Güncelleme Tarihi:
Piyanist Aydın Esen, dördüncü CD'si Timescape'i yaptı.
Sesi Türkiye'de çok az duyulsa da, müzik çevrelerinin 'dahi çocuk' payesini verdiği ender isimlerdendir Aydın Esen. Piyanist ve besteci olarak yeteneği, Berkeley'de okumak için gittiği Amerika'da Downbeat, Keyboard gibi dergilerce 'Yılın Başarılı Çağdaş Müzikçisi' seçilerek onanmıştır. Geçen yılın sonunda, yeni kurulan Türk plak firması Double Moon için stüdyoya girdi.
Müzik çevrelerinde cazın harika çocuğu olarak biliniyorsunuz. Gözler üzerinizde, beklentiler yüksek. Son albümün üzerinden yedi yıl geçti. Tüm bunlar yeni bir CD için stüdyoya girerken sizi zorladı mı?
- Beni insanlarınkinden çok kendi beklentilerim zorlar. Her yeni albümde kendi standartlarımı yakalamaya çalışırım. Stüdyoya girerken çevredeki beklentilerin farkındaydım. Bu beni olumlu etkiledi. Birkaç farklı projeyle girdim stüdyoya. Nefesli çalgıların da yer alacağı geniş bir grup düşünmüştüm mesela. Dörtlüde karar kıldık. Kayıtlarda sonuç umduğumdan daha iyi oldu. Bu arada belirtmekte yarar var, ben müziğimin kategorize edilmesinden caz etiketi yapıştırılmasından hoşlanmıyorum. Çağdaş müzik denmesi daha doğru olur. İçinde caz ögeleri olan, fussion ötesi, her tarafı fokur fokur kaynayan bir albüm Timescape.
SAF MÜZİĞİN PEŞİNDE
İsminden yola çıkarak, Timescape'in zamanın sesli fotoğraflarından oluşan bir albüm olduğu söylenebilir mi?
- Öyle denebilir. Zaman içinde kaybolmuş ya da bir kenara bırakılmış, albümlere girmemiş fikirlerin de yer aldığı bir kayıt bu. Zamanla ilgili manzaralar sunuyor insanlara.
Seçilen kesitler Esen'in kişisel tarihi, değişimiyle mi ilgili?
- Kaçınılmaz bu. Zamanla birlikte ben de kişisel olarak değişiyorum. Hayata, müziğe bakışım deşiyor. Ayrıca süpernaturel değişimler var. Ama 'Timescape' retrospektif bir albüm değil. Çünkü, 1970'de bestelenmiş bir parça bile, zaman içinde defalarca çalınarak olgunlaşır ve geleceğe uzanan bir boyut kazanır. Bu albümdeki üç zaman kesiti bir araya geliyor: Bestecinin, evrenin ve grubunki. Bence albümün önemli özelliklerinden biri de, dört müzikçinin yaratıcı iletişimini göstermesidir.
Baron Browne ve Steve Smith'le kaç yıldır birlikte çalıyorsunuz?
- 15 yılı aştı tanışıklığımız. Berklee Koleji'nde John Scofield, Mick Goodick, Steve Smith gibi isimlerden oluşan bir çevremiz vardı. Müzik üzerine düşünen, çok yaratıcı bir ekipti. Browne, 1980'lerde kurduğum Transfussion'ın ilk kadrosunda yer aldı. Okul bitince dağıldık. Yapabildiğimizce buluşup birlikte çaldık. Formlara bağlı kalmayan, açık düşünebilen bir takım olduk. 15 yıllık, milyonlarca saatlik alışveriş sonucu aramızda müthiş bir iletişim oluştu.
Bu albümde, 'Anadolu'nun aksine, coğrafi referanslardan uzak durmuşunuz.
