Güncelleme Tarihi:
Basın kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin 1 Haziran'da yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılmasını istedikleri değişikler henüz gerçekleşemedi. Yasa, düşünceyi ifadeden, doktorun sır saklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmaya, açlık grevini haber yapmaktan vatandaşları muhbirliğe zorlamaya, düşük belli pantolon gibi, günlük hayattaki giyim-kuşama kadar, birçok konuda cezayı öngörüyor.
Yeni TCK'nın yürürlülük tarihi kamuoyundan yükselen tepkiler ve hükümetin de bunları dikkate alması üzerine 1 Nisan’dan 1 Haziran’a kaydırıldı.
Basın kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve diğer ilgili çevreler yeni TCK’nın bazı hükümlerinin hukuka, düşünce ve ifade özgürlüğüne ve halkın bilgilenme hakkına, Avrupa Birliği normlarına aykırı olduğunu örneklerle ortaya koydular.
Kamuoyunun istekleri doğrultusunda yeni TCK’da yeniden düzenleme yapılması öngörüldü. Bu konuda sivil toplum örgütlerinin temsicileri ile Adalet Bakanlığı'nın ilgi bürokratları birlikte çalıştı.
Ancak bugün gelinen noktada yasa tasarısında değişiklik taleplerinin hala çok azının gerçekleştiği görülüyor.
Bu nedenle çeşitli sivil toplum örgütleri, yeni TCK’da sakıncalı gördükleri konuları bir kez daha kamuoyunun ve bu arada milletvekillerinin dikkatine sundu. Bu kuruluşlardan biri de
Açık Sayfa Aktüel Hukuk Dergisi (*).
13 MADDEDEKİ TEHLİKE
Derginin hukukçularının yaptığı çalışmaya göre, yeni TCK’nın 13 maddesi çok ciddi sakıncalar taşıyor.
Eğer TBMM, hukukçuların önerilerini dikkate alıp gerekli değişikliği yapmazsa, yeni TCK bu haliyle, hukuksal alanda kargaşaya ve daha önemlisi temel hak ve özgürlüklerde ciddi kısıtlamalara yol açacak.
DÜŞÜK BELLİ PANTOLONA EN AZ ALTI AY CEZA
Yeni TCK’nın bazı maddeleri günlük yaşama “saçmalık” sınırında kısıtlamalar getiriyor.
Yasanın “Hayasızca Hareketler” başlıklı 225. maddesi, düşük belli pantolon giyen veya göbeklerini açıkta bırakanların “teşhircilik suçu” işlediklerini öngörüyor.
Söz konusu maddede “alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” deniyor. Maddenin gerekçesinde de “teşhircilik yalnızca cinsel organların değil, vücut bölgelerinin ihlal niteliğindeki her türlü teşhiri” olarak tanımlanıyor.
Bu durumda düşük belli pantolon, derin dekolteli bluz, “süper mini” etek giymek teşhircilik suçu kapsamına girebiliyor. Bu “suç”a altı aydan bir yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.
Maddenin bu şekliyle kalması halinde kişisel hakların ihlalinin yanı sıra özellikle turistik bölgelerde gerçek bir kargaşaya yol açması “kaçınılmaz” olacak.
MUHBİRLİK, AÇLIK GREVİ, DEVLET SIRRI, MİLLİ YARAR
Yeni TCK’da, “yurttaşlar arasında muhbirliği kurumsallaştıran ve zorunlu kılan, hekimlerin sır saklama yükümlülüğünü fiilen ortadan kaldıran, açlık grevlerine ilişkin haberlere ve ötanazi tartışmalarına bile ceza uygulaması getiren, tanımsız bir devlet sırrı kavramı benimsenerek devlet aygıtındaki yasadışı uygulamaları açıklama olanaklarını tıkayan maddelerde” istenilen değişiklikler yapılmadı.
