Yargı tecavüzcüleri neden kolluyor?

Güncelleme Tarihi:

Yargı tecavüzcüleri neden kolluyor
Oluşturulma Tarihi: Nisan 30, 2012 00:00

Fethiye'de 2007 yılında sekiz kişinin tecavüzüne uğrayan B.S'nin hakkında dava açtığı sanıklar, birkaç gün önce delil yetersizliğinden beraat etti. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu da yaptığı yazılı açıklamayla bu karara tepki gösterdi.

'Ayşe'ler öldürülmesin

Haberin Devamı

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu'nu (TKDF), korunmadığı için hayatını kaybeden 'Ayşe'lerle ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Muğla, Ankara, İstanbul ve Erzurum'daki olaylara değinilen açıklamada şöyle denildi:

"Muğla’nın Fethiye ilçesinde  yıllar önce 8 erkeğin tecavüzüne uğrayan kadın arkadaşımızın başvurusuna dava açmaya gerek görmeyen Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi kadınların mücadelesi ve dayanışması sonucu açılan davanın 27 Nisan Cuma günü yapılan 8. duruşmasında tecavüz sanıklarını “delil yetersizliği” nedeniyle beraat ettirdi. 

Yine Ankara'da Ayşe Paşalı polisin, İstanbul'da Ayşe İnce, Erzurum'da Ayşe C. savcıların takdir haklarını kullanmaları sonucu öldürüldü. Kısaca Korunamadılar.

Bu kararlar  memleketin adalet anlayışında ve işleyişinde erkek egemenliğinin kadınlara yönelik şiddeti, tecavüzü ne kadar ısrarla savunduğunun çok açık bir örneğidir."

'Deliller olduğu halde beraat kararı çıktı'

Muğla’nın Fethiye İlçesi’nde 2007 yılında ikisi suça sürüklenen çocuk ve altısı yetişkin, toplam sekiz kişinin tecavüzüne uğradığı iddiasıyla 30 yaşındaki B.S.’nin şikayetçi olduğu sanıklar beraat etti.

Haberin Devamı

Fethiye davası avukatlarından Cevriye Aydın “kadının beyanı maddi delillerle doğrulandığı halde delil yetersizliğinden beraat kararı çıktı” diyor. Karar temyiz edilecek, Yargıtay onarsa AİHM’e başvurulacak.

Yargı tecavüzcüleri neden kolluyor?
Yargı tecavüzcüleri neden kolluyor

Emel ARMUTÇU



Yaşadığı travmayla baş etmeye çalışan mağdura “Hayır sana inanmıyorum”, “Ne malum senin de istemediğin?” yaklaşımları...

Adli Tıp’a gönderilirken kollarından mühürlemeler... Tecavüz olayı sabitken, mahkemelerin her seferinde “Ruh sağlığı bozuldu mu, bozulmadı mı?” diye, akıl almaz soruları... Kimi davalarda, sanki papatya falı gibi, bazen “bozulmuş” bazen “bozulmamış” yanıtları... “Yok canım bozulmamış” şeklindeki “bilimsel” raporlar...

BİR tecavüz olayına dair Yargıtay kararı ya da bir tecavüz mağduruyla ilgili Adli Tıp raporunun alınması süreci “tecavüzden beter” olabilir mi? Yaşadığı travmayla baş etmeye çalışan bir mağdur, sürekli “Hayır sana inanmıyorum”, “Ne malum senin de istemediğin?”, “Asıl sen suçlusun” diyen, buna karşılık tecavüzcüsüne her türlü anlayışı gösteren bir yaklaşıma, adalet diyebilir mi?

Bozuldu mu, bozulmadı mı?

2012 Türkiye’sinde bu sorulara maalesef evet cevabı verilmesini sağlayan onlarca karar alındı, yüzlerce uygulama yapıldı. Bu ülkede koskoca mahkemeler, tecavüze uğrayan kız çocuğunu alabildiğine suçlayan ama onun bedeni üzerinden bu suçu işleyen büyük adamların sırtını sıvazlayabildiği kadar sıvazlayan kararlar aldılar.
Tecavüz mağdurları, başlarına gelen korkunç şeyler araştırılsın diye Adli Tıp’a gönderilirken kollarından mühürlendi. Mahkemeler, tecavüz olayı sabitken, her seferinde “Ruh sağlığı bozuldu mu, bozulmadı mı?” diye, akıl almaz bir şekilde sordular. Kimi davalarda, sanki papatya falı gibi, bazen “bozulmuş” bazen “bozulmamış” cevabı aldılar. “Yok canım bozulmamış” şeklindeki “bilimsel” rapor geldiğinde de cezayı hemen indiriverdiler.

Çocuğun ‘rıza’sı var mı!

