Güncelleme Tarihi:
ABD'de yaşanan 'yönetim' skandalları denetim, şeffalık, güvenirlik mekanizmalarını derinden sarstı. Tepe yöneticiler kişisel çıkarları için dev şirketleri riske attı, denetimci firmalar entrikalara göz yumdu, kamu yönetimi özel sektörle 'özel ilişkilere' girdi ve olanlar oldu. 11 Eylül'le sarsılan ülke, yönetim skandallarının açtığı yaraları da sarmaya çalışıyor. Yolsuzluklara alışık Türkiye'de ise bankacılık sektörü benzer bir deprem yaşadı. İki ayda bir yayımlanan 'Kontent XXI' dergisi son sayısında her yönüyle 'kurumsal yönetişimi' (corporate governance) ele aldı.
ABD geçtiğimiz yıl iş dünyasını kasıp kavuran bir skandalla çalkalandı. Dünyanın en büyük yedinci şirketi olan enerji devi Enron'un iflası ABD'yi olduğu kadar tüm dünyayı da sarstı. İşin mali yönü bir yana, sarsıntının asıl sebebi 'Enron Olayı'nın sistemin çürümüşlüğünü su yüzüne çıkarmasıydı. Beyaz Saray ile çıkar ilişkileri kuran, hesaplarını örtbas eden, batmak üzere olmasına karşın kár ilan eden, yatırımcılarını kandıran Enron aslında çökmekte olan bir yönetim sisteminin göstergesiydi. Enron'un yanı sıra şirketin defterlerini denetlemekle görevli ünlü denetim firması Andersen'in şaibeli tutumu da çok konuşuldu. Andersen 'adaleti yanıltmasıyla' ve şirketin hesaplarını örtbas etmesiyle gündeme geldi. Gerçekleri gizlediği iddiasıyla aleyhine dava açıldı ve suçlu bulundu. Amerikan Güvenlik ve Ticaret Komisyonu'nun (SEC) açtığı davada alınan karar uyarınca, Andersen bundan böyle ticari şirketlerin hesaplarını kontrol edemeyecek.
Enron skandalı ile halkın şirketlere ve yöneticilerine olan güveni derinden sarsıldı. Kısa süre sonra, dünyanın önde gelen elektronik ekipmanları üreticisi Tyco'nun, şirkete yakın birine etik dışı yollarla 20 milyon dolar para aktarması 'güvensizlerin' pek de haksız olmadığını gösteriyordu. Ardı ardına patlak veren yolsuzluklara son olarak geçtiğimiz hafta WorldCom'un adı karıştı. Yine Andersen tarafından denetlenen iletişim devinin 3.8 milyar dolarlık muhasebe usulsuzlüğü yaptığı açıklandı. Son olarak büro donanımları üreticisi Xerox'un son beş yılda cirosunu altı milyar dolar fazla gösterdiği ortaya çıktı.ABD'de bugün sistemin yanlışları tartışılıyor. BZD Yayıncılık tarafından iki ayda bir yayınlanan Kontent XXI adlı dergi Temmuz ayında çıkacak sayısında şirketleri bugüne getiren anlayışı sorguluyor. Dergide yer alan yazılarda şirketlerin bir yol ayırımına geldiği, benimsedikleri stratejinin çöktüğü, güvenilirliklerini yitirdikleri vurgulanıyor. Bir yıldan bu yana düzenli olarak yayımlanan Kontent XXI, New York Times, Business Week, Fortune gibi prestijli gazete ve dergilerden derlenen makalelerin Türkçe çevirilerinden oluşuyor.
KURTARICI CEO'LAR!
Son dönemlerde liderlik kavramı eskiye göre büyük farklılıklara uğradı. Muazzam ikramiyeler ve şirket hisseleriyle 'satın alınan' üst düzey yöneticiler birer kurtarıcı gibi görülmeye başlandı.
ABD'de yayımlanan bir araştırma 90'lı yıllarda üst düzey yönetici maaşlarının yüzde 570 arttığını gösteriyor. Aynı dönemde yaşanan kár artışı yüzde 114'te kalıyor. İşçi ücretlerindeki artış ise ancak yüzde 37'ye ulaşıyor. CEO'lar 20 yıl önce ortalama çalışan ücretinin 40 katı ücret alırken bugün 600 katı kadar ücret alıyor. Şirketin bütün performansından sorumlu tutulan CEO'ların en önemli amaçları şirketin piyasa değerini artırmak oldu.
Şirketlerin yalnızca 'hissedar değerini maksimuma çıkarmak' için var olduğu görüşü benimsendi. CEO'lar bu standarda göre değerlendirildi, övüldü, ödüllendirildi. Müşteriler, çalışanlar, tedarikçiler yani genel olarak toplum geri plana itildi. İş oraya dayandığında müşteri kral ilan edildi, çalışanlar şirketin en büyük varlığı sayıldı. Ancak CEO'nun tek gerçek sorumluluğu hissedarların çıkarlarına hizmet etmek oldu.