Bu çerçevede, bir basın kuruuşun ölüm orucu veya açlık grevi haberi hakkında vermesi veya bugüne kadar Avrupa Birliği veya diğer dış fonlar fonları ile faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütü "milli yarar" aykırı davrandığı için ceza alabilecek.
Yasada çok eleştirilen bu olumsuz düzenlemelerin dışında, pek sözü edilmeyen ama ciddi sorunlar doğurabilecek başka hükümlerin de bulunuyor.
BAŞLIKLARLA TCK'DA DEĞİŞİKLİK TAPLERİ
Açık Sayfa Aktüel Hukuk Dergisi’nin yeni TCK’da değiştirilmesini istediği maddeler şöyle:
1- (Madde: 21/2) “Olası kast düzenlemesi yasadan çıkarılmalıdır!”
2- (Madde:29): “Haksız bir fiil mi? Bir haksız fiil mi?”
3- (Madde 53/1): “Fer’i cezalar yargıcın takdirinde olmalıdır.”
4- (Madde 84): “Basın artık ne şekilde olursa olsun Açlık Grevlerini ve Ötanazi kavramını tartışamayacak; taraftarlarının görüşlerini kamuya iletemeyecek.”
5- (Madde 225): “Hayasızca hareketler başlığı altında düzenlenen suç tipi ‘cinsel arzuların’ tatmini amacına yönelik her türlü davranışı cezalandırıyor. Teşhircilik suçu yalnızca cinsel organların teşhirini değil vücudun herhangi bir yerinin de gösterilmesini kapsıyor.”
6- (Madde 227/8): “Fuhşa sürüklenen kişinin rızası hilafına tıbbi terapiye tabi kılınması hukukun genel ilkelerine ve temel insan haklarına aykırıdır.”
7- (Madde 278): “Herkese her türlü suçu ihbar yükümlülüğü getiriliyor.”
8- (Madde 280): “Her türlü sağlık personeline, görevleri sırasında ‘suç işlendiği yönünde bir belirti gördüklerinde’ ihbar mükellefiyeti getiriliyor.”
9- (Madde 288): “Herhangi bir davada tarafların beyanlarının yayımlanması suç teşkil eden bir fiil olarak tanımlanıyor.”
10- (Madde 301): “Etnisiteye dayanan devlet anlayışı terk edilmelidir.”
11- (Madde 305): “Türkiye’nin en önemli sorunları halkın gündeminden çıkarılıyor.”
12- (Madde 318): “Vicdani ret” hakkı olarak tanımlanan düşünce açıklamaları suç olmaktan çıkarılmalıdır.”
13- (Madde: 329): “Devlet sırrı kavramı, hukuka uygun bir tanımlamaya kavuşturulmalıdır.”
İŞTE, YASADA OLAN VE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI İSTENEN MADDELER:
01 HAZİRAN 2005 TARİHİNDE YÜRÜRLÜĞE GİRECEK OLAN 5237 SAYILI TÜRK CEZA KANUNU’NUN ÖNEMLİ BAZI DÜZENLEMELERİ HAKKINDA ELEŞTİRİLER VE DEĞİŞİKLİK ÖNERİLERİ
l- (Madde: 21/2) “Olası kast düzenlemesi yasadan çıkarılmalıdır!”
Kast
MADDE 21. - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâlinde olası kast vardır. Bu hâlde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.
DEĞERLENDİRME:
TCY’nin 21. maddesinin 2. fıkrasında yeni bir kurum olarak “olası kast” kavramı getirilmiş ve tanımlanmıştır. Maddenin gerekçesinde, bu yeni kavrama ilişkin uygulamadan iki örnek verilmiş ve bu örneklerde kişinin “olası kastla” hareket ettiğinin kabulünün gerekeceği belirtilmiştir.
TCK’nın 22. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen “bilinçli taksir” kavramı ile (ki bu kavram da ceza yasamıza ilk olarak 4785 sayılı yasa ile girmiştir) “olası kast” kavramı birbirine çok benzeyen kavramlar olup, uygulamada aynı eylemler nedeniyle birçok farklı kararlara yol açabileceği ve toplumun yargıya güvenini sarsabileceği, toplum barışını bozabileceği şimdiden görülebilmektedir.
