Güncelleme Tarihi:
Haziran 1826 günü tarihimizin kritik dönüm noktalarından biridir. O gün Kara Cehennem İbrahim Ağa’nın yaptırdığı top atışlarıyla Yeniçeri Ocağı’na bağlı kışlalar yerle bir edildi ve binlerce yeniçeri katledilerek yüzyıllarca Osmanlı’ya hizmet etmiş ocakları söndürüldü. Sultan II. Mahmud’un ‘ocak’a nefreti öylesine büyüktü ki olayın ardından yeniçerilere ait tüm defterlerin yakılmasını ve tüm simgelerin yok edilmesini emretmişti. Evet, uzun bir süreden beri Yeniçeri Ocağı isyanlarla anılır olmuştu ama olay yalnızca modernleşme isteyen padişahın devletin selameti için asi bir grubu ortadan kaldırmasından ibaret değildi.
‘Küffar’la topyekün savaş anlamına gelecek şekilde Sancak-ı Şerif’in açılması, tarikatlarla birlikte ulema ve medreselilerin de ihtilale katılması, yeniçerilere karşı ideoloji temelli bir koalisyonun oluşturulduğu izlenimini yaratır. Ertesi gün kurulan ulema meclisinden yeniçerilikle ilişkilendirilen Bektaşiliğin de yok edilmesine yönelik bir karar çıktı. Buna göre Bektaşi tekkeleri ya kapatıldı ya da diğer tarikatlara devredildi. Sebep, Hacı Bektaş ocağının da ‘bozulmuş’ olmasıydı.
Koalisyon ilk iş olarak ocağın genel kurmay başkanlığı binası olan Yeniçeri Ağası’nın sarayını şeyhülislama devrederek zaferini ilan etti. Öte yandan kısa süre sonra koalisyon bozulacak ve II. Mahmud’un modernleşme yoluyla aslında tüm gücü kendisinde toplamayı, Batılı anlamda merkeziyetçi bir düzen kurmayı hedeflediği anlaşılacaktı. Yoldaşlık geleneği, yatay yapılanması ve hiyerarşiyi reddeden eşitlikçi yapısı nedeniyle Yeniçeri Ocağı bu planların önündeki en büyük engeldi.
PADİŞAHIM, SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR!
Osmanlı devletinin belki de en büyük başarısı ‘frenler ve dengeler’ mekanizmasının iyi işlediği bir sistem kurabilmiş olmasıdır. Merkezkaç ve merkezçek kuvvetleri arasında sürekli bir denge arayışı olarak da özetlenebilecek bu sistemin merkezinde mutlak otorite figürü olarak padişah bulunuyordu ancak onun da hak ve sorumluluklarının sınırları vardı. Bu sınırları hukuk çiziyordu. Adalet Kulesi’nin Topkapı Sarayı’ndaki en yüksek bina olmasının hikmeti buradadır.
Osmanlı devlet organizasyonunu özgün kılan bir diğer husus ise ‘mirasın’ topyekûn reddidir. 16. yüzyıl sonunda ‘bozulmaya’ başlayana kadar sistem gücünü yetenekli insanlara ilerleme fırsatı vermesinden alıyordu. Mülk devlete ait olup padişahın dahi değildi. Padişahlık da diğer işler gibi bir işti, onların da kendilerine ait has bahçeleri, şahsi gelirleri olur ve gerektiğinde onlardan da devletin bekası için fedakârlık yapmaları beklenirdi. Devletin altın kuralı ‘zarar-ı şahs, zarar-ı a’mdan yeğdir’ yani ‘şahısların zararı toplumun zararına tercih edilir’ kuralıydı.
İşte bu sistem dahilinde padişahların cülusta ve merasimler sırasında yeniçeriler tarafından “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” denilerek alçakgönüllülüğe davet edilmesi âdettendi. Hatta padişahlar birinci ağa bölüğünün birinci neferi olarak yeniçeri kışlalarını ziyaret ederek ulufelerini alır, üzerine birkaç kese altın ekleyerek ocağa hediye ederlerdi. Ocakla hükümdar arasındaki özel ilişkiyi gösteren bu tarz jestler derin simgesel anlamlarla yüklüydü, zira iktidar sahiplerinin güçten sarhoş olarak zalimlere dönüşmeleri her zaman mümkündür. Padişahı alçak gönüllü olmaya zorlayan Yeniçeri Ocağı ‘frenler ve dengeler’ mekanizmasının en önemli taraflarından biriydi.
