Güncelleme Tarihi:
Üç, iki, bir, çekim! Sahneye Yeşilçam’ın usta oyuncusu, Türkiye’nin her daim ve en sevilen isimlerinden bir efsane, Cüneyt Arkın giriyor… Heybeti ve yakışıklılığıyla karşımıza oturuyor. Az sonra geçmişe yolculuk yapacağız. Ama ‘Hey Gidi Yıllar’ demeden önce; bugün! ‘Kuruluş Osman’ dizisinde ‘Aksakallılar Heyeti’nin reisi rolüyle ekranlara dönen Cüneyt Arkın uzun yıllar sonra gittiği setleri nasıl bulmuş? “Şaşırtıcı!” diye yanıtlıyor: “Sette yüzlerce kişi var. Herkes görevini çok severek yapıyor. Atlar at değil; efsane! Hepsi küheylan! Dekorlar müthiş.” Sonra bir iç çekiyor ve devam ediyor: “Biz çölde çalışırken içecek suyumuz olmazdı. Atlar araba atıydı. ‘Benim atım geldi mi?’ diyordum, arabadan söküp getiriyorlardı! Son dönemde film çekmek bir yüktü. Burada sette beş, altı kamera var. Türk sineması bir sermaye birikimi yapamadı ama diziler sanayileşti…”
‘TÜRK HALKINA HİÇ OYNAMADIM’
Setler değişmiş ama her kuşaktan izleyicinin Arkın’a olan sevgisi hiç değişmiyor. Bunun sırrı nedir? Şöyle yanıtlıyor: “Türk halkına karşı dürüst olacaksın. Yürekten ve samimi olacaksın. Seveceksin onu, ona dokunacaksın… Ben Türk halkını çok sevdim. O da beni çok sevdi… Sonra ben halkın içinden, doktorluk yaparak geldim bu mesleğe. Türk halkı çok vefalı bir halk. Gözleriyle değil, yüreğiyle bakar. Müthiş bir sağduyusu vardır. Bugüne kadar hiç yalan söylemedim, hile yapmadım. Dosdoğru, neysem onu yaptım…”
‘BUĞDAY TARLASINDA BİR ÇOCUK...’
Peki kimdi Cüneyt Arkın? Şimdi filmi geriye sarabiliriz… Hikâye 1937 yılında Eskişehir’in Mahmure Mahallesi’ndeki kerpiç bir evde başlıyor. Sinema sektörüne geçtikten sonra ‘Cüneyt Arkın’ adını alan oyuncu, ‘Fahrettin Cüreklibatur’ olarak çiftçi bir ailenin iki kızdan sonra üçüncü çocuğu olarak dünyaya geliyor. Çocukluğunu babasının sağ kolu olarak kah ekin ekerek kah çobanlık yaparak geçiriyor. Arkın çocukluk günlerini özlemle şöyle anlatıyor: “Yüz koyunumuz vardı. İki ablam, anam, babam, ben, o yüz koyunun peşindeydik. Bazen babam eşeğe heybeyi vurur, giderdi. Geldiğinde bir heybede öteberi, diğerinde de buğday olurdu. İki ablam ve ben, ellerimiz kan içinde, buğdayları ekmek için uğraşırdık. Babamsa her bir taneyi kıyamadan, çocuğu gibi ekerdi. Aklı fikri oradaydı. Eskişehir’in kırmızısı sonsuzluğa giden sabahlarından birinde uyandırdı beni. Müthiş bir sessizlikte, ‘Bak, ekinler büyüyor, filiz veriyor, büyüme seslerini duyuyor musun?’ dedi.”
SENE 1940’LAR
Cüneyt Arkın ailesiyle. Arkın o dönemleri şöyle anıyor: "Babam tabiatın kendisi olmuş bir insandı. Ben de tabiat içinde büyüdüm. Eskişehir’de koyunların arasında, tezeklerin üzerinde uyuduğum tatlı uykuyu sonra en lüks otellerde bile bulamadım.”