Küçücük bir çocuğun yetişkin birinden gördüğü cinsel istismara gönül ve vicdan rahatlığıyla “cinsel ilişki” diyen; üstüne bu ilişkide bir de “çocuğun rızası” olup olmadığına bakan; çoğunda bulabilen de bu ülkenin mahkemeleriydi. Cezaları yine düştüler. Zaten bu ülkenin mahkemeleri, tecavüzcülere pek de ceza vermediler.
Örnekler gösteriyor ki, Türk yargı sistemi ve her daim görüşüne başvurduğu Adli Tıp Kurumu, tecavüzcülere gösterdiği şefkati, onların mağduru olan kadınlar ve küçük çocuklardan esirgiyor.
Peki neden? Bu soruyu, hem bir erkek, hem bir uzun yıllar hakimlik yapmış birine, Emekli Aile Hakimi Avukat Eray Karınca’ya soruyorum.
“Soruda sıkıntı var. Aynı adamlar, mala ya da birbirlerine karşı bir suç işleselerdi, muhtemelen bu kadar korunmayacaklardı. Tutuklamalardaki sertlik, cezaevlerindeki doluluk, bunun kanıtı” diyor Karınca.
Acımasızlar, çünkü
Ona göre sorun, bu kurumların suç mağduru olarak kadını sevmemesi ve aşağı görmesinde! Bunun da temelinde, kadının toplum içinde bağımsız bir birey olarak görülmeyişi yatıyor.
“Acımasızlar çünkü, erkek egemen zihniyetin bilinç altında, bu yapılanlar kadınlara yapılabilir! Kadın kendini korumalı, yine de bir şekilde olay gerçekleşmişse ifşa etmemeli. Buna rağmen etmişse de pişman edilmeli, çünkü başına gelene katlanmamakla mızıkçılık etmiş sayılıyor. Burada kadının suçlanmasından öte, erkeğin yaptığının onaylanması söz konusu” diye devam ediyor.

‘Dosya’ diye bakan yargıç insanı görmez

- Tecavüz davalarında mahkemeler, neden kız çocuklarının kemik yaşına, bekaretinin bozulup bozulmadığına takıyor? Diyelim kemik yaşı üç yıl fazla çıktı, ya da Bartın örneğinde olduğu gibi, olay tarihinde çocuk 10 değil de 12 yaşındaydı, bu tecavüz, hele çocuğa tecavüz suçunun ağırlığını mı hafifletiyor?
Burada küçüğü koruma düşüncesi var. Biyolojik yaşı kanun koyucu önemsiyor. Yani devletin cezalandırma siyasetinin bir sonucu. Mevzuat böyle olunca yargıcın da pek yapabileceği bir şey yok.
- Çocuğun bir cinsel istismarda rızası diye bir şey olabilir mi? Bunu düşünmek nasıl bir kafanın ürünü?
Oraya o hükmü koymuşsan, çocuklar için de gereken istisnayı getirmemişsen ülkenin yargıçları da “her şeyin insan için” olduğu bilincinde değilse; olaylara sadece dosya ve normlar açısından bakıyorlarsa, olayın arkasındaki insan, kadın, çocuk görülmez. Sonuçta gerçek adalet değil, dosya adaleti sağlanır.
- Peki “Tecavüz ederken iki sanıktan hangisi ruh sağlığını bozdu?” diye sormak nasıl bir mantık? Ondan önce, bir tecavüz suçunda/davasında neden “Ruh ve beden sağlığı bozulmuş mu?” sorusunu soruyor yargımız? Bozulmadıysa suç ortadan kalkar mı? Ya da az bozulduysa suç hafifler mi?
Mağdurun ruh sağlığı bozulmamışsa suç olmaktan çıkmaz ancak ceza azalır. Burada sorun yargıdan önce yasamada. Ancak şunu da söyleyebilirsiniz, yargının hiç mi müdahale olanağı yok. Olabilir, bunun için de yargıçlarınızda gereken bilgi yanında, empatiye, duyarlılığa gereksinme var. Çünkü mevzuatımız büyük ölçüde Batı standartlarında hatta Anayasa’nın 90. Maddesi uyarınca uluslararası normlar iç hukukun parçası ama kim araya kim bula!

Mülkiyet bağlantısı

- Bir de bekaretin bozulup bozulmamasına da takılıyor yasalar. Bekaret bozulmadığı zaman bir kadının, çocuğun beden bütünlüğü, kişiliği vs. saldırıya uğramış, suç tamamlanmış olmuyor mu?
Bekaretin önemsenmesinin nedeni, kadının mal olarak görülmesinden öte, temelinde yine mülkiyetle bağlantılı olarak soybağının korunması, yani mirasın, başkasının çocuğuna geçmemesi, tüm bunların toplamında da ataerkil toplum düzeninin korunması anlayışı var. Namus falan buna sonradan eklenmiş metaforlardan. Örneğin zinanın suç sayılmasının nedeni de budur. Suç sayıldığı zamanlarda da istediğin kadar seviş, eğer duhul gerçekleşmemişse, yani cinsel birleşme doğal yoldan gerçekleşmemişse eylem zinayı oluşturmazdı.
- Aldığınız/karar verdiğiniz davalardan çok iyi bilirsiniz ki, yargımız sadece tecavüzcüleri değil, şiddet uygulayan, kadın cinayeti işleyen erkeklere de çok hoşgörülü davranıyor. Neden sizce?
Hoşgörünün temelinde, kadına yönelik şiddetin de nedeni olan ayrımcılığın sürmesi isteği/olgusu var. Binlerce yıldır, boyun eğen kadın, neden ve nasıl oluyor da erkeklere “Dur, yeter beni ezdiğin, eşitiz, haklarımız aynı, özgürlüklerimiz de” diyor. Bu devrimci bir başkaldırış. Üstelik eşitlik talebi haklı ama sarsıcı ve can sıkıcı. Var olanın eleştirilmesini, silkelenmesini gerektiriyor, hatta pişmiş aşa su katıyor. Tüm bunlara ne gerek var oysa? Binlerce yıldır, güzel güzel geçinilip gidiliyordu. Ne oldu bu kadınlara?


Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!