Oluşturulma Tarihi: Kasım 20, 2005 00:00
Yeni araştırmalar, mikroorganizmaların Mars’tan Dünya’ya doğru bir yolculuk yapmış olabileceğini ortaya koyuyor. Bilim dünyası çok uzun bir süre yaşamın dünyada filizlendiğine inandı. Geleneksel hipoteze göre, en eski canlı hücreler, yaşadığımız gezegen üzerinde milyarlarca yıl önce kimyasal evrim sonucu oluştu. Canlı maddelerin, cansız maddelerden oluştuğuna inanan görüşün adı ‘Abiogenez’. Bu görüşün alternatifi ise canlı hücrelerin uzaydan geldiği şeklinde. Ancak son 10 yılda ortaya çıkan bilimsel gelişmeler, dünya biyosferinin (hava küre) diğer gezegenlerden gelen toz ve parcaçıklardan oluştuğu yönünde.
Hayatın yeryüzünde nasıl başladığına ilişkin tartışmalarda, ‘uzay hipotezi’ne yeni kanıtlar var.
Bilim dünyası, şimdi bunu tartışıyor. Uzay bilimciler, Güneş Sistemimizin ilk dönemlerinde birçok gezegende sıvı su bulunduğu görüşünde. Bilindiği gibi su, yaşamın olmazsa olmazı. NASA’nın Mars’a gönderdiği uzay aracı da bir zamanlar kızıl gezegende su olduğunu doğruluyor. Tabii bu, Mars’ta çok uzun süre önce yaşamın olduğunu ve sürdüğünü göstermiyor.
Belki de yaşam, Jüpiter’in 4. büyük uydusu Europa’da başladı, kim bilir... Çünkü Europa’nın buzla kaplı yüzeyinin altında sıvı suyun bulunduğu tahmin ediliyor.
Satürn’ün en büyük uydusu Titan da organik bileşenler açısından zengin bir ortama sahip. Ya da kimbilir belki de yaşam Venüs’ün kızgın yüzeyinden kaynaklanıyor. Belki Venüs’ün yüzeyi çok sıcak ve yaşam için fazla basınçlı olabilir, ancak atmosferde yaşam için gerekli ortam bulunuyor gibi. Ayrıca tüm bulgular, Venüs’ün yüzeyinin de bir zamanlar Dünya’ya benzer özellikler gösterdiğini ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz son 20 yılda, bilim insanları taşların arasındaki gaz bileşimlerinin özelliklerinden yola çıkarak, Mars’tan geldiği tespit edilen 30’u aşkın göktaşı üzerinde incelemelerde bulundu. Sonuçta biyologlar, bu göktaşlarının içinde uzun bir yolculuk yapmaya dayanıklı organizmaların varlığını keşfetti. Tabii tüm bunlar, yaşamın Mars’tan ya da başka bir gezegenden kaynaklandığını kesin kanıtlayan veriler değil.
FELSEFEDEN LABORATUVARA GEÇİŞ
Bilimciler, biyolojik maddelerin gezegenler arasında taşınması konusunu araştırıyor. Tüm bu çabalar, belki modern bilimin en can alıcı sorusunun aydınlamasına da yardımcı olabilecek: Yaşam nerede ve nasıl oluştu?
Yaşamın, bildiğimizin ötesinde radikal farklılıkta biçimleri söz konusu mu?
Evrendeki yaşamda ortak noktalar hangileri?
Dünya’daki hayatın başlangıcının, uzaydan Dünya’ya gelen sporlara dayandığını ileri süren bir hipotez olan ‘panspermia’ sözcüğünü ilk ortaya atan kişi, bundan 2500 yıl önce yaşayan Yunan filozof Anaksagoras.
Modern dönemde de birçok önde gelen bilim insanı, İngiliz fizikçi Lord Kelvin, İsveçli kimyager Svante Arrhenius ve DNA’nın mucitlerinden Francis Crick, panspermia hipotezini geliştiren çalışmalar yaptılar.
Panspermia senaryosunun tüm aşamalarını kanıtlayacak bulgulara erişmek imkansız olduğu için, araştırmacıların belirli bir zaman dilimi içinde ne kadar biyolojik maddenin ya da canlı hücrenin Dünya yüzeyine geldiğini tespit etmesi mümkün değil. Ayrıca gelen maddelerin Dünya’da yaşamı başlattığını da kanıtlamak mümkün görünmüyor. Örneğin, Mars’tan gelen mikroplar belki de Dünya’da yaşam başladıktan sonra gelip evrime katkıda bulundu!
