Güncelleme Tarihi:
Yargıtay Başkanlığı, Yargıtay ve Danıştaya yeni daireler kurulmasını da öngören “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile ilgili görüşünü TBMM'ye gönderdi.
Görüşte, tasarıyla ilgili Yargıtay ve Danıştayın yapısı ve işleyişi konusunda önemli değişiklikler getirildiği belirtilerek, böyle önemli hükümler içeren bir tasarının “Torba Kanun” diye nitelendirilmesinin kanun yapma tekniğine ve Anayasa'da yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olmadığı belirtildi.
Bir kanun hazırlanırken, uyulması gereken yasal bir prosedür olduğu ve bu yasal prosedür takip edilerek kanun hazırlanması gerektiği ifade edilen görüşte, 6 Mart 1868'de Divanı Ahkamı Adliye adı altında kurulan “Adaletin Mabedi” olarak nitelendirilen, Türk adaletine yön veren Yargıtayın bir kanun hazırlanırken görüşünün alınması geleneği bulunduğu vurgulanarak, “Yargıtayın yapısı ve işleyişi hakkında bir değişiklik yapılmak istendiği zaman ilk önce Yargıtayın görüşünün alınması gerekir. Oysa tasarı hazırlanırken Yargıtayın görüşü hiç alınmamıştır” denildi.
0Tasarıda Yargıtaydaki dosyaların yeterince incelenmeden karar verildiğine ilişkin gerekçeye yer verildiği belirtilen görüşte, bunun haksız olduğu belirtilerek, “Her yıl binlerce dosyayı inceleyen yüksek mahkemede görev yapan başkanlar, üyeler, hakimler ve savcılar gece gündüz demeden insan üstü bir çalışma içindedirler. Bu çalışmalar, Yargıtayda görev yapan başkan, üye, hakim ve savcıların görevdeyken ölmesi, genç yaşta ağır hastalıklara yakalanması, emekliye ayrıldığında sağlığını yitirmesi gibi ağır ve acı sonuçlar vermiştir. Bütün bunlara rağmen kendisini adalet hizmetine adayan yüksek mahkeme memurlarına böyle ağır ithamda bulunulması kabul edilemez bir görüş ve davranıştır” denildi.
“DOSYALAR KISA SÜREDE ERİTİLİR”
Yeni iş gelmese bile Yargıtayda bulunan işlerin en erken 4-5 yıl içinde bitirileceğine ilişkin gerekçenin de yerinde olmadığı vurgulanan görüşte, Bölge Adliye Mahkemelerinin fiilen faaliyete geçmesiyle ceza davalarıyla ilgili dosyaların yüzde 85'inin Yargıtaya gelmeyeceği, bazı ceza dairelerinin kısa süre içinde işlerini bitireceği, işi fazla olan dairelere yapılacak görevlendirmeyle mevcut dosyaların kısa sürede eritileceği ifade edildi.
Görüşte, “Yeni daireler kurulup yeni üyeler seçildikten kısa süre sonra işlerin azalması sonucu Yargıtayda üye ve daire fazlalığı oluşacaktır” ifadelerine yer verildi.
Ceza davalarında dosyaların birikmesine ve zaman aşımına uğramasında Yargıtayın sorumlu olduğuna ilişkin gerekçenin de yerinde olmadığı belirtilen görüşte, ceza davalarıyla ilgili dosyaların birikmesinin ve zaman aşımına uğramasının asıl nedeninin ceza ve ceza muhakemesi kanunlarına yapılan değişiklikler olduğu kaydedildi.
Görüşte, “Boşanma davasının sonuçlanmamasını yıllarca bekleyen ve yeni evlilik yapamadığı için gayri resmi birlikte yaşayıp çocuk sahibi olan insan sayısının artmasının da” gerekçe olarak gösterildiği anımsatılarak, “Genel gerekçede nasıl bir araştırmaya dayandığı belli olamayan böyle bir ifadeye yer verilmesi kanun yapma tekniğine uygun değildir” denildi.
