Güncelleme Tarihi:
Müzik çok edebiyat yok
Çingenelerin ilk yurtları Hindistan'ın kuzey kesimiydi. Bugün ise başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya yayılmış durumdalar. Kafkas ırkından esmer tenli bir topluluk olan çingeneler çoğunlukla yaşadıkları ülkenin anadilini ve Hindistan'ın kuzeyindeki modern Hint-Avrupa dilleriyle ilişkili olan Çingenece (Romani) konuşurlar. Sürekli göçlerle Hindistan'dan ayrılarak 11. yüzyılda İran'a, 14. yüzyılın başlarında Güneydoğu Avrupa'ya, 15. yüzyılda Batı Avrupa'ya ulaşmışlardır. 20. yüzyılın ikinci yarısında, Kuzey ve Güney Amerika ile Avustralya'ya da yayılmışlardır. Kendileri dışındaki bütün topluluklar için ‘‘budala’’, ‘‘ahmak’’, ‘‘barbar’’ anlamına gele ‘‘gace’’ terimi kullanırlar.
Göçebe yaşam biçimi sürdürmeleri, Çingenelerin toplam nüfusu hakkında kesin bir sayıya varmayı son derece güçleştirir. Toplam Çingene nüfusu 2-3 milyon arasında tahmin edilmektedir.
Çingeneler, halk inanışlarının ve adetlerinin yayılmasında aracı olarak önemli rol oynamışlardır. Yerleşik düzene geçtikleri yörelerde, köylüler arasında kaybolmaya yüz tutan ulusal adetlerin, dansların ve benzeri geleneklerin koruyucuları olmuşlardır. Görenek ve düşünceleri değişik yörelere taşıyarak müzik ve dans sanatını zenginleştirmelerine, bazı el sanatlarına yenilikler getirmelerine karşın, edebiyata hiçbir katkıları olmamıştır. Flamenko nasıl bir müzik türü olmamışsa Çingenece de yazılı bir dil olmamıştır. Bunun sebebi yalnızca okur yazar sayısının azlığı değil, kapalı kültürlerinin iç dünyasını açığa vurmak istememeleridir.
Köylülerin tersine kimliklerini korumada daha dirençli oldukları kabul edilen Çingeneler, bugün kendilerini bir takım düşman çevrelere karşı değil, sanayileşmiş kentlerin yaşam biçimlerinin getirdiği kültürel aşınmaya karşı korumaya çalışmaktadırlar.
VUR PATLASIN ÇAL OYNASIN
80'li yıllarda çekilen onlarca Gırgıriye filminde, Çingeneler, karikatürize edilerek anlatıldı. Darbuka çalan çingene erkeği, sokak aralarında dans ederken, birden bire keşfedilip büyük gazinolarda assolist olan çingene kızı, kızının hakkını korumak için saç saça baş başa kavgaya girmekten gocunmayan anne klişeleri dibine kadar kullanıldı bu filmlerde.
GEZGİN BABANIN YERLEŞİK OĞLU
Geçtiğimiz günlerde vizyona giren Traveller (Çingene), Çingene felsefesiyle yaşamayı seçmiş bir babayla, yerleşik düzende yaşayan oğulun etrafında gelişiyor. Jack Green'in yönettiği filmde, eğlenceli olduğu kadar acımasız da olan gezgin felsefesinin, bu konuda deneyimsiz olan oğulun başına açtığı işler anlatılıyor.
Çingene... Çalıp söyleyen, gamsız kedersiz, yaşadığı yoksul hayatı kendisine dert etmeyen. Çingene... Çalıp çırpan, kardeşine bile kazık atan, zenginlik hayalleri ile yaşayan... Çingene kadını... Erkeklerin hayallerini süsleyen esmer bomba... Çingene dendiğinde kafamızda oluşan imajları, onlarla ilgili okuduğumuz kitaplara, dinlediğimiz hikayelere, izlediğimiz filmlere borçluyuz.
Çingenelere, örneğin zencilere ya da escinsellere rastlandığı kadar sık rastlanmıyor beyazperdede. Bu anlamda sinema için bereketli bir azınlık değiller. Kimi sinema araştırmacıları bunun sebebini şöyle açıklıyor: ‘‘Çingeneler azınlıklar içinde bile en alt sıralarda yer alıyorlar. Bu anlamda ırkçı yaklaşımlardan en çok zararı onlar görüyorlar, yok sayılıyorlar.’’
Yine de farklı bakışları olan çingene filmlerinden söz etmek mümkün.
İlk akla gelen film Emir Kusturica imzalı ‘‘Çingeneler Zamanı’’(1990). Dünya çapında popüler olan filmde, yönetmen çingenelerin dünyasına gerçekçi bakmış, ama gerçeküstü bir atmosfer yaratmaktan da geri kalmamış. Eski Yugoslavya'da geçen filmde çingenelerin yoksulluğunun, çaresizliğinin altı çiziliyor. Düğün ve cenaze sahneleri filme belgesel tadı veriyor. Çingeneler Zamanı hem alternatif bakmayı hem de popüler olmayı beceren ender filmlerden biri.
