Güncelleme Tarihi:
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Yılmaz Büyükerşen ile 20 yıldır belediye başkanlığını yürüttüğü Eskişehir’de geziyoruz. Bize şehrin sokaklarını, köprülerini, müze, heykel ve parklarını gösteriyor. Sonra sıra çocuklar için yaptırdığı şatoya geliyor ve Yılmaz Hoca’nın gözleri parlıyor. Bir çocuk heyecanlıyla tüm oyuncakları tek tek anlatıyor. Bunun sebebi Hoca’nın kendi çocukluğunda gizli…
YOKLUK İÇİNDE BİR ÇOCUKLUK
Hikaye İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlıyor: “1937’te bir göçmen evinde doğmuşum. Babam Üsküp tarafından. Annemler de Kırım Tatarı. İki kardeşim daha var. Porsuk nehrinin ikiye böldüğü Eskişehir’de aşağı mahalle Odunpazarı’nda yerliler, yukarı mahalle Tepebaşı’nda göçmenler yerleşiktir. Evimiz, bayat ekmek, sebze ve meyvelerin ucuza satıldığı Bayat Pazarı semtindeydi.
Şehir o tarihte jeneratörle aydınlatılırdı. Mahallelerde günaşırı elektrik olurdu. Göçmen çocukları yokluk içinde büyüdüklerinden yaratıcı olurlar. Kendi eğlencemizi üretmeye çalışırdık; çorak toprakla yumurtayı karıştırıp bilye yapar, tel ve tahtalardan araba, kışın buz tutan Porsuk Nehri’nde tek ayakla kaymak için paten kızaklar yapardık.
‘BİR HAFTALIK SERSERİLİKTEN SONRA…’
Ancak sokakta oyun hakkı, ilkokuldan itibaren ancak bir haftayla sınırlıydı. Nedenini şöyle anlatıyor: “Bir haftalık ‘serserilikten’ sonra, babalarımız elimizden tutarak bizleri bir esnaf veya zanaatkar yanına çırak verirdi. Hafta sonu patronun verdiği ücretin de babamın esnafa gizlice verdiği 250 kuruş olduğunu sonra öğrenmiştim. Ben o haftalıkla ayakkabımı boyatır, ‘Çocuk Haftası’, ‘Doğan Kardeş’ gibi dergileri ve hafta sonu ilavesi veren Hürriyet Gazetesi’ni alırdım. Çünkü ilavenin birinci sayfasında Ratip Tahir Burak’ın renkli siyasi panoraması, son sayfasında da Sururi Gümen’in ‘Canbaba’ tiplemesi karikatürleri yayınlanırdı. 14 yaşımda da karikatür sergileri açmaya ve ücreti karşılığında portre karikatürler çizmeye başladım.”
HAVA HARP’İN HAVALI ÜNİFORMALARI
Genç Büyükerşen’in o aralar hayallerini süsleyen meslek Hava Harp Okulu’ydu. Havalı üniformalarıyla kentte dolaşan öğrencilerine hayrandı. Askeri liseye müracaat etti fakat bir talihsizlik onu bu hayalden kopardı: “Maalesef başvuru için gereken sağlık raporumu kaybettim. Arkadaşlarım liseye kayıt yaptırıp üç sene sonra da Hava Harp Okulu’na girdiler. Ben ise yine bindiğim kader trenimin makas değiştirmesiyle Eskişehir Atatürk Lisesi’ne devam ettim. Lisede, çıkardığımız ‘Duvar Gazetesi’ ‘Kültür’ adıyla matbaada basılan ve velilere de gönderilen bir ‘yayına’ dönüştü. Bu arada ben matbaacılığa da merak sardım.
KARA TRENLE SANAT AKADEMİSİNE...
