Yeraltında bir dünya

Güncelleme Tarihi:

Yeraltında bir dünya
Oluşturulma Tarihi: Ocak 17, 1999 00:00

Haberin Devamı

27 Ekim 1904'te açılan New York Metrosu, dünyanın altıncı büyük metrosu. Yılda 1 milyar 100 milyon insan taşıyor. Bir yolcu, herhangi bir istasyonda en çok dört dakika bekleyerek istediği adrese giden trene biniyor. Ama bir de New York Metrosu'nu mekan tutmuş insanlar var ki yerüstündeki kurallar ve değerlerin dışındalar. Onlar, metroda var olup metronun karanlığında özgürleşiyorlar: Çalgıcılar, satıcılar, şovmenler, dilenciler, rockerler, eroinmanlar, metro tünellerine sığınan evsizler, AIDS'liler... Serbest Fotoğrafçı Haluk Çobanoğlu, bir yıl süren çalışmayla işte bu kaybeden ve kaybolan insanları fotoğrafladı.

New York, modern zaman metropollerinin ilham kaynağı. Amerikan rüyasının başladığı yer. Göçmenlerin ilk durağı, etnik azınlıkların şehri, dünyanın merkezi. Zenginleştikçe kaynaşanların, kaynaşamayıp da yok olanların şehri. Herşeyi beyaz görenlerin, suç ve belanın merkezi Harlem, birbirine yapışık İtalyan ve Çin Mahalleleri, uzaklarda Porto Riko ve Polonya Bölgeleri, Rus Mahallesi Little Odessa, turistleriyle ünlü Manhattan'ın 5. Caddesi ve yerin altında 365 gün 24 saat, durmadan koşturan New York Metrosu. Bazen yeraltında, bazen yerüstünde köprüler ve tünelleriyle denizleri aşan dev bir örümcek ağı.

Farklı etnik kimlikleri taşıyan, birbirine yapışık İtalyan, Çin, Porto Riko, Polonya, Rus Mahalleleri'ni birbirine bağlayan bir dünya treni, New York Metrosu. 468 istasyonu, 842 mil uzunluğuyla dünyanın insanını buluşturur, dünyaları birbirine bağlar gibi. Tekrar onarılamayacağı için kapatılan istasyonlar, ne zaman onarılacağı belli olmayan, ancak Hollywood'un korku filmlerine dekor olacak istasyonlar... ‘‘Eğer metro olmasaydı gökdelenler boş kalırdı’’ sözünü kanıtlar gibi günde 3 milyon 700 bin kişiyi sırtlayan bir ulaşım ağı. New York'un atardamarı. Metrosuz bir yaşamın düşünülemeyeceği bir kent. Herkesin kendi modasını yarattığı, her kimliğin korkusuzca dışa vurulduğu şehrin podyumu, metro istasyonları.

Serbest fotoğrafçı Haluk Çobanoğlu, dört yıl yaşadığı New York'ta International Center Of Photography'de (ICP) asistanlık, MTV'de set fotoğrafçılığı ve prodüksiyon asistanlığı yaptı. Bu süre boyunca New York Metrosu ilgisini çekti. Bir yıl süren metro yaşamını fotoğraflama çalışmasının öyküsü, 1997'nin soğuk bir kış günü başladı.

Haluk Çobanoğlu, yeraltında trende. İstasyonlardan birinde, rutin duruşlarından daha fazla bekliyor tren. ‘‘Herhalde bir olay var’’ diye düşünüyor, diğer yolcular gibi. Bir klarinetten dökülen, çok tanıdık, çok ustaca çalınan bir ezgi geliyor kulağına: Fellini'nin Amarcord filminin müziği. Çok etkileniyor ve hemen trenden inip müziğe doğru yöneliyor. Klarinetçinin önündeki kaseye birkaç dolar bırakıyor. ‘‘Adamla konuşmaya çalıştım. Ama tek kelime İngilizce bilmediğini anladım. Rus'tu. Konuşamasak da birbirimizi anladık.’’