Nitekim, bilinçli taksiri düzenleyen 22. maddenin gerekçesinden bu husus açıkça görülebilmektedir. Ülkemizdeki ölümlü trafik kazalarının fazlalığı nedeniyle toplumda oluşan duyarlılığın ve tepkinin sonucu olarak ortaya çıkan ihtiyaç, 4785 sayılı yasayla getirilen “bilinçli taksir” kurumunu yaratmıştır. Ceza hukuku uygulamasında yıllardır yerleşmiş bulunan “kast” ve “taksir” kavramlarının arasında henüz yeni sayılabilecek “bilinçli taksir” kavramından sonra şimdi de yeni bir “olası kast” kavramı yaratmak, bir tepki normu olacak ve fakat uygulamada karmaşaya ve büyük sorunlara yol açacaktır.
TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrası tamamen kaldırılmalıdır.
ll- (Madde:29): “Haksız bir fiil mi? Bir haksız fiil mi?”
Haksız tahrik
MADDE 29. - (1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.
DEĞERLENDİRME:
Maddede yer alan “haksız bir fiil” ibaresi, gerekçedeki gibi doğru terim olan “bir haksız fiil” olarak düzeltilmelidir. “Haksız fiil” gerek Ceza ve gerekse Medeni Yasada objektif bir hukuki kavram olarak yer almaktadır. Bu kavramın “bir haksız fiil” yerine “haksız bir fiil” olarak yazılması uygulamada kargaşa doğurabilecek, maddenin amacı doğrultusunda uygulanmasını engelleyebilecektir.
Bu nedenlerle “Haksız bir fiil” ibaresinin “Bir haksız fiil” olarak değiştirilmesi yukarda belirtilen olası sakıncaları ortadan kaldırabilecektir.
lll- (Madde 53/1): “Fer’i cezalar yargıcın takdirinde olmalıdır.”
Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma
MADDE 53. - (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
b) Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî hakları kullanmaktan,
c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,
d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasî parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tâbi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,
yoksun bırakılır.
DEĞERLENDİRME:
TCY’nin belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmayı düzenleyen 53. maddesindeki düzenlemenin; TCY’nin genel gerekçesi ile 1. maddesinde ve gerekçesinde belirtilen amaçlarla uyuşmadığı görülmektedir. Gerçekten, bireyin temel hak ve özgürlüklerini esas alan, cezaların bireyselleştirilmesi ilkesinden hareket eden bir ceza yasasında, suçun yasada öngörülen temel cezasının yasal sonucu olarak ve kendiliğinden, bazı temel haklardan da yoksun kılınması demokratik toplumda kabul edilemez. Bu bağlamda, cezaların bireyselleştirilmesi ilkesinden hareketle, temel cezanın yanında uygulanacak fer’i cezalar (belirli hakları kullanmaktan yoksunluk) konusunda, yargıca takdir hakkı tanınmalıdır. Yargıç eylemin özelliğine ve sanığın şahsi durumuna uygun fer’i cezaların hangilerinin, ne kadarlık bir süreyle uygulanacağı konusunda takdir hakkına sahip kılınarak sorun çözülebilir.
lV- (Madde 84): “Basın artık ne şekilde olursa olsun Açlık Grevlerini ve Ötanazi kavramını tartışamayacak; taraftarlarının görüşlerini kamuya iletemeyecek.”
İntihar
MADDE 84. - (1) Başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İntiharın gerçekleşmesi durumunda, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Başkalarını intihara alenen teşvik eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu fiilin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulurlar.
DEĞERLENDİRME:
TCY’nin “İntihar” başlıklı 84. maddesinin önceki düzenlemeden birçok yönüyle farklı olduğu görülmektedir.
