OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 02, 2001 00:00
'YAZMA' EYLEMÄ°NÄ°N DAYANILMAZ AÄžIRLIÄžINA PSÄ°KOLOJÄ°K BÄ°R YAKLAÅžIM Nacizane köşeciÄŸimizi bile idame ettirebilmek için haftanın konusunu bulabilme uÄŸruna son bir buçuk yıldır düştüğümüz sıkıntılara bakarak, hergün bir ya da birkaç yazı üretmek zorunda kalan köşe yazarlarının ve hatta roman veya öykücülerin neler yaÅŸamakta olduÄŸunu az çok tahmin eder olmuÅŸtuk aslında. Hatta eskiden burun kıvırdığımız bir çok yazara bile artık farklı gözle bakıyorduk. Ama 'yazma' eyleminin psikologlar tarafından incelenmeyi gerektirecek denli bir anksiyete (korku, endiÅŸe) haline dönüştüğünün henüz farkında deÄŸildik. Evet sevgili okuyucularımız; Mart 2001 itibariyle New York kentinin Manhattan bölgesindeki ünlü bir otelde '1. Uluslararası Yazar Anksiyetesi Sempozyumu' düzenlendi. Aylardır son yaÅŸadığı ilginç iliÅŸkisini yazmak isteyip cesaret bulamayanlar; gizlice yazdığı ÅŸiirlerini en yakın arkadaşına bile okutamayanlar, Agora'ya yollamak istediÄŸi öyküsünün okuyuculara orijinal gelmeyeceÄŸini düşünüp vazgeçenler; artık dünyada yalnız olmadığınız açıkça belgelendi. Size caka satan o ünlü yazarlar bile ne sıkıntılar çektiklerini itiraf etmek zorunda kaldılar sonunda.Ä°ÅŸte bu hafta, biraz televoleci bir yazı olacak gibi görünse de, yazmanın psikolojik zorlukları konusundaki son tıbbi geliÅŸmeleri irdelemek istiyoruz. Gelin önce yukarıda adı geçen ÅŸu son Sempozyumdan baÅŸlayalım. HerÅŸey Pulitzer ödüllü yazar Louise Gluck'ın yazılarına baÅŸlamaya yakın ÅŸiddetli bir anksiyeteye kapıldığını ve yazının basılmasına dek içinden atamadığı bir korku halini yakın arkadaÅŸlarına tarif etmesiyle baÅŸlamıştı aslında. Sonra Amerikan Ulusal Kitap Ödülü sahibi, ünlü biyografi yazarı Judith Thurman'ın 'yazar olmanın getirdiÄŸi anksiyete hissi' konusunda hiç hazırlanmadan saatlerce konuÅŸabileceÄŸini belirterek, yazılarını hazırlarken vücudunda gerilmedik tek bir sinirinin kalmadığını hissettiÄŸini itiraf etmesiyle konumuz iyice popüler hale geldi. Ardından Anne Roiphe, Lucy Grealy gibi yazarlar da olaya eklenince iÅŸ psikoanalistlere götürüldü. Onlar da muhtemelen meslek hayatları boyunca ilk kez 'bizim şöyle bir rahatsızlığımız var' diyerek ayaklarına kadar gelen bir hasta grubunu elbette ki geri çeviremediler. Dr. Donna Bassin önderliÄŸinde ve Psikoanalitik EÄŸitim ve AraÅŸtırma Enstitüsü kontrolünde düzenlenen ilk sempozyumun da temelleri atılmış oldu böylece.Merak ediyorsanız toplantıda belli bir gündemin baÅŸtan belirlenmediÄŸini belirtelim. Önce katılımcı analistler yazarken kendi hissettiklerini ve yaÅŸadıklarını anlatmışlar ve izleyiciler önünde irdelemiÅŸler. Herkes de kendine bundan bir pay çıkarmış. Sonra da izleyiciler anlatmış, doktorlar dinlemiÅŸ. Ä°lk sempozyumun hakim cinsiyet grubunun 'diÅŸi' olması üzerine yönetici Dr. Bassin; aslında bilimsel temelde tüm yaratıcı insanların korku ve endiÅŸelerinin olduÄŸuna inandığını ve yılın ikinci yarısında düzenlenecek toplantıya erkekleri de davet