Oluşturulma Tarihi: Eylül 18, 2008 00:00
AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen’in, iki Hürriyet yazarının bir balıkçıda yemek yerken yaptıkları özel sohbetten bahsetmesi, jurnal devrinde yaşananları akıllara getirdi.
Sözen’in, Hürriyet yazarlarının konuşmasını nasıl öğrendiğine dair "Etraftaki masalar duydu" savunması, bugünlerde telekulak endişesi yaşayanların bundan sonra "Yan masada hafiye oturuyor mu?" diye düşünmesine de yol açacak gibi görünüyor.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, önceki gün partisinin internet sitesinden yaptığı açıklamada, yer ve tarih vererek, "İki Hürriyet yazarı"nın bir balıkçıda yaptıkları sohbeti konu etti. Edibe Sözen, Ertuğrul Özkök’e, Aydın Doğan’ın konuşmalarıyla ilgili "İki yazar, etraftaki masaların da duyabileceği şekilde ’Bizim patronun açıklamalarını pek inandırıcı bulmadım’ diye konuşmuş olabilirler mi?" diye sordu. Edibe Sözen’in bu sözleri, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir hafta önce, Doğan Grubu’na yönelik söylediği "Yerin kulağı var, söylediklerinizi duyuyoruz. Yeri geldiğinde her şey açıklanacak" uyarısını ve insanların birbirini padişaha ihbar etmeyi meslek haline getirdiği II. Abdülhamid devrini hatırlattı.
Yalman yazmıştı
Türk basınının duayenlerinden Ahmet Emin Yalman (1888-1972), "Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim" isimli eserinde, Abdülhamid devrinde ihbarcılığın ulaştığı boyutu şöyle anlatmıştı: "(...) İstanbul’da politika alanında tam bir ölüm sessizliği hüküm sürüyor, bütün gündelik gazeteler padişaha dualar ve övgülerle dolu olarak çıkıyor ve ’Yerin kulağı vardır’ diye düşünen halk ise kendi gölgesinden korkuyordu." (Cilt 1, İstanbul: Rey Yayınları, 1970, Sayfa: 47)
Yalman, bu satırlarda günümüzden 100 küsur yıl önceki İstanbul’daki korku ve endişeyi anlatıyordu. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, 100 küsur yıl sonra bir Başbakan, basını açıkça ’Yerin kulağı vardır’ diye uyarıyor.
İspiyonculuk ya da muhbirlikle eş anlamlı olan jurnalcilik, İkinci Abdülhamid döneminde bir meslek halini almıştı. Evhamlı padişah, çok geniş bir hafiye ağı oluşturmuştu. Kim nerede ne yapıyor bununla ilgili her şey izleniyor ve gece gündüz, fark etmeksizin kendisine yazılı olarak iletiliyordu. Padişaha gelen jurnallerin günlük sayısı bine ulaşmıştı. Abdülhamid inanılmaz sabırla bunları okur, soruşturma için verdiği öneme göre havale eder ve aradan aylar geçse de soruşturmanın sonucunu almak isterdi.
Geneleve giden doktor
Jurnallerde muhbircinin adı ve tarihi mutlaka olurdu. Bunlara para hatta mevki bile verilirdi. Bu nedenle, sadrazamdan, basit memurlara kadar binlerce kişi, padişaha jurnal vermek için birbiriyle yarışır olmuştu. Her türlü olay, jurnal konusu olabiliyordu. Örneğin Müslümanlar arasında şapka giyenler olduğundan, padişahın özel doktoru Mavroyeni Paşa’nın geneleve gittiğine, içki içen bir mektupçunun sarhoş olmasından, Nuruosmaniye Camisi avlusundaki bir hırsızlığa kadar pek çok olay padişaha bildiriliyordu. Padişahın yakın çevresi de birbirleri hakkında jurnaller veriyordu. Bir defasında Padişah, Sadrazam Tunuslu Hayreddin Paşa’yı saraya çağırmış ve kendisi hakkında verilen bir jurnali yüzüne okumuştu. İddiaların asılsız olduğunu söyleyen Paşa, Abdülhamid’e "Efendim, bu metanın alıcısı bulundukça, satıcısı çok olur" diyerek sitem etmişti.
Kolektif paranoya yarattı
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yavuz Selim Karakışla, Toplumsal Tarih Dergisi’nin aralık 2003 sayısındaki "Jurnalciliğin boyutları" başlıklı yazısında, jurnalciliğin toplum üzerinde yarattığı etkiyi şöyle aktarmıştı: "Jurnalciliğin ulaştığı boyutlar, Padişahın kendi vehimlerini Osmanlı İmparatorluğu’nun her yöresine yayarak imparatorluk nüfusunu bir tür ’kolektif paranoya’ içerisine sürüklediğini göstermektedir. Diğer bir deyişle II. Abdülhamid, kendi kişisel korkularını sistemli bir şekilde Osmanlı toplumuna empoze etmeyi başarmıştır."
Birkaç jurnal örneği
18 Ekim 1903 Bugünkü mecliste muhtelif müzakerelerden sonra Sadrázam Paşa, kullarıyla Maliye Názırı kulları teneffüs odasına çıkarak, Reji Müdürü Mösyö Ramberd ile yarım saat müzakerede bulunmuştur.
(Yáveranı Şehriyarilerinden Tophane-i Ámire-i Mülükáneleri Müşiri Zeki.)
24 Mayıs 1901 Bugün dokuzu yirmi geçe Mábeyinci Nuri Paşa, Zincirlikuyu cihetinden gelerek Pangaltı, Taksim tarafına gitmiştir. Ferman.
(Pangaltı Merkez Serkomiseri)
3 Mayıs 1905 Saat sekizde Fehim Paşa hazretlerinin küçük bir vapurla Çilingoz Çiftliği mevkiine geldiğini bildiririm. Ferman.
(Terkos Müfrezeleri Kumandanı
Süvari Binbaşısı Mehmet Ziya.)
29 Kasım 1905 Beyoğlu Mutasarrıfı Hamdi Bey, mektupçunun yanına gelerek, böyle idare yerin dibine batsın dediği ve söylendiğini istihbar ettiği beray-i sadakat.
(Yaverandan Kaymakam-Tütün İnhisarı Müdürü Behçet Bey)