Güncelleme Tarihi:
Bir dönemin ünlü vamp artisti Aynalı Meyhane'de ortaya çıktı
Trabzon'un Akçaabat ilçesinde doğduğunda adı Emine Gül'dü. Ama biz onu Mine Soley olarak tanıdık. Daha doğrusu, şimdi 40'lı, 50'li yaşlarını sürenler tanıdı. Bir dönemin ünlü vamplarından ve Yeşilçam'ın kötü kadınlarından biriydi. Ama ablaları Suzan Avcı, Aliye Rona, Neriman Köksal, Sevda Ferdağ gibi büyük büyük kötü kadın olamadı hiç. Daha çok yardımcının yardımcısı rollerde yaptı kötülüklerini. İçi ise hiç öyle değildi; vamptı, hatta bir gün mahkemede hakime söylediği gibi ‘‘seks bombası’’ydı ama sadece üzerine biçilen elbise icabı. Özel hayatında alabildiğine tutucu, domestik ve verici oldu. Erkekler de ondan çok şey almayı ihmal etmediler tabii... Mine Soley, son yıllarda bu kez televizyon için olmak üzere setlere döndü. Ayrıca yılbaşından bu yana İstanbul'da Ece'nin Aynalı Meyhanesi'nde de sahne alıyor.
Dört kız iki erkek çocuklu bir ailenin dört numaralı kızı olarak 1946'da doğar. Sonraları Mine Soley olacaktır ama Emine Gül adını da ailesine saygısı ve kulağına okunan ‘‘ezan-ı Muhammed’’ nedeniyle taşır bugüne dek. İlkokul çağına geldiğinde Trabzon'a doğru terkettiği Akçaabat'tan aklında kalan karelerden biri çok acı, biri ise çok tatlıdır: Küçük kardeşin kaynayan çamaşır kazanının üzerine devrilmesi sonucu ölmesi ve üç dört yaşlarında katıldığı ilk düğün eğlencesi. Kardeşi böyle bir kaza sonucu öldüğü için anne ve babasının uzun yıllar yargılanmasına şaşıyor şimdi, ‘‘Meğer o zamanlar insan değerliymiş’’ diyor. Çengilerin çalıp oynadığı düğün ise onu büyüleyen bir anı olarak yerleşmiş hafızasına. Yanına da ‘‘Atla uşağum atla, sana şeker vereceğum’’ diyen komşu teyzenin penceresi önünde ip atlamalarını ve yaşlılara söylediği şarkıları koymuş.
Gazi Paşa İlkokulu'nda okurken, klasik Karadeniz erkeği özelliklerini taşıyan tüccar babasının otoriter, sert yapısını; annesinin haklarına sahip çıkamayan sessizliğini; şort giyilen 19 Mayıs etkinliklerinden nasıl geri çekildiğini hatırlıyor. Ama ortaokulu bitirdiği yaz İstanbul'daki teyzesinin yanına tatile gelecek ve hayatı tam tersi bir yönde değişecek. O zamanlar başı önünde bir Karadeniz kızı olarak bunları henüz bilmiyor.
YEŞİLÇAM'IN KENARINDA
Üvey teyze Nezihe Güler, Yeşilçam'da anne rolleri oynayan bir oyuncudur. Henüz 15-16 yaşlarında olan Emine, onunla birlikte setlere gidip gelmeye başlar. Ama oyunculuk hiç aklından geçmez çünkü onun hayalinde siyah, dik yaka kazak giyen, saçları kısa ya da arkadan toplu bir doktor kadın vardır. O posterlerden ya da filmlerden tanıdığı İstanbul'a hayran hayran bakıp kendine göz ziyafeti çekmektedir. Her şeyi değiştirecek soru, misafir olduğu setlerden birinde sorulur: ‘‘Figürasyona girmek ister misiniz?’’ Peki, der. Tatilini bitirip Trabzon'a dönecektir nasılsa.
Evet döner Trabzon'a ama geri gelmek üzere. Çünkü sinemanın tadını almıştır. Bu Karadenizli aile içinde büyücek bir sorun olur tabii. Ama ‘‘Eşyam orada kaldı, teyzem bekliyor’’ falan filan derken, tekrar gelir İstanbul'a ve geliş o gelir. Bu nedenle uzun süre ailesiyle görüşemeyecek, filmlerin pavyon sahnelerinde kendisini gören komşuları annesine ‘‘Senin kız pavyona düşmüş’’ diye koşturacak, ağabeyine ‘‘Ben olsam namusumu temizlerim’’ mesajları verilecektir. Nitekim ağabey kızkardeşinin peşinden İstanbul'a gelir gizlice; ona hiç belli etmeden birkaç ay takip eder. Bakar ki, teyzesiyle gidip, teyzesiyle dönüyor, ‘‘bir diskosu bile yok’’, ortaya çıkar. Kardeşine, çalışmaya devam etmesini söyleyip memlekete döner. Ama babası Emine'nin Mine Soley olduğunu hiç bilmeyecektir.