Basın örgütlerinin, konunun basın özgürlüğü ile ilgili kısmına dikkat çekerek, maddenin yeni haliyle basın özgürlüğü açısından sıkıntı yaratacağı eleştirilerine katılmamak mümkün değildir. Gerçekten de, AB uyum yasaları ve ilerleme raporları ile ulusal plan çerçevesinde geçtiğimiz yıl tamamen değiştirilerek, özgürlükçü bir bakış açısı ile yasalaştırılan 5187 sayılı Basın Yasasında, basın yoluyla işlenen suçlar bakımından hapis cezaları ilke olarak kaldırılmış ve yüksek miktarlarda para cezaları öngörülmüştü. Basın yoluyla işlenen intihara özendirme (teşvik) suçu da, Basın Yasasının 20. maddesinde düzenlenmişti. Oysa, bu suç TCK ile sınırları da genişletilmek suretiyle yeni baştan düzenlenmiş ve yeniden hapis cezası öngörülmüştür.
İntihara azmettirme, teşvik, yardım suçu eskiden, intihar halinde cezalandırılabilen bir eylem iken, yeni düzenlemede “intiharın gerçekleşmesi durumu” (2.fıkra), suçun nitelikli hali olarak düzenlenmektedir. Oysa, intiharın gerçekleşmemesi durumu diye bir şey sözkonusu olamaz. TDK sözlüğünde intihar; “bir kimsenin toplumsal ve ruhsal sebeplerin etkisiyle kendi hayatına son vermesi” olarak tanımlanmıştır. Bu durumda, gerçekleşmeyen şeyin adı zaten intihar değildir, olsa olsa intihara teşebbüstür. Dolayısıyla, maddenin 1. fıkrasındaki suçun (2.fıkradaki suçun nitelikli hali yani intiharın gerçekleşmesi durumu dikkate alındığında); başkasını intihara azmettirme suçu değil, başkasını intihara teşebbüse azmettirme suçu olması gerekir.
Nitekim, mevcut ceza yasasında intihara azmettirme suçunun oluşabilmesi ölüm olgusuna bağlıydı. Şimdiki düzenlemede intihara teşebbüse azmettirme, teşvik ve yardımın da suç olarak düzenlenmesi ise yine geçtiğimiz yıllarda kamuoyunun gündemine gelen “satanizm” olaylarının doğurduğu ihtiyacı karşılamak içindir.
Buna karşın, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de gerek bilimsel, gerekse ahlaki ve sosyal boyutu ile toplumda dönem dönem tartışılan “ötenazi” kavramının, sadece tartışılması bile maddedeki düzenleme ile artık suç olarak değerlendirilebilecektir. Ayrıca eylemin basın yayın yoluyla işlenmesi halinin suçun ağırlaştırılmış şekli olarak düzenlenmesi, toplumda bu tür tartışmaların önünü kapatacaktır. Bu ise demokratik bir toplumda kabul edilemez.
V. (Madde 225): “Hayasızca hareketler başlığı altında düzenlenen suç tipi ‘cinsel arzuların’ tatmini amacına yönelik her türlü davranışı cezalandırıyor. Teşhircilik suçu yalnızca cinsel organların teşhirini değil vücudun herhangi bir yerinin de gösterilmesini kapsıyor.”
Hayasızca hareketler:
MADDE 225. - (1) Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
DEĞERLENDİRME:
“Hayasızca Hareketler” başlığı altında düzenlenen suç tipi, mevcut TCY’de de düzenlenmiş idi. Madde önceki haliyle pek çok Yargıtay kararında uygulamasını bulmuş olup, ne hukuk uygulaması yönünden, ne de toplumsal beklentileri karşılaması bakımından hiçbir sıkıntı mevcut değilken, yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Önceki düzenleme (m. 419), yeni düzenlemenin aksine özel bir tanım yapmayıp, genel olarak “alenice yapılan hayasızca hareketleri” ve “aleni biçimde cinsel ilişkide bulunmayı” cezalandırmaktaydı. Yeni düzenlemede madde başlığı olarak “Hayasızca hareketler” denmişse de maddede bu kavram ile kast edilenin özel olarak “teşhircilik” ve “cinsel ilişkide bulunmak” olduğu yazılmıştır.