Lise son sınıfta hocaları yüksek öğretim için ona Güzel Sanatlar Akademisi’ni tavsiye ettiler. Babası da oğlunu kırmadı; cebine az para koyup kara trenle üçüncü mevkide İstanbul’a sınava yolladı. Ancak Yılmaz Hoca’nın hayat treni yeniden bir makastaydı… Anlatıyor: “Sınavı yedinci sırada kazandım. Akşam Eskişehir’e vardığımda aileme mimar olacağımın müjdesini verdim. Babam hiç sevinemedi. Gözleri dolarak, ‘Evladım iyi de seni İstanbul’da nasıl okutacağım’ deyince ben anladım… Burs için evvelden çalıştığım Kiremit Fabrikası’na başvurdum. Baktım oradan da hayır yok, döndüm, geldim gazeteciliğe devam ettim…” O ara devam zorunluluğu olmayan Ankara Hukuk Fakültesi’nden haberdar oldular ve Yılmaz Büyükerşen bu okula kayıt oldu. Bir yandan Eskişehir’de kanun kitapları çalışıyor, bir yandan temsilcisi olduğu gazetelere haberler yapıyordu. Temsilcisi olduğu Dünya Gazetesi’nde Bedii Faik, Falih Rıfkı, Ali İhsan Göğüş ve Orhan Birgit ile çalışıyordu. Bir gün Birgit ve Göğüş’ten gelen bir telefon Büyükerşen’i başka bir makasa götürdü. Hoca anlatıyor: “Eskişehir’de yalnız bir müdür ve mühürle, kanunu olmadan kurulmuş bir yüksekokul olduğunun ihbarını verdiler. İsmi Akşam Yüksek Ticaret Mektebi’ymiş. ‘Git manşetlik bir röportaj yap, haydi görelim seni!’ dediler. Oraya gittiğimde kayıtlar başlamıştı. Müdüre gittim, ‘Ben Dünya Gazetesi’nden Yılmaz Büyükerşen!’ dedim. Bana, ‘Eyi, napmağa geldin?’ diye yanıtladı. Gerekçemi söyleyince önce rengi attı! Sonra, ‘Sen okumuyor musun?’ dedi. Durumu anlatınca bir teklifte bulundu; ‘Kaydını Ankara Hukuk’tan buraya alırsan tüm sorularına cevap vereceğim!’ Kabul ettim. Haber bomba gibi patladı! Hükümet, akşam ticaret okullarının statüsünü üniversitelere eşdeğer “Akademiler” olarak değiştirdi. Manşetimi yaptım, artık Hukuk Fakültesi’ne dönebilirdim. Ama Orhan Hoca, beni bırakmadı. Bu makasla Yılmaz Hoca, sonradan kurucu rektörlüğünü de yapacağı, tam 41 yılını geçireceği Anadolu Üniversitesi’ne ilk adımı attığının farkında değildi.
SON İSTASYON: DOĞDUĞU ŞEHRİN BAŞKANLIĞI
Prof. Yılmaz Büyükerşen’in 1981’de başlayan Anadolu Üniversitesi rektörlüğü 13 yıl sürdü. Hoca bu dönemi şöyle anlatıyor: “Benden beklenti çoktu; açık öğretim sistemini başlatacağız, yurtdışındaki Türk gençlerine üniversite imkanı sağlamam, Türkiye’de ise yeni branşlar açmam isteniyordu. Gerçekten de dünya çapında işler yaptık. Rektörlüğüm 12 yıl sonra, Anayasa’ya ve hukuka aykırı olarak, bir Danıştay kararıyla bitti. Hürriyet, Danıştay ve YÖK’ün bu kararına ‘Bu Nasıl Kafa’ diye manşetten yer verdi. Bu sefer hocalığa İletişim Bilimleri Enstitüsü’nün başında devam ettim. O arada Aydın Doğan ile Ayhan Şahenk Kanal D’yi kuruyordu. İki sene onlarla çalıştım. Bu arada Rahmetli Suna Kıraç ile TEGV’i kurduk…”
HAYATININ AŞKINI ÜNİVERSİTEDE TANIDI
Yılmaz Hoca, üniversitede tanıştığı, Emniyet Müdürü’nün (sonra CHP milletvekili) rahmetli Şevket Asbuzoğlu’nun kızı Seyhan Hanım’la 1963’te evlendi. Mutlu evlilikleri halen devam ediyor. İki kızları, iki torunları ve iki damatları var.
ÇORAK ŞEHİRDEN ÖRNEK BİR MODEL
Hoca’nın yaşam treninin son istasyonu akademisyenlik olacak gibiydi… Olmadı! Devam ediyor: “Siyaset tekliflerini hep reddederdim. Siyasetin karmaşık ortamından uzak durmak istiyordum. 1999’da Bülent Ecevit aradı; ‘Hiç yoktan dinamik üniversite var ettiniz, uluslararası yaptınız... Size Eskişehir Belediye Başkanlığını teklif ediyorum. Doğup büyüdüğünüz, ayrılamadığınız şehir… Bu Anadolu şehrinden diğer illere bir örnek olacak model yaratın” dedi. 62 yaşındaydım. Emeklilik benim gibi bir adam için ölüm gibi bir şeydi. Eşim de kabul edince DSP’den Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldum. Eskişehir’deki belediyelerin çoğunu 1999 yılındaki yerel seçimlerde oy farkıyla aldık”.
‘BU ÇOCUĞA ŞUNU SÖYLERDİM…’
“Oğlum, bak… Bu memlekette yaşamak büyük bir şans. Daha ileri gidebilmemiz için yeni neleri katabilirsin, hep onları düşün. Hedefin, gelecek kuşakları yetiştirmek olsun. Gençlerin yurtdışına gitmelerine üzülüyorum ama ne yapalım biz kaçırıyoruz o çocukları… Onları iyi anlamak lazımdı, anlayamadık.”
BALMUMU MERAKI İNATTAN BAŞLADI…
“Kim bana ‘Türkler yapamaz’ derse irrite olurum. Elimde ne var ne yok bırakır, o işin olabilirliğini ispata adarım kendimi. Londra’daki benzemeyen balmumu Atatürk heykeliyle başlayan inadım sonunda bugün Eskişehir’de bir ‘Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi’ne kadar gitti.”