Yarım asırlık medya dedikoduları

Güncelleme Tarihi:

Yarım asırlık medya dedikoduları
Oluşturulma Tarihi: Şubat 14, 2004 21:09

Azize Bergin, genelde tahsil yapamayanların tercih ettiği, çalışanları sadece erkek olan ve tüm gazetelerin Cağaloğlu'ndaki Babıáli denen yokuşta toplandığı yıllarda atılır bu mesleğe. İlk işyeri olan Akın Gazetesi'nden içeri adımını attığı günden sonra yarım asrı aşkın bir süredir de hiç ayrılmaz.

Son 29 yıldır Hürriyet Gazetesi'nde Çetin Emeç'ten Şevket Rado'ya, Nezih Demirkent'ten Yusuf Ziya Ortaç'a kadar birçok yönetici ile çalışır. Her biri ile ilgili de anıları olur. Ve bir gün, ‘‘Kocasını kimseyle paylaşmak istemeyen kıskanç bir kadın gibi üzerine titrerdim’’ dediği anılarını herkesle paylaşmaya karar verir. Kitapta Bergin'in Babıáli'de yaşadığı maceraların yanı sıra belki de yıllardır hazırladığı magazin yazılarından kalma bir alışkanlıkla başka gazetecilerin de hayatlarını okuyorsunuz. Bu arada Azize Bergin'in bu meslekte yaşadığı düş kırıklıklarını, dargınlıklarını öğreniyorsunuz. Kendinizi onunla evinde baş başa oturmuş kahvenizi yudumlayıp sohbet eder gibi hissediyorsunuz.

GAZETECİLİĞİN KADINLARA UYGUN OLMADIĞI YILLAR

Azize Bergin, Arnavutköy Kız Lisesi'nde okuduğu yıllarda kimya dersinden sürekli sıfır alınca artık tahsil hayatına devam etmek istemez. Babıáli Yokuşu'na tırmanır ve gördüğü gazetelere rastgele girip iş istemeye başlar. Birkaç başarısız denemenin ardından, nihayet kendisini kabul edecek bir gazete bulmuştur: ‘‘Akın Gazetesi'nin yöneticilerinden Halil Lütfi Dördüncü, eski kırık ayaklı bir masanın başında oturarak konuşmaya başladı: 'Gazetecilik kızlara uygun bir meslek değil, ama şansınızı denemek istiyorsanız deneyin.' Sonra masanın üzerinden mayolu bir kadın fotoğrafı aldı: 'Bu fotoğraftaki kadına yabancı bir isim bulun ve ona bir hayat hikayesi yazın.' Bir sandalyeye iliştim ve mayolu kadın için bir hayat hikayesi yazmaya başladım. Kendimi iyice kaptırmıştım ki, 'Heh heh' diye gülerek, 'Bu kadar yeter. Bırakırsak roman yazacaksınız' dedi. Galiba işi almıştım.’’

LEYLA UMAR DEĞİŞİR DEDİK AMA YANILMIŞIZ

Milliyet Gazetesi'ndeyken bizim ekibe yeni bir isim katıldı. Leyla Umar'dı bu yeni Beyoğlu muhabiri. Arkadaşı Ercü (gazetenin patronu Ercüment Karacan), eşinden ayrılmak üzere olan Leyla Umar'a oyalansın diye Milliyet Gazetesi'nde muhabirlik yapmasını önermişti. Leyla Umar'ı bizim mütevazı koşullarımıza alıştırmak hiç kolay olmadı. Hiç tecrübesi yoktu ama çok girgindi. İkide bir, 'Ercü'ye şöyle dedim, böyle dedim' diye açıklamalar yapıyordu bize. Hiçbirimizin bu açıklamalardan etkilendiğimizi söyleyemem. Hepimiz Leyla'nın bir süre sonra bu hevesten vazgeçeceğini düşünüyorduk. Ama yanıldık.

SERSERİ KILIKLI SAİT FAİK

Sevgili anneciğim Sait Faik'in öykülerine hayrandı. Bir gün annemle İstiklal Caddesi'nde yürüyorduk; uzaktan başında o eski püskü kahverengi şapkasıyla Sait Faik'in bize doğru geldiğini gördüm. Sait Faik bize yaklaşınca, yanına gittim. Ayaküstü konuştuk. Neşe içinde annemin yanına döndüm, ama annem öyle öfkeliydi ki, birden neye uğradığımı anlayamadım. 'Gazeteci olacağım dedin, peki dedik. Ama yaptığın şeye bak! Sokaklarda Beyoğlu serserileriyle sulu sulu konuşup bizi rezil ediyorsun. Yürü hemen eve gidiyoruz.' Annemi o serseri sandığı kişinin öykülerini bayıla bayıla okuduğu Sait Faik olduğuna inandırıncaya kadar epey dil döktüm.

NEZİH DEMİRKENT İNANILMAZ BİR YÖNETİCİYDİ

Hürriyet'teyken, Cahide Sonku'nun hayat hikayesinin anlatılacağı bir roman yazılmasına karar verildi. Çetin Bey de bu işi benim yapmamı istedi. O sırada gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan Nezih Demirkent bu işi yapacak kişi ile yüz yüze görüşmek istemiş. Görüşmemizde bir yandan telefonla konuşuyor bir yandan da bana özel hayatımla ilgili sadece çok yakın çevremin bildiği olaylar soruyordu. Çok şaşırmıştım. Sonra konu Cahide Sonku'ya geldi.

Sen Cahide Sonku ile hiç karşılaştın mı?

Kolejde öğrenciyken okulumuzu ziyarete gelmişti. Bahçede yanımdan geçti.

Peki o gün Cahide Sonku'nun ne giymiş olduğunu hatırlıyor musun?

Evet. Sütlü kahverengi küçük kareli bir tayyör giymişti. Başında tüylü kahverengi şapka vardı. Elindeki çanta da kahverengi yılan derisiydi.

Nezih Bey uzun uzun yüzüme baktı. Sonra gülümsedi ve 'Tamam iş senindir. Evine git yazını hazırla' dedi.

ÇETİN EMEÇ, Şevket Rado ile birlikte Hayat Mecmuası'nın Yazıişleri Salonu'na girdiği zaman ilk dikkatimi çeken şey, sırtındaki bol ve kolları ona çok uzun gelen ceket olmuştu. Sonra da bakışlarım elindeki Louis Vuitton marka okul çantasına takıldı.

NECİP FAZIL KISAKÜREK, Babıáli'de tanıdığım en renkli kişilerden biriydi. Şehir Gazetesi'nde çalıştığım dönemde aynı handa komşu olmuştuk. 'Büyük Doğu' gazete-dergisini hazırlıyordu. Odalardan birini kendine yatak odası yapmıştı. Erenköy'deki evine pek seyrek gidiyordu. Gömleği kirlenince, fırlatıp bir kenara atar, adamlarına 'Gidin bana bir gömlek alın' diye emir verirdi.

‘‘Benim Babıáli Yokuşu’nun eğri büğrü kaldırımlarında yürümeye çalıştığım günlerde gazete idarehanelerinin kapılarından içeri giren kadın sayısı yok denecek kadar azdı. Binalardaki erkekler bir topuk tıkırtısı duyunca irkilir, işi bırakıp o tıkırtıları çıkaran kişiyi incelerlerdi.’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!