Maddenin gerekçesinde Cinsel İlişki; “Cinsel arzuların tatminine yönelik her türlü davranışı”; Teşhircilik ise, yalnızca cinsel organların değil, vücut bölgelerinin ihlal niteliğindeki her türlü teşhiri olarak tanımlanmıştır.
Bilindiği gibi yasa gerekçeleri madde metninden sayılmaz ise de, uygulamadaki yol göstericiliği tartışılmazdır. Çoğu kez yargıç bir yasayı uygularken yasa koyucunun amacını da dikkate alır ve yasayı gerekçesi ile birlikte yorumlar, uygular. Bu anlamda gerekçenin önemi büyüktür ve bu gerekçe, yasa uygulayıcılarına çok geniş bir uygulama alanı vermektedir. Aleni olarak; örneğin dudaktan öpüşmek, kadınların göğüs ve göbek gibi bölgelerinin gözükmesi vb. hareket, bu suç tipinin gerçekleşmesi için yeterli sayılabilecektir. Maddenin bu şekilde uygulanabilme olasılığı pek fazladır. Bu durumun kişisel hakların ihlaline yol açacağı şüphesizdir. Özellikle turistik bölgelerde yaşanacak sorunlar vahim sonuçlara yol açacaktır. Maddenin -gerekçesi ile birlikte- yeniden gözden geçirilmesinde sonsuz yarar bulunmaktadır.
Vl- (Madde 227/8): “Fuhşa sürüklenen kişinin rızası hilafına tıbbi terapiye tabi kılınması hukukun genel ilkelerine ve temel insan haklarına aykırıdır.”
Fuhuş
Madde 227/8: Fuhşa sürüklenen kişi, tedavi veya terapiye tabi tutulur.
DEĞERLENDİRME:
Cinsel ilişki, tecavüz suçu dışında ve 21 yaşını bitirmemiş kişilerin cinsel ilişkileri dışında, suç teşkil eden bir fiil değildir.
Fuhuş ise kişinin belli bir para veya menfaat karşılığı cinsel ilişkiyi geçim aracı olarak kullanma eylemidir. Bu fiilin de suç teşkil etmesi düşünülemez. Nitekim yasakoyucu da bu düşüncededir.
Maddenin 1-7. fıkraları hukuka uygun olarak yalnızca fuhşa teşvik eden kişinin fiilini suç olarak göstermesine rağmen, aynı maddenin son fıkrasında “fuhşa sürüklenen kişinin kendi iradesine rağmen tıbbi terapiye tabi tutulması” hukukun genel ilkelerine aykırıdır.
Bu nedenle tıbbi terapiye tabi tutulmak keyfiyetinin yalnızca “fuhşa sürüklenen kişinin iradesine bırakılması” gerekir.
Kaldı ki sanık olmayan bir kişi hakkında yaptırım öngörülmesi, ceza hukukunun en temel ilkelerine aykırıdır. 227. maddenin 8. fıkrası yasadan çıkarılmalıdır.
Vll. (Madde 278): “Herkese her türlü suçu ihbar yükümlülüğü getiriliyor.”
Suçu bildirmeme
MADDE 278. - (1) İşlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İşlenmiş olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması hâlen mümkün bulunan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Mağdurun onbeş yaşını bitirmemiş bir çocuk, bedensel veya ruhsal bakımdan özürlü olan ya da hamileliği nedeniyle kendisini savunamayacak durumda bulunan kimse olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılır.