- Ben müziğe hiç coğrafi konum açısından bakamadım. Baksaydım milyonlar satan albümler yapardım. Etnik müziklerin hepsi harika. Ama yerelliğin, benim müziğimle ancak dolaylı ilintisi olabilir. Türkiye'de yaşamanın bilinçaltı etkisi dokunuşumu etkilemiş olabilir mesela. Hepsi bu kadar. Saf müzik yapmak isteyen kişi dikkatini 'geçmişte neler yapıldı, bugün nerede olmalıyız,' sorununa odaklamalı, yarının müziğini düşünmelidir.
Öyleyse bu albümde, yazım tekniği ya da yorum açısından sıçrama, belki 'challenge' olarak nitelenebilecek birçok öge olmalı. Müziği söze dökmek zor, ama belki birkaçından sözedebiliriz...
- Albümün, 30 yıllık birikime dayanan yenilikçi bir armonik yapısı var. Melodi açısından da aynı şey sözkonusu. Ben buradayım diye bağıran melodi anlayışı 40 yıl önce devrini tamamladı. Şimdi eserin her noktasında beliren, lineer, horizontal melodiler kullanılıyor. Benim çalışmalarımda da melodi taraftan kulağınıza çarpıverir, duyar ya da duymazsınız. Elektronik klavyenin kullanışında, doğaçlamada yenilikçi bir yaklaşım sözkonusu. Senfonik orkestraların bile ses açısından geri kaldığı bir çağda elekroniğin nasıl kullanılması ve neden zorunlu olduğu yolunda tezleri olan bir çalışma bu. Bir de dört müzikçinin takım oyunuyla ulaştığı düzey var tabii.
SESLİ AİLE FOTOĞRAFI
Synthesizer'da yeni ton geliştirme yolunda çabanız oldu mu?
- Evet HiFi Derneği'nden birkaç kişinin de yardımıyla bu konu üzerine epey çalıştık. Onların da yardımıyla transistörler, farklı kablolar kullanarak yeni tonlar aradım.
Yine de albümün dünyası piyanonun çevresinde şekilleniyor.
- Stüdyoya girerken herşeyin dengeli kullanıldığı bir yapı tasarlamıştım. Sanıyorum, söylediğiniz gibi, piyano merkezdeki yerini korudu. Bu kendiliğinden oldu. Aslında ben piyanoya da keyboard, yani ses olarak bakıyorum. Elektronik klavyenin ise şova kaçmadan, gerektiği yerde çalınması gerektiğini düşünüyorum.
Oğlunuza ithaf ettiğiniz solo çalışmada da, gerçek sesinizi seçer gibi, piyanoyu tercih etmişsiniz.
- Aykan evde müzikle büyüdü. Elektronik tınıları da çok seviyor. Albümün en sevdiği parçası ise tamamen elektronik klavyelerle çaldığım Scape.
Sesli aile fotoğrafınızı Moody'nin sonuna yerleştirmenizin özel bir nedeni var mı?
- Tamamiyle rastlantı. Aykan stüdyoya geldiği bir gün şarkı söylemek istedi. Eşim Randy'yle stüdyoya girip birbirimizin sesi üzerine emprovizasyonlar yaptık. Moody'nin finaline yerleştirdik.
İç dünyanızın kapısını tekmeyle açmak istemem. Yine de, Weepin for that Dream gibi çok etkileyici bir baladı yazdıran düşü merak ediyorum. Bir şeyleri kaybetmekten mi korkuyorsunuz?
- Balad benim çok az yazdığım bir tür. Eşim Randy sözünü yazdı, ben besteledim. İçinde birçok duygu var tabii.
Yeni projelerinizden bahsederek bitirelim bu söyleşiyi isterseniz...
- İngiliz HiFi firması Naim için ABD'de solo bir albüm kaydetmeyi planlıyorum. Kilise gibi akustiği iyi olan bir ortamda çalacağım. Canlı kayıt olacak. Belki Randy de bana sesiyle eşlik edecek. Daha sonra geniş bir grupla bir başka albüm kaydetmeye hazırlanıyorum. Kaydedilen ve bekleyen iki albümün de yayımlanması sözkonusu olabilir.