Görüşte ayrıca, kanunların genel olması gerektiği, sadece belli bir kişi ya da olay esas alınarak kanun yapılamayacağı vurgulanarak, şöyle denildi:
“Belli bir kişiyi ve ya sadece belli bir olayı esas alan düzenlemeler, Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olur. Yasama organı, Anayasa'ya uygun olmak şartıyla her alanda kanuni düzenleme yapabilir. Ancak bu düzenleme yapılırken yargı işlemi niteliğinde kanun çıkarılamaz. Örneğin bir kanun çıkarılarak yargılamanın tarafı değiştirilemez. Tasarının geçici ikinci maddesinde yer alan hakimlerin sorumluluğu ile ilgili görülmekte olan davaların tarafının değiştirilmesi Anayasa'nın 9. maddesine aykırıdır.
Belli bir kişiye sorumluluk yüklemek veya yasal sorumluluktan kurtarmak için kanun yapılamaz. Mevcut davalar devam ederken, davanın taraflarından birini sorumluluktan kurtarma sonucunu doğuracak bu düzenleme, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine ve eşitlik ilkesine aykırıdır.”
BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ FİİLEN GÖREV YAPMAYA BAŞLAYAMADI
Yargıtay Başkanlığının, Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulmasına ilişkin kanunun 1 Nisan 2005'te yürürlüğe gireceğinin kabul edildiği, daha sonra bu tarihin 1 Haziran 2005 olarak değiştirildiği anımsatılan görüşte, ancak bu mahkemelerin fiilen görev yapmaya başlayamadığı ifade edildi.
Görüşte, 2006 yılında Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulması halinde Yargıtayın iş yükünün azalacağı düşüncesinden hareketle daire sayısının 20, üye sayısının 150'ye indirilmesi konusunda hazırlanan kanun tasarısının TBMM'ye sunulduğu belirtilerek, “Bölge Adliye Mahkemeleri tasarının hazırlandığı tarihte kurulmuş olsaydı, o tarihteki Yargıtayın iş yükünde azalma meydana gelecekti ancak anılan tarihte Bölge Adliye Mahkemeleri kurulmadığı için Yargıtayın iş yükü artmıştır” denildi.
Yargıtayın 25 Nisan 2008'de Adalet Bakanlığına bir yazı göndererek, Yargıtaya 6 daire kurulmasının talep edildiği anımsatılan görüşte, bu talebin nedeninin Bölge Adliye Mahkemelerinin fiilen göreve başlamaması olduğu kaydedildi.
Görüşte “Bölge Adliye Mahkemelerinin bu yıl faaliyete geçeceği yolunda açıklamalar bulunduğuna göre daire sayılarının artırılması talebinin gerekçesi ortadan kalkmıştır. Yargıtayın talebiyle daire ve üye sayısının arttırıldığına ilişkin ifade ve açıklamalar gerçeği yansıtmamaktadır” denildi.
Tasarının geçici birinci maddesinde Yargıtay Birici Başkanlık Kurulunun yeniden belirleneceğinin hükme bağlandığı ifade edilen görüşte, “Mevcut görev yapan bir kurul varken ve bu kurul belli bir süre için seçilmişken bu süre dolmadan tamamının yenilenmesinin amacına genel gerekçede madde gerekçesinde yer verilmemiştir. Yargıtayın iradesiyle oluşturulmuş bir kurulun görev süresi dolmadan ortadan kaldırılmasının mevcut iradeye aykırıdır” değerlendirilmesinde bulunuldu.