DEĞERLENDİRME:
Mevcut TCY’de bulunmayan bu yeni düzenlemeyle, herkese suçu ihbar yükümlülüğü getirilmektedir. Maddeye göre “İşlenmekte olan veya işlenmiş olmakla birlikte neticesi devam eden suçu yetkili makamlara ihbar etmeyen kişi” ceza yaptırımı ile karşı karşıyadır. Gerçekte, kişiye ya da genel olarak kamuya zarar veren bir suçu, önlemek için harekete geçme yükümlülüğü ahlaki bir yükümlülüktür. Bu düzenlemeyle, suçu “önlemek” değil ancak, “önlenmesini sağlamak üzere” yükümlülük, ahlak alanından hukuk alanına taşınmaktadır. Bu ise, toplumsal barışa katkı yapmayıp, onu ancak bozucu bir etki doğurur. Bu suç tipi ile herkese ihbar zorunluluğu getirilmiştir. Madde, Türkiye’yi bir muhbirler ülkesine çevirecek niteliktedir.
İnsanlar, tanık oldukları ya da öğrendikleri her türlü suçu zamanında ihbar etmedikleri için suç işlemiş olacaklardır. Bu nedenle ceza yargılamasındaki tanıklık kurumu ortadan kalkacaktır. Zira bir suça tanık olan, ancak bunu zamanında bildirmeyen kişi, bu ihbar yükümlülüğüne uymadığı için sanık sıfatını taşıma ihtimali olduğundan, tanık olarak da kendisini göstermek istemeyecektir.
Ayrıca bu maddenin tam olarak uygulanması halinde , savcılıklara her gün binlerce suç duyurusu yapılabilecektir. Yargının inanılmaz bir iş yükü ile karşı karşıya kalma olasılığı vardır.
Maddenin tümüyle yasadan çıkarılması gerekmektedir.
Vlll- (Madde 280): “Her türlü sağlık personeline, görevleri sırasında ‘suç işlendiği yönünde bir belirti gördüklerinde’ ihbar mükellefiyeti getiriliyor.”
Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi
MADDE 280. - (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.
DEĞERLENDİRME:
Yasanın 280. maddesi ile, (ebe, hemşire, sağlık laboratuarlarında görev yapan kişiler dahil olmak üzere) tüm sağlık mensuplarına, görevlerini icra ederken “bir suçun işlendiği yönünde” bir belirti ile karşılaştıklarında durumu yetkili mercilere bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
Bu durumun son derece vahim sonuçlara yol açacağı ortadadır. Örneğin uyuşturucu müptelası olan veya herhangi bir suçu işleyen ve işlerken yaralanan bir kimse salt bu hüküm nedeniyle hekime başvurmaktan çekinebilir.
Madde ile getirilen düzenleme, bir yandan kişilerin Anayasa tarafından güvence altına alınmış olan yaşam hakkını olumsuz olarak etkilerken, diğer yandan da hekimlerin ve benzeri meslek sahiplerinin “sır saklama” yükümlüğünü ortadan kaldıran son derece tehlikeli ve hukuka aykırı bir durum yaratmaktadır.
Kaldı ki, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 46/b maddesine göre, her türlü sağlık mensubunun görevleriyle ilgili konularda tanıklıktan çekinme hakkı bulunmaktadır. Tanıklıktan çekinme hakkına sahip bir meslek mensubuna, öğrendiği bir suçu ve hatta suç işlediğinden yalnızca şüphelendiği bir kişiyi ihbar yükümlülüğünün getirilmesi, mantıken çelişkili olduğu gibi hukuken ve ahlaken de kabul edilemeyecek bir keyfiyettir. Bu nedenlerle, mevcut TCK’nın 530. maddesindeki düzenleme değiştirilmeksizin (dili sadeleştirilerek) aynen korunmasının uygun olacağı kanısındayız.
lX- (Madde 288): “Herhangi bir davada tarafların beyanlarının yayımlanması suç teşkil eden bir fiil olarak tanımlanıyor.”
Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs
MADDE 288. - (1) Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.
DEĞERLENDİRME:
Bu madde ile, herhangi bir ceza soruşturması kesin karar ile sonuçlanıncaya kadar, hem tarafların, hem üçüncü kişilerin beyanlarının yayınlanması, suç teşkil eden bir fiil olarak sayılmıştır. Madde halkın bilgiye ulaşma hak ve özgürlüğünü ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaktadır.
Adil yargılamanın asli unsuru bağımsız yargıdır, bu nedenle de yargının dış etkilerden korunması doğrudur. Ancak, bunu sağlayalım derken özellikle gündemde olan önemli davaların toplumun bilgilenme hakkından uzak tutulması ciddi demokrasi sorunları yaratacaktır.
Kaldı ki, Basın Yasasının 19. maddesi aynı konuyu düzenleyerek, hakim veya mahkeme işlemleriyle ilgili yorum yapılmasını yasaklamaktadır. Basın Yasası, getirdiği ağır para cezalarıyla, hem ceza hem hukuk davalarının sağlıklı yürümesini hedef alırken, TCY’deki düzenleme yalnızca ceza yargılamasını koruma altına almaktadır. Yargı bağımsızlığının sağlanması bakımından ceza ve hukuk yargısı arasında bir fark olamayacağı açıktır. Bu farklılık, 288. madde düzenlemesi getirilirken “korunmak istenen yararın ne olduğu” konusunda kuşku uyandırmaktadır.
Basın Yasasının hem hukuk, hem ceza yargı alanını koruma altına aldığı, ayrıca AB uyum müktesabatı çerçevesinde basına hapis cezasını kaldırdığı göz önüne alındığında, 288. maddenin varlık nedeni ortadan kalkmaktadır.
Belirtilen nedenlerle maddenin yasadan çıkarılması gerekmektedir.
X- (Madde 301): “Etnisiteye dayanan devlet anlayışı terk edilmelidir.”
Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama
MADDE 301. - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
DEĞERLENDİRME:
Mevcut TCY’nin 159. maddesinde düzenlenen bu hükümle, Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni oluşturan kurumlar görünüşte özel bir koruma altına alınmak istenmektedir. Bu tip hükümlerin, ceza yasalarında yer alması otoriter devletlerin Ceza Hukuku teori ve uygulamaları ile mümkün olmuştur. Özellikle ll. Dünya Savaşı’ndan sonra ulusalüstü insan hakları belgelerinin de yaygınlık kazanmasıyla birlikte bu tip, “devlete kutsallık atfeden” hükümler yasalardan silinip gitmiştir. Günümüzde, hiçbir çağdaş ceza yasasında buna benzer bir hükme rastlamak mümkün değildir (Bakınız: İspanya, Fransa, Portekiz vd.).
1. maddesinin gerekçesinde, totaliter devlet eleştirisinde bulunan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunan ve özgürlükçülük iddiası taşıyan yeni Ceza Yasamızda da böyle bir hükmün yeri yoktur. Bu anlamda yıllar boyunca mevcut TCK’nın 159. maddesine ve uygulamasına yöneltilmiş tüm eleştiriler 301. madde için de aynen geçerlidir.
Maddede geçen “Türklük” kavramının açıklamasıyla ilgili gerekçede yazılan bölüme özellikle dikkat çekmek isteriz.
Gerekçede aynen;
“Maddede geçen Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde ya¬şarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk Milleti kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar. Cumhuriyet deyiminden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti anlaşılmalıdır.”
denmektedir. Millet kavramının ötesinde kullanılan bir “Türklük kavramı”nın, milliyetçiliğin ötesinde, soya, hatta ırka bir vurgu yaptığı açıktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlığın ötesinde bir kimliği bu şekilde koruma altına alması, hem diğer etnik kimliklere karşı bir tehlike içermekte, hem de çağdaş hukuk düzenlemelerinin tamamen dışında kalmaktadır. Bu maddenin mutlaka yasadan çıkartılması gerekmektedir.
Xl- (Madde 305): “Türkiye’nin en önemli sorunları halkın gündeminden çıkarılıyor.”
Temel millî yararlara karşı hareket
MADDE 305. - (1) Temel millî yararlara karşı fiillerde bulunmak maksadıyla veya bu nedenle, yabancı kişi veya kuruluşlardan doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kendisi veya başkası için maddi yarar sağlayan vatandaşa, üç yıldan on yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adlî para cezası verilir. Yarar sağlayan veya vaat eden kişi hakkında da aynı cezaya hükmolunur.
(2) Fiilin savaş sırasında işlenmiş ya da yararın basın ve yayın yoluyla propaganda yapmak için verilmiş veya vaat edilmiş olması hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(3) Suç savaş hâli dışında işlendiği takdirde, bu nedenle kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine bağlıdır.
(4) Temel millî yararlar deyiminden; bağımsızlık, toprak bütünlüğü, millî güvenlik ve Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel nitelikleri anlaşılır.
DEĞERLENDİRME:
Her ne kadar yasanın 305. maddesi mevcut TCY’de bulunuyorsa da “milli menfaat” kavramının kişiden kişiye değişen bir keyfiyet olması; diğer bir anlatımla hukuki bir kavram olmaması nedeniyle “suçun tipiklik unsuru” açısından sorun yaratacaktır.
Maddenin ve gerekçesinin kamuoyundan gördüğü tepki, bu maddenin düşünce özgürlüğünü ne derecede ihlal ettiğinin açık göstergelerinden biridir. Bu nedenle 305. maddenin tümünün yasadan çıkarılması hukukun gereği olacaktır.
Xll-(Madde 318): “Vicdani ret” hakkı olarak tanımlanan düşünce açıklamaları suç olmaktan çıkarılmalıdır.”
Halkı askerlikten soğutma
MADDE 318. - (1) Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza yarısı oranında artırılır.
DEĞERLENDİRME:
AB üyesi bir çok ülkede ulusal savunma açısından profesyonel askerlik kurumlarının oluşturulması kabul edilmiştir. Ulusal savunmanın ne şekilde ve hangi güçlerce yerine getirileceği bütün dünyada tartışılan bir husustur.
Bu nedenlerle maddenin yukarıda belirtilen tartışmaların yapılabileceği şekilde düzenlenmesi düşünce özgürlüğünün, halkın bilgilenme hakkının tam olarak gerçekleşmesinin önünü açacaktır.
Xlll- (Madde: 329): “Devlet sırrı kavramı, hukuka uygun bir tanımlamaya kavuşturulmalıdır.”
DEĞERLENDİRME:
Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama
MADDE 329. - (1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiil, savaş zamanında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye koymuşsa, faile on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Fiil, failin taksiri sonucu meydana gelmiş ise birinci fıkrada yazılı olan hâlde, faile altı aydan iki yıla, ikinci fıkrada yazılı hâllerden birinin varlığı hâlinde ise üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.
DEĞERLENDİRME:
Mevcut Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasında yer almış olan devlet sırrı kavramı özellikle “Susurluk kod adlı” suç ilişkilerinin tam olarak ortaya çıkmamasının başlıca nedenlerinden biri olmuştur.
Ceza Yasasında “devlet sırrı” kavramı tanımlanmamıştır. Maddede konusu suç teşkil eden eylemlere ilişkin bilgi ve belgelerin, devlet sırrı olarak korunamayacağı vurgulanmalıdır. Madde bu ihtiyacı karşılayacak şekilde düzenlenmelidir."
(*) Yeni TCK'da değişiklik önerilerini kamuoyuna açıklayan ve milletvekillerine gönderen Açık Sayfa Aktüel Hukuk Dergisi:
TEL : 0 212 2490790 – 243 5219
FAKS : 0 212 2435130
E-POSTA : acik_sayfa@hotmail.com; ergincinmen@mynet.com
ADRES : İstiklal Cad. 483/2 Beyoğlu İstanbul