Çingeneler Zamanı'nın Türkiye'deki ilk gösterimiyle ilgili hoş bir de anı var. Film, 1990 yılında İstanbul Film festivalinde gösterileceği zaman, salona Sırpça bilen bir tercüman getirildi. Ancak kısa süre sonra filmin orijinal dilinde yani çingenece seslendirildiği anlaşıldı. Yine de bütün salon dilini anlamadığı bu filmi sonuna kadar büyük bir keyifle izledi.
Hollywood usulü çingene
Milliyet Gazetesi sinema yazarı Alin Taşçıyan, sinemanın çingenelere bakışını genel anlamıyla ikiye ayırıyor. Birincisi egzotik bakış. Esmer çingene kadını, beyaz erkeğin aklını başından alır. Batılı sarışın kadının cebinde kredi kartları, ofisinde üniversite diplomaları vardır, ama çingene kadının dişiliğine sahip değildir. Bu gerçeküstü çingene kadını, bazen ölçüsü kaçırılarak, bazen dozunda bırakılarak defalarca Hollywood yapımlarına konu oldu.
İkinci tür çingene filmleri ise gerçekçi olanlar. Çingenelerin yaşamlarını karikatürize etmeden, abartmadan, yaşadıkları ortamdan soyutlamadan ele alan filmler. Taşçıyan, bu türe örnek olarak Alain Delon'un 70'li yıllarda çektiği Çingene/La Gitane filmini gösteriyor. Çingene, yalnızca bir çingene filmi olarak değil, muhafazakar ve sağcı olarak bilinen Alain Delon'un sinema kariyerinde aykırı bir örnek olarak da önemli.
Türk Sineması'nda çingene temalı filmlerden ilk akla gelen Gırgıriye serileri, Sulukule filmleri... Tamamen Çingeneleri konu alan bu filmlerde gerçekçilikten eser yoktu. Çingenelerle ilgili çizilen imajlar (iyi kalpli, yardımsever, verici) hep olumlu olduğu için, kalite sorunu dışında pek de eleştiri almadı bu filmler. Çocuklarını ‘‘seni çingenelere vereceğim’’ diye korkutan anne babalar, akşam televizyonun karşısında bu filmleri izleyerek güldüler. Nesli Gölgeçen'in yönettiği İmdat ile Zarife ise farklı bir Çingene filmi. Ayı oynatıcı İmdat ile ayısı Zarife'nin ilişkisinin anlatıldığı filmde Şevket Altuğ ve Üstün Asutay başrol oynamıştı.
İLK ETNİK TÜRK FİLMİ
Ağır Roman, İstanbul'un Dolapdere semtinde geçiyor. Dolapdere ise azınlıkların, yoğunlukla da Çingenelerin yaşadığı bir yer. Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay'a göre film ilk etnik Türk filmi. Ağır Roman'ın tam bir Çingene filmi sayılmaz, ama müzikler, mekanlar, giysiler sık sık Çingenelerin hayatına gönderme yapıyor. Filmin yönetmeni Mustafa Altıoklar, Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde doktorluk yaptığı yıllarda çingeneleri tanıma fırsatı bulduğunu söylüyor ve onları ‘‘keyif insanları’’ diye tanımlıyor.
GERÇEKÇİ BİR MASAL
Underground (Yeraltı), Arizona Dream (Arizona Rüyası) gibi filmleri de yöneten Emir Kusturica imzalı Çingeneler Zamanı, hem popüler olmayı hem de alternatif bakmayı başarmış filmlerden biri. Çingene filmi deyince akla ilk o geliyor. Bir Çingene genci olan Pertan'ın, yaşadığı yoksul hayattan kurtulmak için, Yugoslavya'dan İtalya'ya gidişini konu alan film, gerçekçi bakışını kaybetmeden, izleyenleri bir düş dünyasının içine alıyor.
40 KERE FİLM OLDU
Prosper Merimee'nin romanından ve George Bizet'nin bu romana dayanarak bestelediği operadan sonra Carmen her zaman sinemacıların ilgisini çekti, yaklaşık 40 kere filme çekildi. İlk Carmen filmi 1907 yılında İngiltere'de yapıldı. Ancak ilk ses getiren Carmen uyarlaması 1909 yılında Andre Calmettes'nin L'Arlesienna adlı filmi oldu. 1915 yılında Amerikalı sinemacılar da konuya el attı. Sessiz sinemanın ünlü yönetmeni Raul Walsh'ın yönettiği Carmen'de başrolü, sinemanın ilk kadın yıldızlarından Theda Bara oynadı. Bir ara unutulan Carmen, 1980'lerde birden bire tekrar popüler oldu. 1983 yılında İspanyol yönetmen Carlos Saura'nın yönettiği Carmen'de farklı bir yorum vardı. Bundan bir yıl sonra İtalyan yönetmen Francesco Rosi, çektiği filmde romanı değil, Bizet'nin operasını esas aldı.