YENİÇERİLER EŞKIYA MIYDI?
Doğrudur, yeniçeriler ocakları ayakta olduğu yüzyıllar boyunca defalarca isyan etmişlerdir. Ancak isyanların tamamını ‘bir avuç eşkıyanın’ asi hareketlerinden ibaret görmek hata olur. Aslına bakarsanız yeniçeri isyanlarının çoğu adalet talebi, geçim zorluğu, haksız muamele, onur kırıcı davranışlar, adam kayırma, içki veya tütün yasakları gibi hayat tarzlarına, özgürlüklerine yapılan müdahaleler gibi nedenlerden çıktı. Özellikle Kanuni döneminde şeyhülislamı Ebusuud Efendi’den başlayarak Kadızadeliler’le devam eden süreçte ulema sınıfının Bektaşiliğe yönelen şimşeklerinden de artan bir rahatsızlık duyuyorlardı. Bektaşilik, ritüelleri ve ilahi aşkı anlatan öğretileri yoluyla bu savaşçı sınıfa bir ‘yoldaşlık’ bilinci veriyordu. Bu sayede birbirlerine sıkı bağlarla bağlanan yeniçeriler, yapılan haksızlığın kaynağı ister sadrazam, isterse padişahın kendisi olsun daima kardeşlik yeminlerine bağlı kalıyor ve yoldaşlarının yanında yer alıyorlardı. Ayrıntılarını ‘Turna’nın Kalbi’ adlı kitabımda verdiğim gibi ‘Turna Yoldaşlığı’, yeniçerilerin bir tür siyasi parti gibi hareket etmesini sağlıyordu.
Böylesi bir baskı grubunun iktidar sahiplerini rahatsız etmesi doğaldı. Nitekim Sultan III. Murad 1582’de “Ben yaptım oldu!” diyerek kadim kanunlarını ihlal edip ocağa güçlü bir darbe indirmiş, asker alma düzenini yerle bir ederek asıl işi savaşmak olmayan çok sayıda esnaf ve sanatkârı sırf ideolojik nedenlerle ocağa sokmuştur. Oysa bu hareketin Osmanlı devlet düzenini zayıflatacağını gören dönemin Yeniçeri Ağası Ferhat Paşa “Ocağın bozulması benim zamanımda olmasın” diyerek istifa etmiş, III. Murad yerine Yusuf Paşa’yı ağa yapıp bildiğini okumuştur. Üstelik yeni gelenlere tecrübelilerden çok maaş vererek. Sonuç; giderek artan sayıda isyandı.
En ünlü yeniçeri: MİMAR SİNAN
Osmanlı mimarisinin zirvesi sayılan Mimar Sinan (1490-1588) da bir yeniçeriydi. Kanuni zamanında atlı sekbanlıktan zenberekçibaşılığa ve haseki rütbesine yükselen Sinan, baş mimarlık görevini kabul ederek ocaktan ayrılmıştır. Sai Çelebi’ye dikte ettirdiği biyografisinde ocak hakkındaki duygularını şöyle anlatır:
“Olub yeniçeri çekdim cefayı
Piyade eyledim nice gazayı
Yolumla sanatımla hizmetimle
Dahi akran içinde gayretimle
Duruşdum ta ki tıfliyyet çağından
Yetişdim Hacı Bektaş Ocağı’ndan.”
Mimar Sinan’ın kendi türbesi için seçtiği yer de manidardı. Büyük eseri Süleymaniye’nin arkasında, yeniçeriliğe adım attığı Ağa Kapısı’nın önünde, küçük ama gören göz için alçakgönüllülük dersleriyle dolu bir yer.
Yeniçeri genelkurmay başkanlığı: İ.Ü. Botanik Bahçesi
1933’te Atatürk’ün emriyle ünlü botanikçi Alfred Heilbronn tarafından kurulan İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi ve hemen üzerindeki İstanbul Müftülüğü’nün bulunduğu alanda vaktiyle Yeniçeri Ağası’nın sarayı vardı. Bu günlerdeyse her nedense bu bahçenin kaldırılması ve satış yoluyla müftülüğe devri konuşuluyor. Yerine Ağa Sarayı mı yapılacak acaba?