Güncelleme Tarihi:
İlk Wilton Park Konferansı, Avrupa'nın üstünden kan ve barut kokusu dağılmadan Londra yakınlarındaki Wilton Park esir kampında toplanmış. 55 yıldır da bütün dünyadan binlerce siyasiyi, diplomatı, akademisyen ve gazeteciyi buluşturan Wilton Park Konferansı bu kez 5-9 Şubat tarihlerinde gerçekleşti. Konferansta Türkiye masaya yatırılıp didik didik edildi. Tam bir tartışma kampına girdik ama bir o kadar da güldük.
Ünlü İngiliz Başbakanı Winston Churchill, ilk Wilton Park konferansını topladığı zaman, Türkiye'nin de bir gün masaya yatırılacağını düşündü mü acaba?
Öylesine kurt bir siyasetçi, herhalde düşünmüştür.
Konferans adını 2. Dünya Savaşı'nda İngiltere'deki bir Alman esir kampından alıyor. İlk Konferans Avrupa'nın üstünden kan ve barut kokusu dağılmadan Londra yakınlarındaki Wilton Park esir kampında toplanmış. Hitler Almanya'sında demokrasi tohumlarının atılması için ilk tartışmalar dikenli teller ardında yapılmış. Sonuç ortada.
1947'de konferanslar, esir kampından 500 yıllık Wiston House şatosuna taşınmış ve 52 yıldır da bu muhteşem şatoda yapılıyor.
Wiston House'u ilk görünce insan, kendisini zaman tüneline girmiş gibi hissediyor. İngiliz şövalyelerin at koşturduğu filmlerdeki gibi yüzlerce koyunun otladığı, uçsuz bucaksız çayırların ortasında kocaman bir şato yükseliyor. Çevre öylesine sessiz ve sakin ki, zamanın donduğu hissine kapılıyorsunuz.
55 yıldır bütün dünyadan binlerce siyasiyi, diplomatı, akademisyen ve gazeteciyi buluşturan Wilton Park'ta bu kez Türkiye'yi masaya yatırdık. Didik didik ettik. Tam bir tartışma kampına girdik.
4 gün ve gece neleri tartışmadık ki.
İslamcılarla laikler, Türkler'le Yunanlılar, Kıbrıslı Türkler'le Rumlar, ukala öğretmen edasıyla parmağını kaldırıp ders veren Avrupalı parlamenterlerle, savunma kalkanlarını açan Türk aydınlar, IMF'ye veryansın edenlerle, Türk ekonomisinin başka çıkıç yolu olmadığını savunan bürokratlar... Lozan Barış Konferansı'nda İsmet Paşa'yı çileden çıkartan Lord Curzon edasıyla konuşanlar bile vardı Wilton Park'ta. Konferans, saatler ve saatler süren bir söz düellosuydu.
İngilizler hepimizi kahkahalarla güldürdüler. Zaten kahkahalarla gülmeseydik, sonunda hep birlikte oturup neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktık.
İşte Wilton Park Konferansı'nın bol kahkahalı ama son derece düşündürücü anektodları:
Kissenger'ın psikiyatristi
New York'un ünlü Waldorf Astoria otelinde zamanın Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'le Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger buluşup Kıbrıs'ı tartışırlar. Kissinger, Waldorf Astoria'dan ayrılırken yanındaki diplomata döner:
‘‘Şimdi Yunan Dışişleri Bakanı'yla görüşmeye gidiyorum. Sonra Kıbrıs Dışişleri Bakanı'yla görüşeceğim. Ardından da psikiyatristime gideceğim.’’ O zaman Çağlayangil'in danışmanı olan eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, Kissenger'le arasında geçen bu konuşmayı anlatınca salon kahkahalara boğuldu.
4 gün geceli gündüzlü Kıbrıs'ı tartışınca doğrusu biz de Kissinger'a hak verdik. Çünkü az kalsın topluca psikiyatriste gidecektik.
Tartışmalarda herkes ‘‘Aman isme takılmayalım. Önemli olan anlaşma sağlamak’’ dese de, tartışma döndü dolaştı hep müstakbel Cumhuriyet'in adına takıldı kaldı.
