangi camide gülebiliyorsak oraya gideriz. Ama yine de en çok Jet Osman’ın camisini severiz. Çünkü Jet Osman sigara tiryakisidir, şehrin en hızlı teravih kıldıran hocasıdır ve neredeyse cemaatin alnı secdeden kalkmadan o namazı bitirir ve elinde çoktan yaktığı sigarasıyla kapıda gülümser. Sessizliğin iyice derinleştiği anlarda içimizden birinin tetiklemesiyle birbirine zincirlenen gülüşmelerimize kimsenin bir şey demediği (yaşlı ve sinirli amcalar gelmez bu camiye) camiden hocanın hızına benzer bir hızla çıkarak mahallemizde alırız soluğu.
MAHALLEMİZİN CAMİSİ
Annelerimiz, nine ve dedelerimiz henüz çıkmamışlardır teravihten. Mahallemizin camisi uykulu bir cennetin hemen yanı başında yer alır. İmamı komşumuzdur, oğlu arkadaşımız. Bazı günler, gözü kesmediğinden mi, misafirlikte olduğundan mı her nedense akşam ezanını oğluna okutur. Tabii biz de yanında. İftara zor yetişiriz o yüzden. Ama sevabımız bir kat daha artmıştır herhalde. Mahallemizin camisidir, yaz tatillerinde Kur’an kursuna gittiğimiz, namazda gülünce azar işittiğimiz, arkadaşımızdan dolayı yabancılık çekmediğimiz bizim camimizdir ama o bitip tükenmeyen teravih namazlarında uykunun yumuşak kollarına düşmemek ve cenneti kaybetmemek için çırpındığım camimizdir aynı zamanda. Dışarıda ise bizi karanlık ve serin bir gece beklemektedir.
BAZLAMALI SAHUR SOFRASI
Ne konuşmaya doyarız ne oyuna. Babalarımız kahvededir, annelerimiz hamuru mayalayıp yatmışlardır. Vakti gelince teneke çalarak sokakları dolaşır onları uyandırırız. Komşu kadınlar ellerinde hamur leğenleriyle bizim tandır evinde toplanırlar. Tandır yakılır, sırasıyla her evin bazlaması yapılır. Ev sahibi olarak en sona biz kalırız. Bazlama kokularının peşinde evlere dağılırız birer birer. Kız kardeşim annemle birlikte uyanmış, çayı demlemiş, sofrayı kurmuştur. Babam kahveden dönmüş, sigara dumanlarıyla uykuyu kovuyordur. Oruç tutamayacak yaşta olan kardeşlerim de sahura kalkmak için sıkı sıkı tembihlemişlerdir bizi. Yer sofrasına kurulur, annemin sıcak bazlamaları yağlamasını bekleriz. Mahallede kimin kaç tane bazlama yediği sofranın en önemli konusudur. Sonrası yün yorganlarımızın üstünü örten kavak hışırtılarına kalır.
AĞZINDAKİ SUYU YUTMAMAK
Gündüzler sıcaktır, günler yüzyıl. Oruç tutmayan yoktur, daha doğrusu öyle sanırız. Ne akla hizmetse, futbol oynamaya başlarız. Bazı çocukların ağızlarını çalkalamak için sık sık mahalle çeşmesine koşmasını kötüye yormam nedense. Fakat onlar bizden daha iyi oynarlar. Hadi ben de çalkalayayım ağzımı der, çeşmeye koşarım. Dünyanın en zor işidir ağzındaki suyu yutmamak. Yutmak da dünyanın en zor işidir, çünkü suyu yuttun mu, altmış bir gün oruç tutacaksın, hem de kimse oruç tutmazken. Ve akşam hiç olmadığı kadar uzaktır. En iyisi sinemaya gitmektir. Ne var ki sinemada korktuğumuz başımıza gelir. (Sonraki yıllarda açık saçık sahnelerle orucumuz sakatlanacaktır ama o ayrı bir yazının konusu.) Filmde, koca koca adamlar utanıp sıkılmadan, hatta hiçbir mazeretleri olmadan oruç yemektedirler. İşte o anda ıslık ve yuhalamalarla çınlar salon. Akla hayale gelmedik küfürler uçuşur havada. Böyle filmler gösterdiği için sinemacı da payına düşeni alır tabii.
İFTARA DOĞRU, PİDE KUYRUĞU
Sıra pide kuyruğuna gelmiştir. Vakitlice fırına gidip sıraya girilmelidir. Oruç yiyebilecekleri aklıma gelmediğinden, ateşin karşısındaki fırıncılara öyle çok acırım ki kendi susuzluğumu unuturum neredeyse. Bir türlü ilerlemeyen kuyruktan iyiden iyiye sıkılmışken, sıraya girmeden pideleri kapan torpilli uyanıklarla kuyrukta bekleyenler arasında esaslı bir kavga çıkar, geçmeyen saatler geçer gibi olur, iftar vakti yaklaşır.