Bu arada Emine, yaş küçüklüğünden henüz hatları oturmamışsa da karizmatik olan yüzüyle dikkatleri çeker ve figüranlıktan ‘‘sahici’’ rollere geçer. Ama ilk başlarda oynadığı bir iki genç kız rolü dışında hiç masum olamaz sinemada; nedense ona vamplık, seksilik (ve dolayısıyla kötü kadınlık!) yakıştırılır. Suzan Avcı, Neriman Köksal, Aliye Rona ustaları gibi ‘‘büyük büyük ikinci kadın’’ da değil üstelik; hep ‘‘küçük yardımcı’’ olarak kalır. Rolleri hep kısa olduğu için oyunculuğunu da ortaya koyamaz. Oyunculuk alanında bu şansı yakalayamadığı için de ödülleri bugün birkaçı geçmez. Daha geçen yıl eski bir hayranının ‘‘Siz gençliğimin ilahesisiniz. Sizin jenerasyondakilerin hepsi tekti, şimdikiler hep birbirine benziyor’’ demesidir ödülü onun. Sinemada güzelliğinin sefasını sürmüş, ürününü almış bir kadın olmadığından neden o kadar tanındığına ve kabullenildiğine bugün bile hálá şaşar.
Tüm bunlara ve o zamanlar basının çok üzerine gelmesine rağmen, işini zevkle yapar. Randevuevinde basılmamış, fuhuştan yargılanmamıştır; yolunu yönetmenlerin çizdiği bir işte alnının teriyle geçimini sağlamıştır sadece. Üstelik senetlerin sürekli Bonocu Ferdinand'a kırdırıldığı Yeşilçam'ın mahrumiyetlerini çekmiş; prodüktörler üç kuruş para ödeyip, ‘‘Gelirken vizon getir, çekimde lazım’’ diyebildiği yıllarda soğuk platolarda yenen kuru fasulye pilavları da sevmiştir. O kendi makyajlarını kendileri yapan, kostümlerini kendileri ayarlayan, kuaförlerinin parasını ceplerinden ödeyen kuşağa mensuptur. Hiçbir zaman yazlık alamaz, Avrupa seyahatine gidemez, pahalı giyinemez ama Yeşilçam filmlerine de laf ettirtmez!
ERKEK AKSESUARDIR
1977'de, artık teklif gelmediği için bırakır sinemayı. Bu arada gazino devri başlamıştır. Çorba parasını sahnelerde Türk Sanat Müziği okuyarak öder. Son kez 1984'te çıkar sahneye. Yorulmuştur; bir süre (10 yıl kadar) bir ilişkinin kollarına bırakır kendini, ortadan yok olur. Bittiğinde, ‘‘gönül işi demek aldatılmak demek’’ noktasındadır. Ekmeksiz, yakıtsız kaldığı günlerden birinde Öztürk Serengil'e rastlar. O da onu aramaktadır. Böylece televizyon filmleri devri başlar. Dizilerde artık daha çok ‘‘anne’’dir.
Şimdi Çiçek Taksi'de, Erol Günaydın'ın hayranı olduğu eski bir film artisti rolünde. Ece'nin Aynalı Meyhanesi'nde ise gazino günlerinden kalma deneyimini konuşturuyor. Bu arada hayatın ona aldırdığı ciddi feminist eğitimle konuşuyor. İmajından dolayı kendisine gelip, onun hayattaki asıl hali olan domestik ve vericiliğinden dolayı kalan; kendisini çok seven ama ‘‘almayan’’ erkekler için bugün şöyle düşünüyor: ‘‘Bir erkek benim hayatımda ancak aksesuar olabilir. Kumaş benim. İyi kaliteli bir kumaş. O da belki yakamda pantantif ya da kolumda düğme olabilir! Tamamlayıcım değil, çünkü ben bütünüm.’’
‘‘Evet vamp kadını oynadım, ama seks filmi çevirmedim. Öpüşme sahnelerinde bir tane dudağımı böööyle çekerken göremezsiniz, kafamızı çevirir, öpüşür gibi yapardık. Hatta biraz baldır bacak görünecekse, yönetmen, asistan ve kameraman, ışıkçı dışındakileri setten çıkaracak kadar da saftık.’’
Bir posteri çıkar; hiçbir yeri gözükmüyor ama çıplak bir şekilde yatakta uzanıyordur. Bu yüzden hakkında dava açılır. Şöyle savunma yapar: ‘‘Hakim bey, ben Ayşanım, Fatmanım değilim ki, Mine Soley'im. Seks bombasıyım.’’
Mine Soley, uzun yıllar gazinolarda Türk Sanat Müziği söyledi.
'Sahici' bir rol aldığı ‘‘Perişan’’ adlı ilk filminde Hüseyin Peyda ile.
Marziye dizisinde de rol alan Mine Soley, çekimlerden birinde.
Bir ara Türk Hafif Müziği icra eden Mine Soley, bu icraatla sanatın ‘‘satıhta’’ kaldığına kanaat getirip sanat müziğine geri döndü.
Kendisini sinemaya sokan, kendi de oyuncu olan teyzesi Nezihe Güler'le birlikte.