Güncelleme Tarihi:
CHP milletvekili Dr. Suphi Baykam ve mimar-mühendis Mutahhar Baykam’ın ikinci çocuğu olarak 1957’de Ankara’da dünyaya gelen Bedri Baykam “Her gün siyaset konuşulan bir evde doğdum” diye başlıyor anlatmaya: “Ana mönü; hep yurt gezilerinde olan bir baba, aktif çalışan bir anne, bana bakan anneannem ve evimizin ‘Bacı’ isimli yaşlı emektarı, oyuncaklarım, kitaplarım, resimlerim ve devamlı bir heyecan; hırsız-polis veya Kızılderili-kovboy oyunları, sokaklar… Kovboy filmlerinden çok heyecanlanırdım, hemen onları çizmeye koşardım. Resimlerimi ilk kimin fark ettiği aile içinde küçük bir polemik konusudur. Annem, ‘Tabii ki ben! Resimleri benim malzemelerimle yapıyordu, çizimlerindeki kompozisyonun normal bir çocuk resmi olmadığını ilk ben keşfettim!’ derken teyzem Şükran Yalçın ilk resmi onun kucağında yaptığımı söyler. Bence ikisi de haklı.”
6 YAŞINDA MAKALELERE, 11 YAŞINDA KİTABA KONU
‘CANLI YAYINDA RESİM YAPTIRIRLARDI’
Oysa büyütülecek çok şey vardı; Baykam’ın resimleri öyle heyecan yarattı ki ünü ülke sınırlarını aştı. 1963’teki Bern ve Cenevre sergileri Washington Post’un manşetine taşındı!
ZOR ZANAAT: ‘HARİKA’LIĞI DEVAM ETTİRMEK
Uzmanların verdiği bir diğer tavsiye de eserlerdeki doğallığı korumak için Baykam’ın hiç sanat eğitimi almamasıydı. Aile, babanın işleri sebebiyle Baykam 11 yaşındayken İstanbul’a taşındı. Bu arada genç sanatçının kariyeri için yaklaşan bir tehlike vardı; ergenlik! Baykam bunun nedenini şöyle anlatıyor: “Harika Çocuk’larla ilgili en büyük zorluk doğal yaratıcılığı devam ettirebilmektir. 6 yaşındaki harika çocuktan 26 yaşında profesyonel sanatçıya nasıl geçiş yapılır? Çocuğun renkli dünyası ile yetişkinin oturmuş düzeni arasında ergenliğin değişken ruh hali var; Bu dönemi atlatabilmek için sanatı önceliklerde dördüncü sıraya düşürdüm. İlk sıraya tenis yerleşti. Tenise 12 yaşında başladım ama çok hızlı ilerledim; şampiyonluklar kazandım. Tenisi, okul ve kızlar izliyordu. Resim yapmayı sürdürdüm ama 12-24 yaş arasında yalnızca iki sergi açtım, Paris ve Londra’da.”
ÇILGIN, KIZGIN, ASİ PARİS YILLARI
Peki sanat okumayacaktıysa ne okuyacaktı? Baykam, “Aslında çok güzel lego evler yaptığımdan mimariyi düşünüyordum ama annem ‘ben şımarmayayım’ diye pedagogların tavsiyesiyle bu evlere “ilgi göstermeme” rolü oynayınca bundan vazgeçtim! Allah, dünyayı çılgın Bedri Baykam yapı tasarımlarından böyle korudu! Annem 15 yıl önce ‘Senden harika mimar olurdu’ deyince düşüp bayılıyordum! Onun yerine iktisat okumak için Sorbonne Üniversitesi’ne kabul edildim” diye yanıtlıyor: “1975’te Paris’e gittim. İlk bahar grevlerle okula gidemeden geçti. Sert yönetime karşı çıkan öğrenci protestolarında eylemci elebaşıydım. 1970’li yılların Paris’inde Saint Germain kafelerine giderdim, Champs- Élysées’de arkadaşlarla kız tavlardık. Fransa’nın ünlü tenis kulübü Racing Club de France’ın takımındaydım. Sinemalar, müzeler, oyunculuk okulu… Paris’teki son iki buçuk yılımda yabancı talebelerin hayatını anlatan ve ödül alan bir senaryo yazdım. Kendim için resim yapmayı da sürdürdüm. Kovboyların yerini nüler almıştı ama sergilemek aklımda yoktu.”