OTELDEKİ İFTARI ANLAMIYORUM
Televizyonda eski ramazanları, meddahları, tangocuları, direklerarasını anlatanları, “Nerede eski ramazanlar?” diyenleri dinledikçe bizim ramazanlarımızın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışırdım. Şimdi de beş yıldızlı otellerde açılan iftarları ve birbirini tanımayan, güya birlik ve beraberlik ruhunu güçlendirmek için bir araya getirildikleri halde aralarında tek kelime konuşmayan insanların toplandığı iftar çadırlarını anlamıyorum.
Güzel miydi, bilmiyorum ama eskiden ramazanlar bir çocuğun gözleriyle bakar gibi yalansız bakardı dünyaya… -Ethem Baran
Kimdir?
ETHEM Baran, 1962’de Yozgat’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Yozgat’ta yaptı. 1983’te Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü’nden mezun oldu. Güzel Sanatlar Eğitimi alanında mastır programına devam etti. Öykü, deneme, eleştiri ve desenlerine çeşitli dergilerde yer verildi. İlk öykü kitabı “Sonrası Ayrılık” 1991’de yayımlandı. Onu 1994’te yayımlanan “Kurutulmuş Gül Mevsimi” izledi. “Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı” (2005 Yunus Nadi Öykü Ödülü), “Unuttuğum Bütün Akşamlar” (2005), “Bozkırın Uzak Bahçeleri” (2006) adlı öykü kitapları Doğan Kitapçılık tarafından yayımlandı. Yazarın ilk romanı “Yarım” şubat 2008 tarihinde okurlarıyla buluştu. Yine Doğan Kitap’tan çıkan öykü kitabı ”Evlerimiz Poyraza Bakar” 2009'da yayımlandı. 2011'de “Bulut Bulut Üstüne” son olarak da 2013 yılında İletişim Yayınları’ndan Emanet Gölgeler Defteri adlı kitapları yayınlandı.
KÖŞE YAZISI
Prof. Dr. Hasan Onat
İslam Bilim Geleneğinin Kökleri
Kur’an, insanlık tarihinde bir dönüm noktasını işaret eder. Kur’an’la birlikte aklın önündeki bütün engeller kaldırılmış, akıl çağı başlamıştır; aklın ‘belge’ niteliği taşıyan sağlam/güvenilir bilgi ile iş yapması gerektiği vurgulanmış ve insanın, yaratıcı yetileri olan, özgür bir varlık olduğu açıkça ifade edilmiştir. Kur’an insanın evrendeki yerini fıtrata uygun olarak insana hatırlatmış, bilgiyi bizatihi değer olarak görmüş ve insan için, çalıştığının, hak ettiğinin karşılığı olduğunu belirtmiştir. Bu doğrultuda Kur’an’ın, adeta insan aklını yeniden inşa eden bazı ayetlerinden çıkarabileceğimiz “kurucu ilkeler”inden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
*Aklını kullanmayanlar pislik içinde kalır. (Yunus,100)
*Canlıların en kötüsü düşünmeyen, aklını kullanmayanlardır. (Enfal, 22)
*Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz (Zümer, 9)
*Bilimde otorite olmaz; her bilenin/ ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. (Yusuf,76)
*Mü’min bilgiye, öğrenmeye açıktır; her sözü dinler, anlar ve en güzel olanını benimser. (Zümer, 18).
*Kur’an insanlık için bir bilinç kaynağı/kavrayış aracıdır. (Casiye, 20).