‘SABIRLI OLMAYI BİR SIPADAN ÖĞRENDİM’
Böyle bir ortamda büyümek insan ruhunu nasıl etkiler acaba? Bir başka anıyla yanıtlıyor: “İlkokulda aileme destek olmak için bostan bekçiliği yaptım. Üç ay tek başıma doğada kaldım. Yanımda iki köpeğim, bir de sıpa vardı... Bu tecrübe yüreğime öylesine zenginlik, engin düşünme, farkındalık gücü verdi ki ‘Cüneyt Arkın’ olduğum süre boyunca bu birikimden kuvvet aldım. Tabiatın içinde üç ay herkese hasretken köpeklerimden dostluğu, nezaketi, vefayı öğrendim. Sabrı ve dayanıklılığı da sıpadan öğrendim. Tabii tabiat insanı babamdan da kavi olmayı, yenilmemeyi, dayanmayı öğrendim. Annemin elleri tarlada çalışmaktan nasır dolu olurdu. Kınayla örterdi. Canım annem…”
‘ÇOK SAFTIM, ARTİZ OLUNCA DEĞİŞTİM’
Ailesine işlerde yardımcı oluyordu ama okulunu da ihmal etmiyordu o zamanki adıyla Fahrettin. İlkokul hatıralarını, “Çok iyi bir öğrenciydim” diye anlatıyor: “Necatibey İlkokulu’nda öğretmenimiz Maide Coşkuner’di. Tabiatla olan ilişkimi bildiğinden bana kitaplar verirdi. Benim dönemimde öğretmenler Atatürk’ün eğitim neferleriydi. Biz çok iyi yetiştirildik. Sınıf arkadaşlarımdan belediye başkanları (Yılmaz Büyükerşen), profesörler, bilim insanları çıktı. Ben de ‘artiz’ oldum...” Lisede de sosyal bir çocukmuş: “Tiyatroya ilgim vardı. Moliere’in oyunlarını oynardık. Resim öğretmenimiz Nevzat Hoca’nın temelini verdiği bilgilerle halen yağlı boya resim yaparım. Tabiatla yaşayınca da hakikaten görmeyi öğreniyorsun. Yıldızları, yağmuru hissediyorsun, düşünüyorsun. Çok saf, masum, güzel büyüdüm. Sonra, ‘artiz’ olunca her şey değişti!”
‘İSTANBUL’A AYAK BASTIM BİR BAKTIM AŞAĞIDA DENİZ’
Ancak ‘artiz’lik yıllarına daha vardı… Atatürk Lisesi’nden mezun oldu. Rol model gibi gördüğü amcasının oğlu Fikret Cüreklibatur doktor olmuştu. Ailesi, özellikle küçük ablası Sıdıka da ‘Haydi doktor ol da bizi iyileştir!’ diye onu cesaretlendiriyordu. Gaz lambası altında derslerine sıkı çalıştı. Sınavdan sonra tek tercih yaptı: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi. Okulu üçüncü olarak kazandı. Çok sevdiği ailesinden ayrılma zamanıydı… Arkın, bu anı dün gibi hatırlıyor:
“Babam sağ kolunu kaybetmiş gibi oldu ama belli etmedi. Herkes okumamı istiyordu. Ablalarım istasyonda ağlıyorlar, gözyaşlarını saklıyorlar... Öğrenci olarak İstanbul’a ilk ayak bastığım gün Haydarpaşa’da trenden indim. Aşağıda deniz ve vapur… Bir şaşkınlık! Sirkeci’ye geldik. Anadolu’da kendi başının çaresine bakarak büyümek seni yönlendiriyor; hemen bir han bulduk. Üç ırgat var odada, bir de ben.. Bana peynir, ekmek verirlerdi. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım. Gece mum ışığında ders çalışırdım. Bir süre sonra dört arkadaşımla Fatih’te bir eve geçtik…”
‘ARTIKLARI BİZE VERİRLERDİ’
Arkın, “Anadolu’dan gelenler birden adapte olamazlar. Bense İstanbul’un hay, huyuna kapılmadım” diye devam ediyor: “Babamın öğrettiği iki önemli şey vardı; ‘sorumluluk’ ve ‘yalan söylememek’. Yalan her türlü kötülüğün başı. ‘Sorumluluk’ da kişiliği olanların sahip olduğu erdem. Oraya gelmişim… Cebimde 3-5 kuruşum var, anam yumurta gönderir. Bu sorumlulukla mutlaka ama mutlaka doktor olacaktım. Tıp eğitimi altı yıldır. Stajları üst üste alarak beş buçuk yılda bitirdim. Bir yandan çalıştım; bulaşık yıkadım, garsonluk yaptım, telefonlara cevap verdim… Prof. Cihat Abaoğlu bana yaşlı hastalara evlerinde bakım işi bulmuştu. 24 saat başında bekliyorsun; yediriyorsun, içiriyorsun, altını temizliyorsun, tıraş ediyorsun… Parası iyiydi ama bize artık yemekleri vermeleri zoruma giderdi!”