CEBİNDE 800 DOLARLA AMERİKA’YA TAŞINDI
Çünkü her şeyin bir zamanı vardı! Baykam’ın profesyonel sanata verdiği ‘ara’ 23 yaşında son buldu. Paris’te geçirdiği beş yılın üç senesinde zaten sinema ve fotoğrafla haşır neşir olarak sanatla flört ediyordu. ‘Sanat eğitimi’ ambargosunu da artık bitirmeye karar verdi. Gözüne kestirdiği yer San Francisco’da California College of Arts and Crafts oldu. Daha önce görmediği Kaliforniya için çok sevdiği Supertramp grubunun ‘Breakfast in America’ şarkısından esinlenmişti. Orada yaşayan bir arkadaşı da ona cesaret verdi. Baykam, 1980 yazında cebinde 800 dolarla ABD’ye taşındı. “Arkadan başka para geleceğe de benzemiyordu, babamın durumu iyi değildi, ben de destek istemiyordum” diye anlatıyor: “Biraz Fransızca dersi, daha çok da tenis dersi vererek yaşadım. İki yıl sonra resim satmaya başladım.” Peki sonunda sanat eğitimi almak onu nasıl etkilemişti? Baykam, “Hocalar, resimlerimi görüp ‘Nereden çıktı bu!’ diye küçük dillerini yutuyorlardı!” diye yanıtlıyor: “Avrupa’daki ırkçı ve sert ortamdan sonra burası cennetti. Harika bir hava, herkes güler yüzlü… Resimlerimi çok daha büyük ebatlarda, daha çarpıcı renklerle yapmaya başladım. 1982’den itibaren bu tarza ‘yeni dışavurumculuk’ dendi ve her yere yayıldı. 1984’e kadar San Francisco ve New York’taki modern müzelerin sergileri hep beş büyük ülke etrafında oluyordu. Buna başkaldıran bir manifesto yazdım, ünlü sanat eleştirmenlerinin dikkatini çekti. Türkiye ‘yeni dışavurumculuk’ akımını tüm dünyayla eşzamanlı olarak yaşadı. 1983’ten itibaren yeniden tüm dünyada büyük sergiler açmaya başladım.” Harika çocuk geri dönmüştü!
‘BAŞARIMIN SIRRI BİLDİĞİMİ YAPMAK’
“İnsanları dikkatli dinlemek ama bildiğimi yapmak, ‘hayır’lardan hırs kapıp yoluma devam etmek, kendine güvenmek, günde 17 saat çalışmak, çalışmayı zevk haline getirmek… Piramid, bağımsız bir sanat merkezi olarak 15 yıldır Taksim’de faaliyetini sürdürüyor. Arkamda Türkiye’nin holdingleri, kapitali yok. Merkez, sanatın ve sanatçıların gücüyle ayakta duruyor. Gelin keşfedin! Sanat biraz da risk almaktır. Risk almaktan kaçınmayın.”
DA VİNCİ İLE ORTAK ÖZELLİK
Baykam sohbetimiz esnasında bir ara boş bir kağıda yazı yazmaya başlıyor. Önce sağ eliyle, sonra sol eliyle… Sonra bu yazıyı ancak aynaya bakarak okuyabileceğiniz şekilde tersten yazıyor! ‘Çift ellilik (Ambidextrous)’ denen her iki eli de aynı oranda kullanabilme ve ters yazı yazabilme yeteneğine sahip bir başka sanatçı daha var; Leonardo da Vinci. Baykam, Leonardo‘nun doğum günü 15 Nisan’ı 2019’da UNESCO’ya resmi olarak Dünya Sanat Günü olarak kabul ettirdi.
‘ÇAĞDAŞ SANATIN SAÇMALIK OLMADIĞINI ANLATTIK’
Baykam, ABD’de geçirdiği yedi yılın ardından 1987’de Türkiye’ye döndü. Ayağının tozuyla birinci İstanbul Bienali’ne katıldı; beş duyuya hitap eden sergisi çok ilgi çekti. Halen başkanlığını yaptığı, UNESCO’ya bağlı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD)’ni kurdu. Bugün Türkiye ve dünyada sergiler açmaya devam ediyor. Baykam, tarzının Türk çağdaş sanatını da değiştirdiğini söylüyor: “1980’lerde boyalar akıtıp çılgın kolajlara başladığımda bunu yapan kimse yoktu. Dev ebatlı sergilerime başta “Bunları kim alacak?” denirdi. En az 10 yıl, resme neden yazı yazdığımın hesabını verdim! ‘Benim anayasamda ‘resme yazı yazılmaz kuralı’ yok, dolayısıyla ihlal da yok!’ diye yanıtlardım. Bugün herkes her şeyi yapıyor. Çağdaş sanatın satın alınabilir bir şey olduğunu, resimde erotizm, grafittiler, siyaset de olabileceğini kabul ettirmek için savaştık. Genç kuşaklar en güzel şekilde izimizden geldi. Artık Türkiye’de üretilen bir çağdaş sanat eseri en az New York veya Londra’dakiler kadar özgün ve iddialı. Sanatçılar işlerini dünyada sergiliyor ve akademide hocalık yapmadan da mesleklerini icra edebiliyorlar. Bu beni çok mutlu ediyor.”