Görüşte, tasarıyla Yargıtayda yeni 2 hukuk ve 4 ceza dairesi kurulması için düzenleme yapıldığı, bu değişikliğin yerinde olmadığı kaydedilerek, “Yetkili kurumların temsilcileri tarafından Bölge Adliye Mahkemelerinin 2011 yılının ilk yarısında fiilen göreve başlayacağı açıklanmıştır. Yargıtaydaki iş yükünün bu mahkemelerin faaliyete geçmesiyle normal düzeye ineceği açıktır. Yargıtayın görevlerinden biri de ülke genelinde içtihat birliğini sağlamaktır. Bu nedenle içtihat mahkemesi olarak çalışması zorunludur. Daire ve üye sayısının arttırılmasıyla Yargıtay içtihat mahkemesi olmaktan uzaklaşacaktır. Bu sonuç ise Yargıtayın kuruluş amacı ile bağdaşmamaktadır”ifadeleri kullanıldı.
Tasarıyla Yargıtay Başkanlar Kuruluna daireler arası iş bölümü karar tasarısını hazırlama yetkisi verildiği ifade edilen görüşte, bu değişikliğin hukuk devletinin olmazsa olmaz koşullarından biri olan 'kanuni hakim' ilkesini ihlal edeceği belirtildi.
Gerekçede şöyle denildi:
“Zira Anayasa'nın 142. maddesine göre mahkemelerin görevi kanunla düzenlenir. Dairelerin görevleri Yargıtay Kanunu'nun 14.maddesinde kanunla düzenlenmiştir. Başkanlar Kurulunun kararı ile yapılan görev değişikliğinin Anayasa'ya aykırı olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Tasarı ile getirilen düzenlemede Dairelerin görevi Başkanlar Kurulunun önerisi üzerine Büyük Genel Kurulca belirlenecektir. Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak da görev yaptığı gözetildiğinde Tasarının 8. maddesi ile yapılan değişikliğin Anayasa'ya aykırı olduğu tartışmasızdır. Bu nedenle yeni daireler kurulacaksa bu dairelerin görevlerinin kanunla düzenlenmesi, gelen işlerin sayısı ve niteliğine göre bir kısım işlerin başka dairelere verilebilmesi için gerekli değişikliği yapmak üzere Başkanlar Kuruluna yetki verilmesi uygun olur.”
Görüşte, tasarıyla Yargıtaydaki dairelerin 2 heyet halinde çalışmasının önerildiği ifade edilerek, “Böyle bir düzenlemenin dairelerin birbirinden bağımsız iki heyetle çalışması sonucunu doğuracağı, bu durumda aynı konuda aynı dairede farklı içtihatlar ortaya çıkacağı” savunuldu.
HAKSIZ FİİLDE BULUNANIN SORUMLU TUTULMASI
Görüşte, tasarıyla Hakimler Savcılar Kanununa ek yapıldığı anımsatılarak, şu ifadelere yer verildi:
“Hakim ve savcıların yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet, verdikleri kararlar nedeniyle ve haksız fiilde bulunmaları nedeniyle tazminat davalarının ancak Devlet aleyhine açılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme haksız fiilde bulunanın sorumlu tutulması ile ilgili genel kurala aykırı olduğu gibi tazminatın amacına da uygun değildir. Tazminatın amacı zarara uğrayan kişinin maddi ve manevi yönden tatmin edilmesidir. Zarara uğrayan ancak zarar verene karşı dava açıp kazandığı takdirde maddi ve manevi yönden tatmin edilmiş olur. Bu nedenle haklarında bir düzenleme bulunmayan savcılar yönünden tazminatın amacı da gözetilerek bir düzenleme yapılması yeterlidir.
Ayrıca hükmün Yüksek Mahkeme başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve vekili, Danıştay Başsavcısı, HSYK müfettişleri ve adalet müfettişleri hakkında da uygulanacağı kabul edilmiştir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin bu kapsama neden alınmadığı anlaşılmamaktadır.
Hakimlerin yargılama faaliyetinin sorumluluğu ile ilgili 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda ayrı ayrı düzenlemeler yapılmasının mantığı ve gerekçesi de anlaşılamamaktadır.
