Güncelleme Tarihi:
Yandaki cenaze fotoğrafı sizce nerede çekildi? Afganistan, S.Arabistan, Pakistan, Filistin ? Doğru cevap: Türkiye...
Le Figaro: Yeni bir ‘cihatçı’ tipi ortaya çıktı, bunların ortak bir profili var mı?
Olivier Roy: İngilizler ve Hollandalılar ihtihar saldırılarını gerçekleştirenlerin topluma iyi entegre olmuş, batılılaşmış (Batı’da okumuş, batılı kadınlarla evlenmiş...) müslümanlar arasından çıkmasına çok şaşırdılar. Demek ki ‘geleneksel’ müslümanlar teröre bulaşsa, çok da hayret etmeyeceklermiş. Halbuki bu gençler, babalarının, atalarının kültüründen koptukları için böyle yoldan çıkıyorlar...
Din ile ilişkilerini nasıl tarif ediyorsunuz?
Tıpkı Amerikalı hıristiyan gençlik gibi (‘born again’) bu batılılaşmış müslümanlar arasında da ‘yeniden dinî doğuş’ hadisesi gözleniyor. Kendilerini islâmî kimlikleriyle tanımlıyorlar ama bu İslâm geleneksel İslâm değil, kültürel İslâm da değil. Yani belli bir kültürle, ailelerinin kültürüyle, geçmişiyle bir ilişkisi yok. Bir ‘kültürsüzleşme’ süreci söz konusu.
Başa dönmek istiyorlar ama, bu onların hareket noktası değil aslında...
Militan bir geçmişleri var mı?
Bu aktivistler Müslüman Kardeşler gibi, Fransa’da UOIF (Fransa İslami Kuruluşlar Birliği) gibi, siyasi projesi olan bir teşkilattan geçmiyorlar. Ama çoğu Tebliğ’den etkilenmiş. (1920’lerde Hindistan’da ortaya çıkan ve bugün Pakistan’dan yayılan siyasi olmayan bir hareket.) Bunlar için önemli olan ‘kalıp’. Köktenci, soyut, virtüel, eti kemiği olmayan bir İslâm... Herhangi bir kültürle ilişkisi olmayan, hiçbir sosyal bağı olmayan bir İslâm... Tebliğciler, İslâm’ın kültürel, etnik, ulusal etkilerle ‘saptırıldığı’ ve ‘süpranasyonal’ bir İslâm’a geri dönülmesi gerektiğine inanoyarlar. ‘Kökünden kopmuş’ Müslüman gençliğe, ‘kökünden kopmuşluğun’ reklamı yapılıyor: “Ecdadının dinini bulamaz mı oldun? Ne mutlu sana! Bu sayede gerçek İslâm’a kavuşacaksın...”
Bu dinî ‘yeniden doğuş’tan teröriszme nasıl geçiyorlar?
Bu gençler çok sıkıntılı. ‘İlahî değişmez gerçeği’ ilan ettiğini iddia eden, herhangi bir sosyal veya kültürel bağı olmayan bir İslâm’ı yaşamak çok ağır bir yük. Bunlar ‘gerçek’ bir dava için mücadele eden, Irak için, Filistin için gösterilere katılan, Felluçe’de bir yetimhane açmak için dernek kuran gençlerden değil. Ancak mücadelelerinde bir ‘anti-emperyalist’ yan var. Neticede bu gençler, 1970’lerde abilerinin yaptığı gibi, mevcut düzene ve Amerika’ya isyan ediyorlar.
Peki bu ‘intihar eğilimi’ nasıl ortaya çıkıyor?
(Not: Tam tercüme edemedim, aslında ‘apokaliptik sapma’ diyor soruyu soran...)
Devrim için devrim gibi, burada da ‘Cihat için Cihat’ söz konusu. Burada da ‘enternasyonalizasyon kültü’ söz konusu. Dertleri âdil bir İslamî düzen kurmak değil, sadece mevcudu yıkmak istiyorlar. Gelecekten bir beklentileri, bir umutları olmadığı için, intihar eğilimine gidiyorlar. Usame Bin Ladin bu çatışmaya bir ‘katliam boyutu’ getirdi.
Şiddete nasıl bulaşıyorlar?
Süratle, genelde bir iki sene içinde. Zannedildiğinin aksine, bu radikalleşmede köktenci imamların bir rolü yok. Vaizleri dinlemeye gittiklerinde, bu gençler zaten çoktan radikalleşmiş oluyorlar. Mesela, Finsbury Park’ta atılan nutukları dinlemeye gittiğinde Musavi çoktan radikal bir militandı. Radikalleşme genellikle bir ‘arkadaş grubu’ içinde yaşanıyor. Genellikle bu grubun içinde bir kişi ‘guru’ rolünü üstleniyor. Leeds’te, Kazablanka’da, Madrid’de, hatta 11 Eylül’de saldırı düzenleyenlerin geçtiği yol hep bu yoldu. Birlikte tuttukları dairelerde yaşayan, birbirinin nikâh şahidi olan gençler... Bütün iletişimleri kendi aralarında, grup içinde, onun için istihbarat birimleri bunları önceden izleyemiyor.
(30-31 Temmuz 2005 tarihli Le Figaro’dan tercüme edilmiştir.)