‘‘Konfederasyon mu olsun federasyon mu?’’ derken sonunda birkaç parlak isim ortaya atıldı.
‘‘Kıbrıs Birleşik Devletleri ya da Federe Devletlerin Konfederasyonu ya da Konfederal ve Federal Kıbrıs Cumhuriyeti.’’
Malum ‘‘Şeytan ayrıntılardadır’’ derler. Yıllardır Kıbrıs'ta Şeytan'la boğuşan birçok diplomat, siyasi akademisyen ve gazeteci sonuçta yine şeytanla başa çıkamadılar.
Denktaş 120 yaşına kadar yaşayacak
‘‘Denktaş sendorumu’’ ise akıl almaz boyutlardaydı. Bir ara hep bir ağızdan Denktaş’tan şikayet başlayınca Kıbrıs'lı bir Türk hemen espriyi patlattı. ‘‘Bakın Denktaş bana dedesinin 120 yaşına kadar yaşadığını söyledi’’ deyince salonda kahkaha koptu.
Bir ara bir Rum gazeteci ‘‘neden önce boşanıp sonra evlenmek istiyorsunuz’’ diye Kıbrıslı Türkler'e sorunca yanıt ‘‘daha önce kanlı boşandık da ondan’’ oldu.
Zaman zaman tartışmalar öylesine sertleşti ki, İlter Türkmen söz alıp ‘‘Güvenlik konseyinde miyiz? Eğer işbirliği üslubuyla konuşmayacaksak konseye gidelim’’ deyince biraz hava yumuşadı.
Çok değişik fikirler ortaya atanlar da oldu. bir İngiliz profesör çıkmazdan kurtulmak için bir dakikalığına KKTC'yi tanınmayı ve sonra müzakere masasına dönmeyi teklif etti ama pek destek bulamadı.
Türkiye'yi Kıbrıs'ı rehin alarak AB'ye arka kapıdan girmeye çalışmakta suçlayanlar da çoktu.
Kıbrıslı Türkler, AB'nin Türkiye'ye takvim vermesi halinde düğümün çözüleyeceğini söylediler ama yine sonuç çıkmadı. AB yetkilileri ‘‘atı arabanın önüne koşamayız. Takvim veremeyiz,’’ diye direttiler.
Sonucu İngiliz raportör bir iyi bir de kötü haber vererek özetledi.
‘‘İyi haber, herkes çözüm istiyor. Kötü haber ise kimse çözümün ne zaman olacağını bilmiyor.’’ Bunun üzerine salonda yine kahkaha koptu.
Bir AB diplomatının kahve molasında söyledikleri ilginçti:
‘‘KKTC sadece tanınmak mı istiyor? Ne yapalım, Rumları AB'ye alıp KKTC'yi de tanırız. O zaman AB'i unutur. BM'de bir sandalyeyle yetinir.’’
Derhal asılmak isteyen İngiliz
Bir Fransız, bir Kıbrıslı ve bir İngiliz idama mahkum olmuşlar.
Son arzuları sorulmuş... Fransız nefis bir biftek ve nefis bir şarap istemiş. Kıbrıs'lı ‘‘halkı toplayın bir nutuk atmak istiyorum’’ demiş. Sıra İngiliz'e gelmiş. İngiliz telaş içinde ‘‘Aman nutuk başlamadan beni asın, son arzum bu’’ diye yalvarmış.
Bizi çok güldüren bu fıkrayı bir İngiliz profesör son geceki yemekte anlattı.
Ama sakın fıkraya kanmayın. İngilizler 50 yıl daha Kıbrıs'tan ellerini çekecek gibi görünmüyorlar.
Türkler'e, Yunanlılar'a, Kıbrıslı Türk ve Rumlar'a gelince: Bir sağırlar diyaloğu oldu. Bildiğimiz tezleri dinledik durduk.