YÖRÜNGESEL ETKİ PARÇA FIRLATIYOR
Bu konuda Scientific American dergisinde ve diğer bilim sitelerinde yeni tartışmalar alevlendi. Bu yazılara göre, konunun felsefe yelpazesinden deneysel araştırmalara uzanması 1950’lerden sonra gerçekleşti. British Columbia Üniversitesi’nden astrofizikçi Brett Gladman, Dünya’dan Mars’a transfer olan parçacıkların, Mars’tan Dünya’ya gelenlere oranla çok daha küçük miktarlar olduğunu tespit etti.
Göktaşları ve kuyrukluyıldızların Mars üzerindeki etkilerinin araştırıldığı çalışmada, Mars parçacıklarının çok sayıda ve farklı yörünge içinde hareket ettikleri saptandı. Gladman ve meslektaşları, her birkaç milyon yılda bir Mars’ın güçlü bir yörüngesel etkiye girerek yüzeyinden fırlattığı taş ve kaya parçalarının Dünya’ya kadar erişebildiğini tespit ettiler. Yani Panspermia, teorik olarak gerçekleşmesi mümkün bir olgu. Üstelik bu konuyu aydınlığı kavuşturmak için yürütülen çalışmalar son derece heyecan verici. Belki biraz yavaş ama bilim bu bilinmezliği çözmek için en büyük çabasını harcıyor.
MARS’TAN GELEN İKİ GÖKTAŞI VAR
Bilim insanları, Mars’tan gelen iki tür göktaşı tespit ettiler: 11 milyon yıl önce bir kuyruklu yıldızın etkisi ile kopan Nakhliit adlı kaya parçacıkları ve bundan 4 milyon yıl önce kızıl gezegenden ayrılan ALH84001. ALH84001, 1996 yılında meşhur oldu. NASA Johnson Uzay Merkezi’nden David McKay önderliğinde bir grup bilim adamı, bu kayanın üzerinde fosil halinde mikroorganizmaların bulunduğunu ve bunların Dünya’daki bakterilere benzer özellikler gösterdiğini saptadı.
Mars Radyasyon Çevre Deneyi ya da kısaca MARIE (Martian Radiation Environment Experiment) diye bilinen uzun vadeli bir araştırma ise, bugün hálá sürüyor. 2001 yılında NASA tarafından Mars’a gönderilen ve yörünge etrafında dolaşmasını sürdüren uzay aracı MARIE’nin taşıdığı hassas aygıtlar da, galaktik kozmik ışınları ve enerjik güneş parçacıklarında ölçümler yapıyorlar.
GEZEGENLERARASI YOLCULUK NASIL OLUR
Gezegenlerarası yolculuk, düşünce boyutlarının ötesinde uzun sürüyor. Örneğin toplam 1 ton ağırlığındaki Mars kütlesinin Dünya’ya ulaşması için, uzayda birkaç milyon yılın geçmesi gerek. Buna karşın, çok daha küçük parçacıkların gelmesi çok daha çabuk oluyor. Kimi zaman 1 yıl kadar kısa bir süre bile olabiliyor. Peki bu yolculuk sırasında parçacıkların arasındaki biyolojik varlıklar yaşayabiliyorlar mı? Etki deneylerinin yapıldığı laboratuvar araştırmaları, bazı tür bakterilerin hız ve ani hız değişimlerinde canlı kalabildiklerini gösteriyor. Bir diğer göz önünde bulundurulması gereken aşama da, bu biyolojik canlıların Dünya atmosferine girdikleri zaman yaşamsal fonksiyonlarını yitirip yitirmedikleri. Chicago Üniversitesi’nden Edward Anders, gezegenlerarası yolculuk eden toz parçacıklarının Dünya atmosferine yaklaşırken hız kestiğini, böylece aşırı ısınmadan korunduğunu saptadı. Buna karşın göktaşları hız kesmedikleri için çarpma anında yüzeyleri erimiş oluyor. Bu göktaşlarında ancak çok derinlerde bulunan organizmalar canlı kalabiliyorlar.