Güncelleme Tarihi:
Merkez üssü Kahramanmaraş olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler, çok acı bir felaketi yaşamamıza neden oldu. Depremin vurduğu 10 kentte ciddi hasar oluşturan eski yapılar dışında yeni yapılmış binaların da yıkılması çok büyük tepki çekti.
Örneğin, Malatya'da yıkılan bir binanın ilanında henüz bir yıllık olduğu ve "Bina son deprem yönetmeliğine uygun olup tüm malzemeler birinci sınıf kalite ve işçilik ile tamamlanmıştır" ifadesi yer alıyor. Bu durum, 17 Ağustos sonrası da deprem gerçeğini görmezden gelerek hareket edenlerin varlığını gözler önüne seriyor.
Türkiye bir deprem ülkesi. Buna rağmen neden deprem gerçeğinden uzak bir şekilde hareket ediliyor? Neden bir türlü deprem kültürü oluşturamıyoruz?
‘BÖYLESİ BİR HASAR OLMAMASI GEREKİRDİ’
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz deprem mühendisi Prof. Dr. Mustafa Erdik, “Öncelikle şunun altını çizmek gerekir ki bu çok büyük bir deprem. Buna benzer bir depreme 1906’da yaşanan San Francisco depremini örnek verebiliriz. O depremde bölgenin yüzde 80’i yıkılmanın yanı sıra yandı. Depremlerde hasar kaçınılmaz, mutlaka hasar olacaktır ama ‘ikili hasar’ olmaması gerekir” dedi.
Prof. Dr. Erdik, ‘ikili hasar’ olarak vurguladığı durumu şu şekilde detaylandırdı:
-- İkili hasar; bütün katların üst üste gelmesi ya da yığılıp düşmesi demek. Yaşanan depremde sıklıkla bu şekilde hasar görülüyor. Bir de ayakta duruyor gibi gözüküp ağır hasar alan binalar var. Ayakta gördüğümüz binaları ‘hasarsız’ olarak kabul etmemeliyiz. Normal bir depremde ağır hasarlı, yıkılan, orta hasarlı, daha az hasarlı ve hasarsız binalar olur. Depremlerde hasarın belirli bir dağılımı olması lazım. Bu depremde sadece ikili hasar görüyoruz ve asla istenilen bir şey değil.
-- Bunların altında da şartnamelere uyumsuzluk yatıyor. Şartnamenin tüm detaylarına hâkim olursanız ve buna göre yapıyı hazırlarsanız sağlam bir bina inşa edebilirsiniz. Çünkü bu şartnameye uyulursa beton ve demir gibi malzemelerin iyi kalitesinin dışında; kolon ve kiriş detaylarına, nervürlü çelik kullanılmasına kadar her şey daha sağlam olur. Bunların doğru biçimde olmaması istenmeyen hasar biçimlerine yol açıyor. Şartnameye yüzde 100 uyulsaydı hasar yine görecektik ama hasar tipi bu olmayacaktı.
‘BİR ŞEY OLMAZ AĞABEYCİLİK EN BÜYÜK SORUNLARDAN BİRİ’
Ayrıca Prof. Dr. Mustafa Erdik, “Küçük bir detay ama ‘bir şey olmaz ağabeycilik’ de sorunlardan biri. Mesela kolon yapımındaki malzeme hatalarının çoğu malzeme kaçırma isteğinden değil cehaletten kaynaklanıyor” dedi.
‘KÖTÜ YAPIDA MAHALLE BASKISI YOK’
Tüm bunları gören ve bilen insanların, ses çıkarmamasının da çok büyük sorun olduğuna değinen Prof. Dr. Erdik, “Maalesef görüyoruz ki bu konuda bir mahalle baskısı da yok. Örneğin bir kişi oturduğu evin karşısında yeni yapılan binanın çok sağlam yükselmediğini görüyor. Hatta yapılan usulsüzlükleri de öğreniyor ama ses çıkarmıyor. Bu anlayışı Japonya’da yapmaya kalksanız ya da bu şekilde hareket etseniz mahalle baskısından izin verilmez. Maalesef bu durum çoğunluklu olarak bizim kültürümüze özgü bir husus” ifadelerini kullandı.
Depremin sosyolojik açıdan toplumda nasıl etkiler yarattığını sorduğumuz Siyaset Bilimci ve Sosyolog Dr. Öğr. Üyesi Baturay Yurtbay, “Depreme toplumsal lensten baktığımızda, felaketin toplumla ilgili her türlü eylemi ve söylemi etkilediğini göz önünde bulundurmalıyız” dedi ve şu bilgileri paylaştı: “Deprem sonrası daha uzun sürecek farklı bir dönem başlıyor. Aslında bu dönem depremin tam olarak topluma nasıl etki ettiğinin görüldüğü dönem. Deprem sonrası tekrar yapılanmada bireyin evi ve çevresi değişir. Buna bağlı olarak da mahalle ve bölgelerdeki insan ilişkileri değişir. Tüm bunların dışında depremler ve büyük afetler travmalar oluşturur, melankoliyi ve yas tutma süreçlerini hızlandırır. Depremlerin ve yıkımların etkisi sadece somut binalardan oluştuğunu düşündüğümüz kurum ve kuruluşların tekrar yapılanmasıyla bürokratik atmosferi değiştirir ve yeniden kurulmaya çalışılan bürokrasi toplum içinde iş/emek akışında olumlu veya olumsuz değişiklikler yaratır” dedi.