‘KÖYLÜLERLE AHIRDAN SAĞLIK OCAĞI YAPTIK’
1961 senesindeki mezuniyetinden sonra hocaları onu bırakmak istemedi. Ancak Arkın’ın aklı Anadolu’daydı... Anlatmaya devam ediyor: “Askerliğimi yaptıktan sonraki ilk görev yeri olarak Adana’nın Feke taraflarında bir köye gittik. ‘Köy’ deniyor ama ‘Nerede köy?’ diyorum... Toprak altında bir yer, mağaralarda! Sağlık ocağı filan yok. Ahır gibi bir yer verdiler. Sağolsun köylüler, hemen yardıma geldi. Kolları sıvadık. Ahırı sağlık ocağına benzer bir şey yaptık. O gece yorgun yattım. Tepeyi daha kapatamamışız, yıldızların altında uyudum... Akşam yemeği ayran, bulgur pilavı ve soğan getirdiler. Hala tadını unutmadım, öyle lezzetli yemek yediğimi hatırlamıyorum.”
Arkın, çalışma alanı kadar koşullarının da zor olduğunu ekliyor: “Hiçbir kadının çıplak etine iğne yapmadım. Hep şalvarın üstünden yapardık... Bir gün feryatlar içindeki bir hamile kadına müdahale etmek istedim babası ve kocası silahla önüme geçtiler. Sonunda kadın da çocuk da öldü. Hastalara katır sırtında giderdik. Çocuklarda çok ölüm oluyordu. Kızamık salgınında bir hafta içinde 20-30 ölüm oldu. Penisilinim olsa kurtarırdım...”
DOKTORLUKTAN YEŞİLÇAM’A TRANSFER…
Onu, ‘Prof. Fahrettin Cüreklibatur’ yerine Yeşilçam efsanesi ‘Cüneyt Arkın’ olarak tanımamızı bir tesadüfe borçluyuz! Anlatıyor: “Eskişehir’de hava üssünde askerliğimi yapıyordum. Yönetmen Halit Refiğ film çekmek için Eskişehir’deydi. Çarşıda kitap alışverişi yaparken tanıştık. Bana filmindeki ‘doktor’ karakterini oynamamı teklif etti ama zamanım yoktu, olmadı. Yıllar sonra fakültede kadro beklerken yine karşılaştık; ‘Ooo doktor ne yapıyorsun?’ dedi. ‘Valla sürünüyorum’ diye yanıtladım ve bu sefer teklifini kabul ettim. İlk sorduğum soru kaç lira alacağımdı! Filmi çekti. Sonra bir sabah bir uyandım ki Cüneyt Arkın olmuşum!”
ARKIN’DAN DERSLER
Başarının sırrı için yanıtı basit: “Çalışmak ve okumak. Tabiattan çok beslendim ve çok okudum. Karantina dönemini de okuyarak geçirdim. Kemal Tahir meraklısıyım, eserlerini yeniden okudum. Torunum Zeynep’e de kitaplar okudum. Ayrıca karakalem çizimler yaptım, gazete okudum, belgeseller seyrettim...”
AKSAKALLILARIN REİSİ
Cüneyt Arkın, başrolünü Burak Özçivit’in oynadığı ‘Kuruluş Osman’ dizisinde ‘Aksakallılar Heyeti’nin reisini canlandırıyor.
8 NO’LU CÜNEYT ARKIN POZU
Cüneyt Arkın, foto muhabiri arkadaşımız Murat Şaka’ya poz verirken ailesi “Şimdi yedi numaralı bakış! Sonra sekiz numaralı Cüneyt Arkın pozunu yap!” diye tezahürat ediyordu…
İLK GÖRÜŞTE AŞK HİKÂYESİ…
Cüneyt Bey Betül Hanım’la 52 yıldır evli! Betül Hanım, “Türkiye’nin en büyük jönlerinden biriyle evli olmak zordu, halen zor” diyor. Cüneyt Bey için de zor muydu jön olmak: “Nayır!” diyor. En güzeli doğal olmaktır...”