Çobanoğlu, başka bir trene biniyor. Kocaman kırmızı şapkalı bir adamın, kalabalıkları yara yara geldiğini görüyor. Uygun bir yer açıp duruyor. Elindeki büyük bir kutudan mendil çıkarıyor. Mendil birden güvercin oluyor. Gösteri bitiyor, adam trenden iniyor. Haluk Çobanoğlu da peşinden gidiyor. Konuşmaya çalışıyor. ‘‘Yes ve no'dan başka bir şey bilmiyordu. Latin Amerikalı'ydı.’’ Aynı gün karşılaştığı bu iki adam çok etkiliyor. Ertesi gün asistanlık yaptığı International Center of Photograpy'deki hocasına anlatıyor. New York Metrosu'na ait proje yapmak istediğini söylüyor. Hocasının cevabı, ‘‘Seni Çeçenistan'a gönderelim, orası daha az tehlikeli’’ oluyor.

BİLİNÇLİ TERCİH

New York'a gelen turistlerin, ilk bir hafta boyunca kafaları hep yukarıda, gökdelenlere baktıklarını gözlemlemiş. ‘‘Bir hafta sonra sıkılıp yere bakmaya başlayınca, yerde yatanları farketmeye başlıyorlar. İşte bu evsiz insanların önemli bir bölümünün evi metro.’’ New York'taki hiçbir yetkili kurum, New York'ta kaç kişinin yersiz yurtsuz yaşadığını bilmiyor. 75 bin ile 125 bin kişi olduğu tahmin ediliyor ancak. İşte bu onbinlerce kişiden 5 bini de metro istasyonları ve trenlerde barınıyor. 1970'lerin sonunda, bazı evsizler metro tünellerini kendilerine mekan seçmeye başladı. Bunun nedeni, yer üstünde hüküm süren amansız soğuk, saldırı ve hırsızlığın yeraltı tünellerini daha güvenli hale getirmesi. O dünyaya ait olmayanlar giremese de, o tünellerde yaşayan insanların varlığı biliniyor. Haluk Çobanoğlu, bu tünellerde fotoğraf çekimi yapmak için Metro İdaresi'ne başvuruyor. Yetkililer, özel güvenlik görevlileri kiralaması kaydıyla izin verebileceklerini söylüyorlar. Aksi takdirde yaşamını garanti edemeyeceklerini de ekliyorlar. Çobanoğlu da herhangi bir basın kuruluşunun desteği olmadan böylesine pahalı bir girişimde bulunmayı gerçekçi bulmuyor.

Günümüz rakamlarına göre New York'taki evsizlerin 40 bini AIDS virüsü taşıyor. Bu rakamın büyüklüğünde, sokaklarda ve metroda yaşayan uyuşturucu bağımlılarının ortaklaşa kullandıkları malzemelerin büyük rolü var. Çobanoğlu, ‘‘AIDS'li uyuşturucu bağımlıların metrodaki görüntüleri, üçüncü dünya ülkelerindeki salgın hastalık manzaralarını hatırlatıyor’’ diyor.

Çobanoğlu, bu belgesel nitelikteki fotoğraf projesinin temelinde, özgürlük probleminin tartışılmasının yattığını söylüyor. ‘‘Metroda yaşayanların şehirde kendilerini özgürce ifade etmeleri mümkün değil. Kendilerini böyle ifade edebiliyorlar. New York'ta, şehrin üstünde var olamıyorlar çünkü.’’ Çobanoğlu'na göre bu insanlar, normal hayatta kendilerini ifade etme şansı bulamıyorlar. New York, sekiz buçuk milyon insanın yaşadığı çok büyük, koşan bir metropol. ‘‘Yukarıda kimse durup bu evsizlere bakmıyor. Zaten aşağıdakilerin o ruh hali, felsefesi ve yaşama biçimi yukarıda, caddelerde varlık bulamaz.’’ Metroda yaşayanlar uyuşturucu almak için bile gecenin karanlığına sığınarak birkaç dakikalığına caddelere çıkıyorlar. Çobanoğlu onları ‘‘Yaşayan ölüler’’ olarak niteliyor.