Tasarıda hakim ve savcılar aleyhine açılacak tazminat davalarında ve rücu davalarında kanun yoluna başvurulması için miktar veya değere ilişkin sınırlamaların uygulanmayacağı belirtilmiştir. Böyle bir düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14.maddesi ve Anayasa'nın 10.maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu nedenle hükümden çıkarılmalıdır.”
“YARGITAY'DA BELLİ BİR SÜRE ÇALIŞMALARI GEREKİYOR”
Görüşte, tasarıyla yürürlükten kaldırılan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 33. maddesinin birinci fıkrasının “Birinci Başkanlık Kurulu üyeliğine seçilebilmek için en az dört yıl süre ile Yargıtay üyeliği yapmış olmayı zorunlu kılan bir düzenleme” olduğu vurgulandı.
Görüşte şöyle denildi:
“Kurulun kendisine verilen görevleri layıkıyla yerine getirebilmesi için, Birinci Başkanlık Kurulu üyelerinin Yargıtayda bulunan dairelerinin mevcut iş durumunu, ihtiyaçlarını ve iş akımını yakinen bilmeleri ve bu nedenle de Yargıtayda belli bir süre çalışmalarını gerektireceği açıktır. Birinci Başkanlık Kurulu üyeliğine seçilecek üyelerin Yargıtayın işleyişi ve uygulamaları konusunda tecrübeli olmaları gerekir. Bu nedenle mevcut uygulamadaki dört yıllık Yargıtay üyeliği yapmış olma şartının korunması uygun olur. Tasarının gerekçesinde bu değişikliği gerektiren makul ve mantıklı bir sebep açıklanmamıştır. Yargıtayın iradesi ile oluşturulmuş bir kurulun görev süresi dolmadan ortadan kaldırılması ve bunun gerekçesinin açıklanmaması kanunun objektif olma niteliği ile bağdaşmamaktadır.”
Görüşte tasarıyla daha önce başka dairelerde görülmekte olup da dairesi değiştirilen dava dosyalarının mevcut halleriyle ilgili daireye gönderileceğinin belirtildiği ifade edilerek, bu düzenlemenin Yargıtayda temyiz ve karar düzeltme için bekleyen veya ilk derece mahkemesi olarak görülen dosyaların yeni dairelere gönderilmesi sonucunu doğuracağı vurgulandı ve bunun adil yargılama hakkına aykırı olduğu ve kaldırılması gerektiği kaydedildi.
Tasarıda Yargıtay başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda dava açılabileceği, Hukuk Genel Kurulunun bu davalara ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakacağı, bu davalar sonucunda verilen kararların temyiz incelemesini Yargıtay Büyük Genel Kurulunun yapacağı hükme bağlandığı anımsatılarak şu görüşlere yer verildi:
“Yargıtayda haftanın bir günü Başkanlar Kurulu, bir günü Hukuk ve Ceza Genel Kurulu toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunca ilk derece mahkemesi olarak verilen kararlara karşı temyiz incelemesi yapacak Büyük Genel Kurulun da bir gün toplanacağı göz önüne alındığında Yargıtay Dairelerine dosyaları karara bağlamak için iki gün kalmaktadır. Sadece iki gün dosyaları inceleyebilen dairelerin iş yükünün artması kaçınılmazdır. Bu nedenle Büyük Genel Kurula Hukuk Genel Kurulunun ilk derece mahkemesi olarak karara bağladığı dosyaların temyiz incelemesi yapma görevi veren düzenleme hükümden çıkarılmalıdır.
Tasarının geçici 2. maddesinde Hakimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesi ile HUMK'nun 573. maddesinde yapılan değişikliğin görülmekte olan dosyalara uygulanacağı, bu davalara Devlet aleyhine devam olunacağı hükme bağlanmıştır.
Kanun koyucu sonradan çıkaracağı kanunla bir davanın taraflarını değiştiremez. Davacı dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan kanun hükümlerine uygun olarak kendisine karşı sorumlu olan kişiye karşı davasını açmıştır. Yürürlükte bulunan kanun hükümlerine güvenerek dava açan kişilerin bu güvenleri korunmalı, daha sonra yürürlüğe giren bir kanunla bu güvene aykırı bir düzenleme getirilmemelidir.
