Aynı sayfada aşığıyla beraber olup kocasını öldürüp gömen bir kadının haberi. Evli erkeği, göz koyduğu eşinin yardımıyla öldürecek kadar utanmazlaşan bir erkek. Erkek denebilirse elbette!
Başka bir
haber, eşini döverek evden kovan bir başka erkek.
Eşini ve üç çocuğunu evde bırakıp başka bir erkeğe kaçan bir kadın.
Tacize uğrayan küçük bir çocuk.
Kuyumcudan el çabukluğu ile bilezik çalan bir çete.
Cami içinden halı çalan bir hırsız.
Ve daha yüzlerce kahredici, sarsıcı, rahatsız edici, vicdan hoplatıcı, yüz kızartıcı, denge bozucu, ümit kırıcı olay!
Arada bazen iyi haberler de yok değil tabii ki! Mesela müşterisinin taksisinde unuttuğu para dolu çantayı günlerce iz sürerek sahibine iade eden taksi şoförü gibi... Hem de çok ihtiyacı olmasına rağmen bu işi yapan yiğit bir adam!
Bu satırlar çoğaltılabilir. Ama sanıyorum yukarıdaki örnekler derdimizi anlatacak yeterliliktedir.
Buradan nereye gelmek istiyorum?
Aslında gelmeye çalıştığım konu şu: Ülkemizde bu çirkin olaylara imza atan insanların çoğu birer Müslüman evladıdır. Hatta belki bir kısmı şu Ramazan ayında oruçludur da! Elbette Müslüman olduğu için bu çirkinlikleri işliyor değil. Çünkü her toplumda olabilecek kötülükler bunlar.
Ama bizim dikkat çekeceğimiz nokta, "Müslüman olmasına rağmen" bu hataların, çirkinliklerin, zulümlerin altında imzalarının olması.
Yani diyeceğimiz o ki, bir Müslüman bunları yapmamalıydı! Öğrendiği bu şerefli dine, bu asil Kur’án’a, bu merhamet önderi olan Hz. Peygamber’e olan inancı, onu bu çirkinliklerden uzak tutmalıydı.
Ama öyle olmadı. İleride de öyle olmayacak. Çünkü doğru dürüst öğrenemediği din, belki yalan yanlış okuduğu dini bilgiler onu sadece isimde Müslüman yapmıştı.
O, eliyle, diliyle ve hatta kalbiyle Müslüman insana kötülük yapamayacağını öğrenememiştir! Nefsi, dininin ve aklının önündedir! Onu frenleyen hiçbir şey yoktur. Sağlam bir Allah inancı, ahiret bilinci yoksa ve kaçabileceğine veya kaçırabileceğine inanıyorsa, onu hangi şey durdurabilir ki? Elbette hiçbir şey!
Kur’án-ı Kerim okuyoruz. Ama içindekileri çoğu kez merak etmeden okuyoruz. Yüce Allah bizden ne istiyor? O’nun istediklerini ne kadar doğru anlıyoruz? Hz. Peygamber nasıl yaşadı? Neler yaptı? O’nun hayatı tarihi bir masal mıdır yoksa nokta nokta ders alınacak bir hayat felsefesi mi? Bu hadiselere, çirkinliklere, cinayetlere sebep olan insanımızın kaçta kaçı hayatında bu sorular ve cevaplarıyla yüzleşmiştir? Sanmıyorum ki, yüzde 90’ımızın aklına bile gelmemiştir. Dini anlamak, yaşamak, erdem ve güzelliğin, affedicilik ve tahammülün bu dinin varlık sebebi olduğunu kaçımız aklımıza getirmişizdir? Maalesef çok nadirdir böylesi...
Onların çoğuna göre, doğarken belki mahallesindeki cami hocasının okuduğu
ezan ve kamet Müslümanlığı için yeterlidir. Nasılsa ölünce günahlarının bedelini ödeyip cennete girecektir.
Evet, bu bir suçlama veya şikáyet satırları değildir. Bu hepimizin kendisini hesaba çekmeye zorunlu olduğunu bildiren bir muhasebe yazısıdır. İnsanımıza ne verdik! İlahiyatçısıyla, psikoloğuyla, yazarıyla, sanatçısıyla, medya mensubuyla, siyasetçisiyle... Ne verdik? Koca bir hiç! Basit bilgiler, içi boşaltılmış satırlar, birbirini suçlayan satırlar, utandıran ve umutları kıran hitabeler, boş programlar, özel hayatları didik didik eden gayretler, haberler ve hatta şok açıklamalar...
Elbette o zaman ibadetimizden, hayrımızdan, duamızdan, yakarışımızdan, yönelişlerimizden bir sonuç alamaz hale geliyoruz.
Bu uzun yazımızı, İbrahim Ethem Hazretleri’nin unutulmaz bir ikazıyla bitirelim:
Bir gün İbrahim Ethem Basra çarşısında gezmektedir. Birileri sorar, "Allah Kur’án’da ’Bana dua edin, duanızı kabul edeyim!’ buyuruyor ama neden karşılık alamıyoruz?"
Bu ilginç soru karşısında İbrahim Ethem her çağa ders olacak, aslında bizim de baştan beri şikáyetlerini yaptığımız hastalıkları sıralıyor. Ne kadar doğru değil mi?
İbrahim Ethem şöyle cevap veriyor:
"Çünkü sizin kalplerinizi on şey öldürmüş: Allah’ı biliyorsunuz; ama onun hakkını vermiyorsunuz, eda etmiyorsunuz... Kur’án’ı okuyorsunuz; ama onunla amel etmiyorsunuz... Allah Resûlü’nü sevdiğinizi iddia ediyorsunuz; ama onun sünnetini terk ediyorsunuz... Şeytanın, düşmanınız olduğunu iddia ediyorsunuz, sonra da ona uygun hareket ediyorsunuz... Cennete istekli olduğunuzu ifade ediyorsunuz, onun için çalışmıyorsunuz... Cehennemden korktuğunuzu söylüyorsunuz, ondan kaçmıyorsunuz... Ölümün hak olduğunu söylüyor; fakat onun için hazırlık yapmıyorsunuz... İnsanların ayıplarıyla uğraşıp kendi ayıplarınızı unutuyorsunuz... Allah’ın nimetlerini yiyor; fakat şükrünü eda etmiyorsunuz... Ölülerinizi defnediyorsunuz; fakat ibret almıyorsunuz... Dualarınız nasıl kabul edilsin ki!"
Amelde ölçülü olmaHz. Peygamber’in (sav) zevce-i paklerinin hane-i saadetlerine bir grup erkek gelerek Resulullah’ın (sav) evdeki ibadetinden sordular.
Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak: "Resulullah (sav) kim, biz kimiz? Allah O’nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir, bu sebeple O’na az ibadet de yeter!" dediler.
İçlerinden biri: "Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi.
İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim!" dedi.
Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terk edip, onlara hiç temas etmeyeceğim!" dedi.
Bilahare durumdan haberdar olan Hz. Peygamber (sav) onları bularak:
"Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah’a yemin olsun Allah’tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazen oruç tutar, bazen yerim; namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. Benim sünnetim budur, kim sünnetimi beğenmezse benden değildir!" buyurdu.