Birçok zorunluluğun metroya savurduğu bu binlerce insan müzisyenlik ve satıcılık yapıyor. Yukarıdaki koşuşmadan kaçış da önemli bir etken. ‘‘Aşağıdaki normal insanlar koşamıyorlar. Çünkü tren bekliyorlar. Beklerken de bunların şovunu, şarkısını izliyor, dinliyor. Böylece kendilerini açıklama fırsatına erişiyorlar.’’ Çobanoğlu, metronun evsizler açısından cazip olan başka özelliklerini de anlatıyor. ‘‘Uyumak mümkün. Yazın serin, kışın sıcak. 24 saat, 365 gün açık. Özgürleştikleri tek yer.’’

ABD, barınma yeri sunsa da bu insanlar gitmiyor. Yani metroyu bilerek ve isteyerek seçenlerin sayısı hiç de az değil. Yukarıdaki sistemden soyutlayıp kendilerini metroda yaşamayı seçiyorlar. Aralarında doktora yapmış, eğitimli insanlar da bulunuyor. New York'lular bu tür insanları ‘‘Sistemin firesi’’ olarak niteliyor. Metro müzisyenlerinin birçoğunun CD'leri var ve çok satıyor. Öyle yetenekliler varmış ki aralarında. ‘‘Hele bir kemancı vardı, bir ara National Geographic'de fotoğrafı yayımlandı. Carnige Hall'da keman çalmış. Metroyu seçmesi, statüyü reddetmeyi, önemli bir seçimi gösteriyor. Ben burada mutluyum, diyor.’’ Çobanoğlu, bu keman virtüözüyle diyalog kurmayı başarmış. Kemancı bir gün ‘‘Gerçek sanat burada icra olur. Gerçek dünya burada. Öteki tarafı kabul edemiyorum. Yaşayan mekanlarda sanatımı icra ediyorum’’ demiş. Kemancı, her gün saatlerce huzurun müziğini icra ediyor hala. Mozart, Vivaldi, Bach...

GÖÇMENLER İKİNCİ SIRADA

Metroyu mekan tutanların çoğunluğunu, sistemi reddeden ABD'liler oluştursa da ikinci sırayı göçmenler alıyor. Haluk Çobanoğlu, ‘‘Bu tutunamayanların mekanında fotoğraf çekerken başıma hiç kötü bir şey gelmedi’’ dese de bunu çok küçük, dikkat çekmeyen bir makineyle, flaşsız çalışmasına borçlu.

Barınacak bir yerin dışında devlet evsizlere maaş da veriyor. Ama evsizler bu parayı metroda kazandıkları parayla da birleştirip uyuşturucu satın alıyorlar. Çünkü bu insanlar için uyuşturucu, yemekten önce geliyor. Çobanoğlu, metrodaki evsizler içinde kadınların oranının erkeklere göre çok düşük olduğunu gözlemlemiş. ‘‘Yersiz yurtsuz da olsa kadın olmak zor. Saldırı, gasp ve tecavüz, normal insanlardan da geliyor.’’

Metrodaki hayatın oluşturduğu, aykırı da olsa kuralları yok mu? Çobanoğlu, ‘‘Yok’’ diyor. ‘‘Birbirlerine karşı da vahşiler. Dayanışma yok. Birbirlerini öldürme, soygun da oluyor. Nedensiz yere herhangi bir yolcuyu trenin altına itebiliyorlar.’’ New York Belediye Başkanı ve aynı zamanda Emniyet Müdürü olan Guillani'nin aldığı önlemler sonucunda New York'ta olduğu kadar New York Metrosu'nda da suç oranı, 1950'li yıllardaki seviyeye indi. Metroda polisin etkinliği artırıldı. Çobanoğlu, yukarıda evsiz çocuklar bulunsa da metroda hiç rastlamamasını başlangıçta yadırgamış. Ama ABD'nin çocuk konusunda çok titiz davrandığını kısa sürede öğrenmiş. ‘‘Polis başıboş bir çocuk gördüğünde hemen müdahale ediyor.’’ Önlemlerden biri de metrodaki tuvaletleri kilit altına almak. Çünkü eroin bağımlılarının tuvaletlerde ölmelerine sık rastlanıyor. Guilliani sayesinde metroda tecavüz olayları hemen hemen yok olmuş.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!