Türkler, 1960'lardaki EOKA katliamlarından başladılar. Adada iki toplum arasındaki eşitlik ve güvenlik güvence altına alınmadıkça Kıbrıs sorununun çözülmeyeceğini söylediler. Rumlar da her zaman olduğu gibi ‘‘işgal’’ diye söze başlayıp sözü işgal diye bitirdiler. Tabii Kıbrıs'lı Türkler'e ‘‘Gelin AB‘ye birlikte girelim,’’ deyip önce havucu gösterdiler. Sonra da ‘‘AB treni Kıbrıs'da ikinci kez durmaz. Kaçırırsanız kalkınma yollarını Ortadoğu'da ararsınız,’’ diye sopa salladılar.
Walesa generalleri neden seviyor?
Polonya'nın tarihi lideri Lech Walesa'ya Türk gazeteciler sormuş: ‘‘Generaller hakkında ne düşünüyorsunuz?’’
Walesa hiç tereddüt etmeden ‘‘Generalleri çok seviyorum,’’ demiş.
Gazeteciler şaşırınca da ‘‘General Motors, General Elektrik’’ diye eklemiş!
Konferansta bir başka sendrom da Türk generalleriydi.
AB'den gelen mesaj açıktı:
‘‘Ordu tamamen barakalarına çekilsin. Demokratikleşme sürecini hızlandırın. Kopenhag kriterlerini uygulayın.’ ‘‘Ordu yerine sivillerin başarısızlığını inceleyelim’’ diyenler pek destek bulmadı.. Avrupa Parlamentosu'ndan gelen bir parlamenter ise kuşkulara tuz biber ekti. Talepler listesi uzadıkça uzadı. Sonunda ‘‘Atatürk fotoğrafları da çok fazla’’ deyince bardak taştı.
Sineği çekiçle öldürüyorsunuz
IMF programını savunan Türk maliyeciler belki yabancıları ikna ettiler ama Türkler'i asla! FPli'ler öyle bir eleştiri bombardımanı başlattılar ki, bunu ancak bir bakan göğüsleyebilirdi. O da yoktu. Sonuçta programı savunan bürokrat ‘‘Enflasyonu aşağı çekmek zorundayız. Aksi takdirde hiçbirşey yapamayız’’ deyip durdu. Laf ustası Faziletli'ler geri kalır mı? Hemen sordular: ‘‘Söyleyin bakalım adamın yüzündeki sineği nasıl öldürürsünüz?’’
Salonda bir an sessizlik oldu. Sonra ‘‘Siz çekiçle öldürüyorsunuz dostum’’ deyince salondaki herkes çok güldü.
İslami kesim dersini iyi çalıştı
Wilton Park'ta Yunanlı, Rum ve Ermeni dostlarımız arasında olduğumuz için rahat rahat tartıştık! İslamcısı laiki hepimiz içimizi döktük. Türkiye'nin iç çalkantılarını, Türk ordusunu, ekonomik sorunlarımızı, sosyal uçurumlarımızı, işkenceci polisleri, İslamcılarla laikler arasındaki kavgayı rahat rahat tartıştık. Herkes eteğindeki taşları döktü.
Konferansta ibre İslamcılar'dan yanaydı. Doğrusu çok çalıştılar. Hiçbir oturumu kaçırmadılar. Ne zaman fırsat buldularsa, Türkiye'de inançlı kızlarımızın türbanları yüzünden okuyamadıklarından şikayet ettiler. Demokrasiyi ve hatta laikliği bile savundular. Ama ‘‘Nasıl bir laiklik’’ sorununa yanıt alamadık. Zaten şu anda tek kaygılarının da FP kapandığı takdirde ertesi gün açılacak olan partiye isim bulmak olduğunu söyleyince de herkes kahkahayı patlattı.
Doğrusu konferansta FP'nin dört kişiyle temsil edilmesine rağmen diğer partilerden bir tek temsilci bile yoktu. Kahve molasında bir AB diplomatıyla sohbet ederken nedenini aldık.
Eğer Fazilet kapatılırsa İngilizler AB'de Türkiye aleyhine büyük bir kampanya başlatmaya hazırlanıyor.