Anayasa'nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Hukuk Devletinin temel unsurlarından biri de hukuki güvenliktir. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü, en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir.
Hukuk devletinde kişiler, yasaların onları nasıl etkileyeceğini önceden bilmeleri gerekir. Hukuki öngörülebilirlik, kişilerin meşru beklentilerinin korunmasıdır Hukuki güvenliği ortadan kaldıran bu düzenleme hükümden çıkarılmalıdır.
Tasarıdaki bu düzenleme meclis gündemine alındığında devam etmekte olan davalarla ilgili görüşme yapılmış olacaktır. Bu durum açıkça Anayasa'nın 138. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan 'görülmekte olan dava hakkında Yasama Meclisi'nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz' hükmüne aykırı olacaktır.”
Tasarıda, kesinleşmiş kararlara karşı itiraz yolunun açıldığı ifade edilen görüşte, şunlar kaydedildi:
“Tasarıdaki bu düzenleme ile kanun koyucu kesinleşmiş bir mahkeme kararına müdahale etmektedir. Kesinleşmiş kararla taraflardan biri lehine kazanılmış hak oluşmuştur.
Kazanılmış hak, bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında kişilerin o kurala uygun olarak bütün sonuçları ile doğmuş bulunan haktır. Hukuk devletinde bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması gerekir. HUMK'nun 578. maddesinde usule ilişkin bir kanun hükmünün kazanılmış hakları ihlal etmemek kaydıyla geçmişe etkili olduğu hükme bağlanmıştır. Getirilen düzenleme bu hükme aykırı olduğu gibi Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen 'hukuk devleti' ilkesine de aykırıdır.
Bir kanun hükmünün kesin hüküm sonuçlarını ortadan kaldırabilmesi için bir Anayasa hükmü yürürlükte iken bu hükme aykırı olarak bir kanun çıkarılarak hak sağlanması ve bu kanunun daha sonra Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması gerekir.
Anayasa'ya uygun bir kanun yürürlükte iken bu kanun hükmüne göre kazanılmış haklar, sonradan çıkan kanunla ihlal edilemez, ortadan kaldırılamaz.
Anayasa'nın 138/son maddesine göre, yasama ve yürütme organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar (yasama ve yürütme) ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Hakimlerin sorumluğu ile ilgili kesinleşmiş kararlara yasama organının müdahale ederek değiştirmesi, kesinleşen kararlara karşı temyiz ve karar düzeltme imkanı tanıyarak geciktirmesi Anayasa'nın 138/son maddesi hükmüne aykırıdır.”
-SONUÇ-
Yargıtayın görüşünün sonuç bölümünde, Yargıtaydaki iş yükünün giderilmesi için daire ve üye sayısının artırılması ancak geçici bir çözüm olabileceği belirtilerek, . Bölge Adliye Mahkemelerinin bir an önce faaliyete geçirilmesi zorunlu olduğu vurgulandı.
Sonuç bölümünde, “Adalet Bakanlığı tarafından bu yıl içinde Bölge Adliye Mahkemeleri'nin fiilen göreve başlayacağı açıklandığına göre Yargıtayın daire ve üye sayısının arttırılmasına gerek bulunmamaktadır. Tasarı ile Yargıtaydaki daire ve üye sayısı arttırılırken Yargıtay'ın yapısı ve işleyişi ile ilgili önemli değişiklikler yapılmıştır. Tasarı bir kanunda bulunması gereken genellik, objektiflik, geleceği düzenleme ve kamu yararı niteliklerini taşımamaktadır. Ayrıca tasarıdaki Yargıtayın yapısı ve işleyişi İle ilgili düzenlemeler ve geçici maddeler Anayasa'ya aykırıdır.” denildi.