Her şeye karşın hissedarların çıkarlarını ön plana çıkarmanın verebileceği zararlar görülemedi. Oysa ki çalışanlar yaptıkları işten uzaklaştılar. Müşteriler ise kendilerini birer 'dolar işareti' olarak görmeye başladı. Amerikan Müşteri Tatmin Endeksi 1990'ların ortalarından bu yana şiddetli düşmeye başladı.
Arama Katılımlı Yönetim Danışmanlığı Şirketi'nin kurucusu ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuz Babüroğlu bütün bu gelişmelere karşın General Motors, Ford, Microsoft, IBM gibi büyük ABD şirketlerinin çok geniş çaplı bir etik anayasası olduğunu belirtiyor. Enron olayını sistemde bir istisna olarak görüyor:
''Büyük şirketlere girdiğinizde ne rüşvet verebilirsiniz, ne hediye kabul edebilirsiniz. Sistem hem çalışanın hem toplumun haklarını savunuyor. Enron'la ortaya çıkan ve Andersen'i de yok eden 'ahlaksız davranış'ların şirketlere maliyeti çok arttı. ABD bu konuda çok titiz. 11 Eylül'den sonra nasıl kendini soruşturuyorsa, Enron'dan sonra da öyle soruşturuyor.
''Babüroğlu yolsuzlukların hemen hepsinin üzerinin örtüldüğü bir ülke olan Türkiye'de iyi yönetişimi sağlamak için şirketlerin halka açılması gerektiğini söylüyor. Öte yandan geçtiğimiz haftalarda yaşanan bir gelişme şeffaflaşma açısından yeni bir gelişme olarak görüldü. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) iki milyar dolarlık sermaye açığı nedeniyle Pamukbank'ın Yapı Kredi'yle birleşmesini onaylamadı ve bankanın fona devrine karar verdi. Geçen yıl kapanma ve birleşmeler nedeniyle 18 banka sistemden çıktı, 33 bin çalışan işsiz kaldı. 1997'den bu yana geçen süre içinde fona devredilen bankaların sayısı 20'ye ulaştı. Pamukbank'ın da fona devredilmesiyle birlikte halen fonda bulunan bankaların sayısı beş oldu.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İzzetin Önder Pamukbank operasyonuna üç açıdan bakılabileceğini belirtiyor:''Pamukbank'ın yaptığı hatalar var. Hala banka sahipleri, kredileri kendi çıkarları için kullanıyor. Bir diğer nokta ise Çukurova'nın büyümesinin diğer büyükleri korkutmuş olması. Ayrıca yabancı kuruluşlar da onlara bu büyük pastayı yedirmek istemiyor olabilir. Bizim yöneticilerimiz büyürken sınır tanımıyor. Bir hata yaptıklarında diğerleri onları 'al aşağı' yapmak için bekliyor. BDDK Pamukbank'ı fona devretmeden önce ciddi bir şekilde ikaz etmeliydi. Bu olaylar daha dün ortaya çıkmadı, geç kalınması bir suçtur.'' Önder, Enron ve WorldCom olaylarının ortak yönleri olduğunu belirtiyor. Bu skandalların bir istisna olmadığını, sistemin laçkalığını gösterdiğini söylüyor:''Her iki olay da en zengin ülkede, denetimin en iyi yapıldığı zannedilen çok büyük kuruluşlarda gerçekleşti. Milyarları kár diye dağıtmışlar ve ne Andersen ne de kendi denetçileri uyanmış. Gücü ele geçirdikten sonra şeffaflık diye bir şey kalmıyor.
''HALK ŞİRKETLERİ DENETLEYEBİLMELİ
Doç. Dr. Oğuz Babüroğlu Türkiye'de yolsuzluğun girdiği yerleri normal bir vatandaş olarak anlamanın çok zor olduğunu belirtiyor: ''Bankalar Kanunu'na göre halk olarak bilançolara bakamıyoruz. Böylece bankalar kár gösteriyor, yolsuzluklar sürüp gidiyor. Artık BDDK ile denetim geldi. Şeffaflık için Susurluk gibi olayları beklemeyeceğiz. ABD'de bu tür işler çok daha meşru ve şeffaf. Eğer bir şirket halka açıksa, halktan sermaye alıyorsa onun nasıl yönetildiğini, bu paranın nasıl idare edildiğini bilmeliyiz. Kurumsal yönetişimi, yönetim kurullarına nasıl taşıyacağımız, çoklu sorumluluğu nasıl işleyeceğimiz konusunda kendi yöntemimizi oluşturmalıyız.
''ABD'DE YÖNETİM ANLAYIŞI NASIL DEĞİŞTİ?
1990'lardan bu yana değişen 'yönetim anlayışı' ABD'deki şirketlerin güvenilirliğini sarsıyor. İşte durum: Şişirilmiş maaşlar ve primler alan yöneticiler başa geliyor, Şirket hisselerinden pay alan yöneticiler yalnızca hisse senedi fiyatlarına ve şirketin piyasa değerine odaklanıyor, Müşteriler, çalışanlar ve tedarikçilerin çıkarları geri plana itiliyor, Kár rakamları çarpıtılıyor, bu şirketler aniden batıyor, Halkın şirketlere ve liderlerine olan güveni azalıyor, İdolleştirilen şirket yöneticileri şirketin bütün performansından sorumlu tutuluyor.