*Mü’min insan zandan uzak durur. Zan hakikat karşısında hiçbir anlam taşımaz. (Yunus, 36)
*İnsan hakkında bilgi sahibi olmadığı şeyin peşinden gitmez. (İsra, 36)
*Geçmişten gelen her şey, gelenek-görenekler, örf-adetler, her türlü değer ve değer yargıları daima eleştiri süzgecinden geçirilmelidir. Geçmiş kutsallaştırılmamalıdır. (Onlara, Allah’ın indirdiği Kur’an’a uyun denince, hayır atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler de mi?) (Bakara, 107)
* Daha önceki insanların yaşadıklarından ders almak gerekir. (Rum, 42)
*Allah’tan haşyet duymak, üst seviyede bir bilinçle O’na saygı göstermek, ancak ilimle mümkün olabilir. (Fatır, 28)
*Olay ve olguları anlayabilmek için, hadisenin kaynağına gitmek gerekir. (Yeryüzünde gezip dolaşınız ve Allah’ın yaratmayı ilkin nasıl başlattığını araştırınız.) (Ankebut, 20)
*Daha önceki insanların yaşadıklarından ders çıkartmak için yeryüzünde gezip dolaşmak gerekir. (Fatır, 44)
*Var olan her şey bir “ölçü”ye, bir hesaba göre yaratılmıştır. (Rahman, 5-7)
MEDENİYETİN OMURGASI
On dört asır öncesini göz önüne alacak olursak, Kur’an’ın bu kurucu ilkelerinin gerçekten devrim niteliği taşıdığını görebiliriz. Kur’an’la birlikte yeni bir insan, yeni bir tabiat ve yeni bir bilgi-bilim süreci başlamıştır. Kur’an, kurucu ilkeleriyle sadece aklı değil, bir bütün olarak insanı, insanın dünyasını ve tarihi hem yeniden inşa sürecini başlatmış; hem de insanın “özne” olduğu gerçeğini insanın bilinç dünyasına taşımıştır. Yaratıcı yetilerle donatılmış olan insanın madde üzerinde tasarruf gücü vardır: “Göklerde ve yerde bulunan şeyleri, kendisinden bir lütuf olarak size boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için dersler vardır.” (Casiye, 13) İnsanla buluşan ilk ayetler, yeni bir medeniyet hamlesinin ilk işaret taşları gibidir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı rahmin duvarına yapışan aşılanmış bir yumurtadan yaratmıştır. Oku; çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazma yeteneği vermiş, ona bilmediklerini öğretmiştir.” (Alak, 1-5) Müslümanların yaratacağı Kitap Medeniyetinin omurgasını, bilginin değer olduğunun farkında olan, okuyan, yazan insanların meydana getirdikleri bilgi birikimi oluşturacaktır.
***
İslam Bilim Geleneği’nin ilk tezahürlerini Hz. Peygamber’in sağlığında müşahede etmek mümkündür. Kur’an’ın bilgi ve bilim konusunda yarattığı duyarlılık, Hz. Peygamber’in okuma-yazmayı teşvikiyle, ilimle/bilimle uğraşmanın farz olarak görülmesiyle, bilen insanların takdir edilmesiyle toplumda makes bulmaya başlamıştır. Hz. Peygamber’in vahyi yazdırması, Kur’an’a uygun olarak insanları Kur’an’la uyarması, Bedir Savaşı sonrası esirlerden okuma yazma bilenlerin Müslümanlara okuma-yazma öğretmeleri karşılığında özgürlüklerine kavuşmuş olmaları bilginin kayıt altına alınması konusunda belki de yazının icadından sonra en büyük adımlardan birisi olarak tarihteki yerini almıştır. Böylece insanlığın kaderini değiştirecek yeni bir bilim anlayışının ve gittikçe büyüyen bir birikimin temelleri atılmış, hatta varlığı hissedilir olmuştur.
BİLGİYLE ÖZGÜRLEŞMEK
İslam’la birlikte insanın tabiatla ilişkisi birebir gerçeklik ilişkisi olarak belirlenmiş; insanın madde üzerinde tasarruf gücü, tabiatın doğru anlaşılması ile ilgili bilgisel süreçleri harekete geçirmiştir. Bu bakış açısı, kısa sürede etkisini göstermiş; Müslümanlar bir yandan olay ve olguları doğru anlamaya ve açıklamaya çalışırken, diğer yandan da bilgiye, öğrenmeye açık hale gelmişler ve insanlığın birikimine talip olmuşlardır. Kur’an’ın “oku!” emri, Müslümanı “eşyanın hakikatini”, olay ve olguların iç yüzünü anlamaya sevk etmiş; bir “yitik” ararcasına bilginin peşine takmıştır. Hem ulaşılabilen her türlü bilgi öğrenilmiş, hazmedilmiş; hem de yeni bilgi alanları yaratılmış ve bilimsel bilgi üretilmiştir.
***
İşin doğrusu, bu satırları yazmak bile insanın içini acıtmaya yetmektedir. Çünkü Müslümanlar, bugün, kendi yarattıkları muazzam birikimin farkında değildirler. Bu birikimin Endülüs kanalıyla Batı’yı nasıl etkilediği ayrı bir yazı konusudur. Bugünkü modern bilimin temelinde Müslümanların bilimsel birikiminin yattığını şimdilik sadece hatırlatmakla yetinelim. Unutmayalım ki, ancak kendi varlığının farkında olan özgür insanlar bilgiye ve öğrenmeye açık olurlar. Bilgiyle özgürleşemeyenler, birbirlerini yok ederek tatmin olurlar.
Surelere isim veren ayetler
FELAK SURESİ: Mushaftaki sıralamada 113’üncü, iniş sırasına göre 20’nci suredir. Fil suresinden sonra, Nas suresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler varsa da üslup ve içeriği bakımından Mekki surelere benzediği görülür. Sure adını ilk ayetinde geçen ve “Sabah” anlamına gelen “Felak” kelimesinden almıştır: “De ki, Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”
Kur’an’dan öğütler
ALLAH KİBİRLENEN VE ÖVÜNEN KİMSELERİ SEVMEZ: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36) KAYNAK: KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları