Güncelleme Tarihi:
Dünya Kupası’nda hiçbir oyuncu beni Mesut Özil kadar etkilemedi. Onda sadece büyük futbolcularda görülen, ayağında top varken ortaya çıkan durgun bir özgüven var. Diğerleri acele ederken, o sabırlı davranıyor. Bir omuz hareketiyle kendine alan açıyor. Sol ayağıyla, rahatlıkla bir pas çıkarabiliyor veya şut atabiliyor. 21 yaşındaki Özil bir Alman. Bu ona olan hayran olmamın bir başka nedeni.
Özil, iki geleneği bir arada bünyesinde barındırdığına inanan Türk kökenli bir Alman: “Futbola olan hislerim ve tekniğim Türk tarafımın bana katkısı. Disiplinim, tavrım ve sahip olduğum her şeyi ortaya koymak da Alman tarafımın” diyor.
Özil çok kısa süre önce Alman olmuş bir Alman. Berlin’de yaşadığım 1990’lı yıllar, sadece "Alman kanı"ndan gelenlerin Alman sayıldığı “Volkisch-Halkçı” milliyet anlayışından, milyonlarca göçmene ilk kez vatandaşlık hakkı sunan daha liberal bir anlayışa geçişin neden olduğu öfkeli tartışmalara sahne oldu. Özil, 1999’da kabul edilen göçmen yasasından önce Alman vatandaşı olamıyordu.
Bu yasa, Özil’in yanı sıra babası Tunuslu olan Sami Khedira ve Ganalı olan Jerome Boateng ile Brezilyalı Cacau ve Nijerya kökenli Dennis Aogo’nun bir parçası olduğu Almanya’nın doğumunu da beraberinde getirdi. “Volk-Halk”, Almanya’yı 2010 Dünya Kupası’nda son sekiz takım arasına taşımayı başardı.
BÜYÜK ADAMLAR GİDİYOR
Özil’e olan hayranlığımın bir sebebi daha var. Özil büyük olasılıkla, Alman Milli Takımı'nın “Büyük Adam”ı, Michael Ballack sakatlandığı için kadroya alındı. Aynı şekilde Gana da sakat "Büyük Adam"ı Michael Essien'in yokluğunda ilk sekize kalmayı başardı. Çeyrek finallerin diğer iki ismi Uruguay ve Paraguay'ın en baştan "Büyük Adam"ları yoktu.
Diğer yandan, Afrika’da düzenlenen ilk Dünya Kupası’nda takım oyunuyla desteklenmeyen yıldız takımların elendiğini görmek kötü bir şey olmayabilir. Diğer "Büyük Adam"lar, Samuel Eto’o ve Didier Drogba’nın takımları Kamerun ve Fildişi Sahili de elenmekten kurtulamadı.
Afrika bu tür bir ruha daha fazla ihtiyaç duyuyor. Kolonilerin ortadan kalkmaya başladığı 20’nci yüzyılın ortalarında, kıta daha çok “Büyük Adam"ın yeri oldu. Bu söz, V.S Naipaul'un 1979 tarihli kitabı “A Bend in the River”da bahsettiği diktatör için kullandığı tabirdi. Kongo’daki Kisangani şehrini yağmalayan diktatör, bunu öldürme yetkisi verdiği paralı askerler ile yapıyordu.
Kolonicilerin yağmaları, Büyük Adam’ın Afrika’nın varlıklarını tüketmesine yol açan yaklaşımın sadece bir parçasıydı. Muhtemelen en çok öne çıkan örnekler, bir dönem zenginlikleriyle ışıldayan ancak daha sonra geri bıraktırılan Zimbabve ve Kongo'ydu.
Kongo’da, 30 yıldan fazla süren dikta yönetiminin ardından, diktatör Mobutu Sese Seko elindeki enkazı milyonlarca insanın katledileceği sahne haline getirdi. Kısaca, Büyük Adam’ın gereksiz olduğunu Dünya Kupası’nda görmüş olmak beni memnun etti. Ayrıca maçların Afrika’nın kederine katkıda bulunan değil, acılarını paylaşan bir ülkede yapılmasından da mutluyum.
ZENGİNLİK DEĞİL KARMAŞA
Güney Afrika dünya platin rezervlerinin yüzde 90’ına, altın rezervlerinin ise yüzde 40’ına sahip. Bu durum, tıpkı Nijerya’da olduğu gibi Afrika ülkelerinin muzdarip olduğu “kaynak laneti”ni de kanıtlamış oldu. Dahası bugün Afrika hala yoksulluğun ve ırk ayrımcılığının olduğu bir yer.
Ancak kıta Büyük Adam’ın yıkıcı sendromuna direnebildi. Son 16 yılda, Güney Afrika'da üç serbest seçim düzenlendi ve dört devlet başkanı seçildi. Güçlü bir yargı sistemi ve özgür basın, kendilerini yıkmak isteyen girişimleri geri püskürtüyor. Çeşitli çıkar gruplarının oluşturduğu bu kesişme, Güney Afrika’yı uçurumun kenarından uzak tutuyor.
Almanya’da yaşadığım dönemde, bir Sosyal Demokrat bir keresinde bana Hitler’e karşı alınacak nihai zaferin ilk olarak Yahudi toplumunun yeniden oluşturulması, ardından Sovyetler Birliği’ndeki Yahudilerin cezbedilmesi olarak belirtti. O zamanlar bunun kibirli, değersiz bir yaklaşım olduğunu düşünüyordum. Ancak Özil ve Aogo, Avrupa’yı yok eden Büyük Adam’ın karşısında çok büyük bir zafer.
Afrika, not tutmalı.