‘TÜRKİYE’DEKİ İNSANLARIN EVE BAĞLILIĞI BULUNMUYOR’
Türkiye'de ev, yatırım ya da al-sat olarak görülüyor. Örneğin ABD’de olduğu gibi bir evde en az iki nesil yaşamıyor.
Prof. Dr. Mustafa Erdik’e bu bakış açısının deprem kültürümüze nasıl negatif bir etki yarattığını sorduğumuzda “Bu doğru, Türkiye’deki insanların eve bağlılığı bulunmuyor” cevabını verdi. Prof. Dr. Erdik, şu bilgilerin altını çizdi:
“ABD’de ‘home’ ve ‘house’ benzer gözükse de iki farklı şey. Home yaşanılan, house ise alım-satım yapılan evler. Türkiye’deki evlerde insanların eve bağlılığı yok ve sadece alım-satım yapılacak bir şey olarak görülüyor. Öyle olduğu için de ‘ben zaten bunu satarım’ düşüncesiyle güçlendirme yoluna fazla girilmiyor. Bu anlayışın değişmesi çok vakit alır. Ama ne yazık ki böyle bir vaktimiz yok.”
YAPI STOĞUMUZA OLAN GÜVENİ YENİDEN NASIL İNŞA EDECEĞİZ?
Bu deprem bir kez daha gösteriyor ki yapı stoğumuza olan güven yeniden gündeme gelecek. Peki bu stoğumuza ne kadar güvenebiliriz? Nasıl bir dönüşüm başlatmamız gerekiyor?
“Bu noktada herkese sorumluluk düşüyor” diyen Prof. Dr. Mustafa Erdik, “Ülkede hesap verilebilirlik önemli bir problem. Eğer bir bina iskân ruhsatı alıp depremde yıkıldıysa, bu ruhsatı verenlerin de sorumluluk taşıması gerekir” dedi ve ekledi:
-- Mahkemeye verilir ceza alır ama mutlaka mali hesap verebilirlikle de desteklenmeli. Bu demek oluyor ki; mühendis ve müteahhitlerin tıpkı tıp camiasında olduğu gibi yanlış uygulama sigortası alması lazım. Projede hata bulunduğundan idari ve hukuki sonuçların yanı sıra yanlış uygulamadan zarar görenlerin zararı da maddi olarak karşılanmalı.
-- Devlet, yanlış uygulama sigortası olmayanlara izin vermemeli. Bu sigorta mühendislikte büyük işler için mutlaka istenir. Türkiye’deki önemli yapıların zarar görmemesinin altında iyi mühendisler ve yetkin firmaların projelendirip, inşa etmesi yatıyor.
Bina yapım sürecindeki her türlü sorun ve çarpık kentleşme, depremde ortaya çıkan somut unsurlardan bazıları olabiliyor. İnsan çeşitli nedenlerle ister cehalet ister bilgisizlik ister de bilinçsizlik diye adlandırın; somut yapılar yapıyor ve bu yapılar toplumun hizmetine sunuluyor. Bazen beğendiğimiz, bazen hayranlık duyduğumuz bazen ise çirkin ve kent hayatına uyumsuz olarak değerlendirdiğimiz yapılar ortaya çıkıyor. Bu yapılar zarar gördüğünde toplumun kendini sorgulama evresi başlıyor. Bütün bu çerçevede insan eliyle yapılan ama aynı zamanda insana zarar veren bir duruma, ikileme şahit oluyoruz ve daha sonrasında ise gözümüzde yaratmaya çalıştığımız 'toplumsal düzenin rasyonalitesini' sorgulamaya başlıyoruz.
Siyaset Bilimci ve Sosyolog Dr. Öğr. Üyesi Baturay Yurtbay
‘İNSANLAR KENTSEL DÖNÜŞÜMLERDE YENİ EV AYNI BÜYÜKLÜKTE OLSUN İSTİYOR’
Büyük bir deprem beklenen İstanbul’da şu an güçlendirilmesi gereken 40 bine yakın bina olduğu söyleniyor. En kötüsü ise çoğunda yaşayanlar var. Peki güçlendirme için nasıl bir yol izlemek gerekiyor?
Bu önemli konuyla ilgili Prof. Dr. Mustafa Erdik, “kentsel dönüşümü ikiye ayırmak lazım” diyerek, “Biri; şehrin uzun vadeli mimari, estetik ve kentsel planlamasının değişmesi için yapılan dönüşüm. Diğeri de deprem odaklı kentsel dönüşüm. Bu uzun süreye yayılamaz ve mümkün olan en kısa sürede yapılmalı” ifadelerini kullandı.
-- Öte yandan bugün insanları evlerinden çıkarmadan yapılacak güçlendirme projeleri de var. Kiriş ve kolon güçlendirmeleri de yapılıyor. Daha hızlı olması için öncelikle güçlendirme çalışmaları sonrasında da iyi bir dönüşüm olmalı. Bu konuyu kısaca şöyle özetleyebilirim; hastaneye iki yaralı geldiğinde dikiş atarken estetik olması ön planda olabilir ama o hastaneye bin yaralı gelince ilk amaç kan kaybını durdurmak olur.
Fotoğraflar: Alamy, DHA