Oluşturulma Tarihi: Eylül 09, 2001 00:00
SABRİ Yusuf, Ekrem Namık, Hüseyin Başi, Recep Bahri... Hepsi köylerini 1964 katliamından korurken toprağa düşmüşler.Turan Mehmet, Fehmi İbrahim, Sabri Hüseyin, Günfer Hasan, İrfan Hikmet, Kazım Musa, Fuat Feridun... Onlar da 1974 Temmuz'unun şehitleri.Kuzey Kıbrıs'ın Batı ucunda, sınıra birkaç yüz metre yakınlıktaki Yeşilırmak Şehitliği'nde fatihalar okunuyor. Günlerden 5 Eylül. Köyün ‘‘Direniş ve Bütünleşme’’ bayramı. Süleymaniye ve Günebakan köylerinin de.İkinci Harekát'ın tarihini bilenlere, ‘‘bütünleşme’’nin Ateşkes'ten yirmi gün sonraya rastlaması tuhaf gözükebilir. Gerçek şu ki, on yıllık direnişini 1974 çıkarması boyunca da sürdüren bu bölge, saldırganlar çekildikten sonra boşalan topraklara anavatan askerinin gelmesi için çok uğraşmış ve sonunda başarmış. ‘‘Ölenler, yeniden Rum egemenliğine girmek için ölmediler’’ diyerek.Yeşilırmak, barışçı çözümlere tuttuğu bu ışık bakımından önemli: Geçmiş unutulabilir; ama hiçbir çözüm, geçmişin tekrar yaşanmasına yol açmamalıdır. Köy, deniz kıyısı kahvesindeki ‘‘Verigo’’ üzümü asmasına 1947'de çakılan ve ‘‘140 santimlik çevresiyle dünyanın en kalın asmasıdır’’ diyen Guinness plaketinden daha çok, dünyaya verdiği bu mesajla övünebilir.Mesajın herkesçe doğru algılandığı söylenemez. Özellikle, Türk tarafının yine uzlaşmaz gösterilmeye çalışıldığı şu günlerde.Son girişimin içeriği ayrıntılarıyla açıklandığı için artık sır olmaktan çıkan bir noktayı vurgulamakta yarar var: Ankara ve Kuzey Lefkoşa, bu kez anlamlı müzakere amacıyla ‘‘ortak zemin’’in oluşup oluşmadığı tartışılırken, uzlaşmazlık şöyle dursun, şaşılacak ölçüde esneklik gösterdi. Masaya çağırışta ‘‘yeni bir ortaklık için’’ sözleri yer alsa yeterliydi. Bunu bile yapmaktan kaçınmak, ‘‘Meşru cumhuriyetin anayasası değiştirilir, olur biter; yeni ortaklık da ne oluyor?’’ diyen Rum tarafının ekmeğine yağ sürmek ve görüşmeleri onların istediği raya oturtmak demekti.Sanki Türkler o sözde ‘‘meşru’’ cumhuriyetten kovulmamışlar gibi.Sanki 1963'ten beri çeşitli adlarla kendilerini yönetmemişler, çeyrek yüzyılı aşan zamandır ayrı bayrak altında yaşamamışlar gibi.Başkalarınca tanınmamışlık, çözüm arayışında devlet sayılmamak için yeterli miydi? Şimdiki durumun gerçekliğine dayalı iki devletli bir çözümden daha basit, erişilmesi ve sürdürülmesi daha kolay bir çözüm olabilir mi?Türkiye için Avrupa Birliği koşullarının Kopenhag ölçütlerinden ibaret olmadığı, başka birtakım ‘‘siyasal ekstralar’’ bulunduğu ve Kıbrıs'ın bunlardan ancak birini oluşturduğu Helsinki'den beri bilinmekteydi. Başbakan Ecevit'in, temmuz başı, kriz ortamında, ‘‘Bu gidişle IMF'nin önümüze diplomatik taleple çıkmasından endişeliyim’’ dediği de biliniyor. Bu durumda, Rum tarafının uzlaşmazlığını ve Türkiye'yi dize getirmek isteyenlerin içli dışlı Kıbrıs hesaplarını anlamak kolaydır. Ama, adada onların istediği sonuca razı olmakla Avrupa kapısının aralanacağını ve ekonomik sıkıntının azalacağını sanan yerli safdilleri anlamak mümkün değil.Bilmezler ki, zilleti bir kez kabul edenin paçası bırakılmaz, daha fazlası istenir.Bilmeleri gerekir ki, kimse en zayıf gününde zillete başkaldırabilen kadar güçlü olamaz.
button