ettiÄŸini belirtmek zorunda kalmış. Hani bayan okuyucularımız alınmasın diye not düşelim..Zaten New York Ãœniversitesi'sinden Dr. Slochower, yazarların eylemin herhangi bir aÅŸamasında korku veya endiÅŸeye kapılabileceÄŸini; kadınların genellikle ortaya attıkları fikirlerin 'geçerliliÄŸi', erkeklerin ise 'rekabet gücü' hakkında sıkıntı yaÅŸadıklarını saptamış. Ä°kinci aÅŸamadaki anksiyete ise yazının basılıp piyasaya verilmesiyle ÅŸekilleniyormuÅŸ. Yani okuyucuların ve kritiklerin eline geçince. Bu kez yazarlar kendi çekincelerinin bir koro tarafından seslendirilebileceÄŸi korkusuna kapılıyorlarmış. Çünkü psikoanalistlere göre yazmak geleceÄŸe ve dolayısıyla bilinmeyene doÄŸru bir yönelim. Anksiyete ise kiÅŸinin sürekli kendine sorduÄŸu 'ben ne olacağım?' sorusunun bir ürünü. Okuyucular ise bir nevi çocuk bakıcısı rolünün devamı, yani sorun hep aynı:'beÄŸenilme içgüdüsü'. Tıbbi yayınlarda yazarlar veya genel olarak sanatçılardan bahsedildiÄŸinde, terapilerde sürekli bir eleÅŸtirilme korkusu saptanıyor. Zaten Freud'a sorsanız konuyu hemen kuvvetli anneni baskısına getirecek.Örnek olarak da hep ünlü Viyanalı yazar Stefan Zweig'ı verirler ya. Tam bir anne-hakim ailede yetiÅŸen Zweig'ın narsizminin kökenlerini çocukluÄŸunda bulurlar. 'Dünün Dünyası' eserini yaklaÅŸmakta olan intiharının ilk belirtileri olarak gösterirler. Zaten 1942'de de ikinci eÅŸiyle beraber intihar ederek doktorları yalancı çıkarmamıştır o da . Detaya girmeyelim ama psikiyatride kavram olarak 'yazarın bloke olması' eskiden beri tarif ediliyordu. ÇeÅŸitli tedavi yöntemleri uygulanıyordu. Hafif seyirli vakalarda beklentilerin gözden geçirilmesi, görev analizi ve özsaygının yükseltilmesi denenirken; daha ciddi sorunlarda yaratıcı egzersizler veya grup terapiler devreye sokuluyordu. Åžimdi kalkıp benim size psikiyatri konusunda ahkam kesmem yakışık almayacak. Biz bu iÅŸi uzmanlarına bırakalım. Zaten iÅŸ ruhsal boyuta girdi mi ülkemizde yazmayı dümenine uyduran onlarca ablalar ve uzmanlar var. Bilimsel olarak psikoanalitik yazıların yaratıcı bir yönü olduÄŸu kabul ediliyor. Kendini ifade etmeyi ilgilendiren çeÅŸitli sorunları bünyesinde barındırdığından sanatsal bir üretim. Bu yüzden çekici belki de..Görüldüğü gibi sizleri yazmak konusunda cesaretlendirmek için daha fazla bir ÅŸey gelmez elimizden. Ãœlkemizde motivatör lakabıyla maruf nice sanatçı aÄŸabeylerimizden bile daha yararlı olduÄŸumuzu takdir edersiniz umarız.Hem yazmak bir yaÅŸam biçimiyse, artık yarım bıraktığınız ne kadar iÅŸiniz varsa tamamlamak için kolları sıvayabilirsiniz. Bütün korkularınız, anksiyetelerinizi bir yana bırakarak. Belki de ağırlaÅŸan maddi dünya koÅŸullarını biraz olsun böyle hafifletebilirsiniz..Kendini hala hazır hissetmeyenleri 'Ä°kinci Uluslararası Yazar Anksiyetesi Sempozyumu'na da davet edebiliriz. Tabii kalkıp yazarı mı kalmış, tüm millet topyekün anksiyetede de diyebilirsiniz.Vallahi siz de haklısınız...Az Anksiyeteli Haftalar Dileklerimizle...Dr. Serdar GÃœNAYDIN - 02 Nisan 2001, Pazartesi Â
button