Güncelleme Tarihi:
Nisan ayında, Irak savaşı sırasında ABD hava kuvvetlerine ait bir Apache helikopterinden açılan ateşin hedefi olan, Reuters kameramanı ve şoförünün öldürülme anını dakika dakika gösteren “Collateral Murder” isimli 17 dakikalık bir film yayınlandı internette.
Reuters, olayın yaşandığı günden beri Bilgi Özgürlüğü Yasası gereğince helikopterdeki kameranın kaydettiği bu filmin kendilerine teslim edilmesini istemiş ancak başarılı olamamıştı. Adı sanı duyulmamış bir internet sitesinde yayınlanan bu videonun yarattığı gürültü çok büyük oldu.
ABD ordusundan beklenen “Video sahte” açıklaması gelmedi. Dahası Reuters’ın talebi üzerine olayla ilgili açılan soruşturmadan, olaydaki askerlerin “Çatışma Kuralları” çerçevesinde hareket ettikleri sonucu çıktı ama videoyu o siteye sızdırdığı iddia edilen istihbarat subayı Bradley Manning de devlet sırlarını açığa vurmaktan suçlu bulundu.
O arada biz haberciler de bu adı sanı duyulmamış siteyi araştırmaya başladık. Wikileaks diye bir şey çıktı karşımıza ama çok da anlam veremedik. “Wikipedia’nın bir kolu falan herhalde” dedik, unuttuk sonra.
ÜÇ BASIN ORGANI AYNI MANŞETLE ÇIKTI
Ama Wikileaks kendisini unutturmamaya kararlıydı. Temmuz sonlarına doğru bir sabah Guardian, New York Times ve Der Spiegel’i açtığımızda üçünün de aynı manşetle çıktığını gördük. Birileri ABD ordusunun Afganistan’da sürdürdüğü savaşla ilgili 75 bin gizli belgeyi bu gazetelere sunmuş, onlar da günlerce yaptıkları incelemeler sonucu belgelerin en can alıcı noktalarını gün yüzüne çıkaran haberler yapmışlardı.
Ortalık bir kez daha karıştı. ABD’li yetkililer yayımlanan belgelerin cephedeki asker ve sivilleri tehlikeye attığını söyleyerek ayağa kalktı, bizler de belgeler bazı malumları yeniden ilam etse de savaşın gerçeklerini daha derinden anlayabilmenin peşine düştük. O sırada belgelerin kaynağının yine o adı ‘wiki’yle başlayan site olduğunu fark ettik. Artık bu kadarı da tesadüf olamazdı.
PLATİN SAÇLI BİR ADAM: JULIAN ASSANGE
O sırada platin sarısı saçlı gençten bir adam, “Kim bu insanlar?” sorularımızı cevaplamak istercesine elinde o günkü Guardian’la bir basın toplantısı düzenledi. Adı Julian Assange’dı…
Wikileaks’in kurucu editörlerinden biriydi… Eski hacker’dı… Yıllardır bir yerde iki günden fazla kalmadığı söyleniyordu.
2007’de kurduğu Wikileaks’i “halkın istihbarat ajansı” olarak tanımlıyor, şeffaflığa duydukları inançla devletlerin vatandaşlarından gizledikleri bilgileri olması gerektiği gibi ortaya koyma hedefi taşıdıklarını söylüyordu.
Assange’ın savunuculuğunu yaptığı bu anlayış dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilirdi belki. Ama bir anda ortalıkta kendisinin aslında o kadar da mükemmel olmadığı yönünde haberler yayılmaya başladı. Buna göre Assange, bir süre önce Wikileaks’in sunucularının da bulunduğu İsveç’te katıldığı bir toplantıda tanıştığı iki kadınla, rızaları olmaksızın korunmasız cinsel ilişkiye girmişti ve ülke yasalarına göre bu tecavüz sayılıyordu.
ABD YÖNETİMİ ÖFKELENMEYE BAŞLADI
Assange hakkında açılan ilk dava düşerken, avukatlar davayı temyize götürme kararı aldı. Wikileaks’ten yapılan açıklamalarda iddialar kesin bir dille reddedildi. Dahası davanın arkasında o dönemde yavaş yavaş Wikileaks’in faaliyetleri dolayısıyla öfkelenmeye başlayan ABD yönetiminin olduğu söylentileri de yaygın olarak kabul görmeye başladı. İsveç savcılarının Assange’ın yerini tespit edememesi ve ifadesine başvuramaması dolayısıyla dava sürüncemeye girdi ancak tartışmalar devam etti.
Bu arada Wikileaks, ABD’ye cevap vermek amacıyla, Ağustos ortalarında, CIA’e ait iki sayfalık gizli bir raporu sitesinden yayımladı. ABD’nin “terör veya terörist ihraç eden ülke” olarak anılma olasılığıyla ilgili hazırlanan rapor beklenen sarsıntıyı yaratmasa da Wikileaks’in kendini unutturmamaktaki kararlılığını bir kez daha göstermiş oldu.
YEPYENİ BİR GAZETECİLİK ANLAYIŞI
Ekim ayına geldiğimizde, Wikileaks’in, Wikipedia’yla bir alakası olmadığını öğrenmiştik. Gazeteciliğin yepyeni bir tanımı olduğu söylenen bu site için uzmanlar “üç yılda Washington Post’un 30 yılda yaptığından daha fazla haber patlattı” yorumunu yapıyordu. Dolayısıyla, “tarihin en büyük belge sızıntısı” olarak nitelendirilen, Irak savaşı cephe raporları yayımlandığında ne beklememiz gerektiğini biliyorduk.
Türkiye’nin bir sınır komşusunu yedi yıldır kasıp kavuran ve Ankara’nın da hem öncesinde hem de sonrasında önemli rol oynadığı bir savaşla ilgili 240 bin belgenin içinde bizi çok yakından ilgilendirecek satırlar olması kaçınılmazdı. Wikileaks belgelerini okuma maceralarımız da öyle başladı zaten. Ordunun sıkça kullandığı kısaltmalarla dolu, bir kısmı karartılmış belgeleri elimizden geldiğince anlamaya çalışırken aklımızda hep bir soru vardı: “Bundan sonra ne gelecek?”
VE “CABLEGATE”
Neyse ki Wikileaks’çiler bizi fazla bekletmedi. Kısaca “Cablegate” dediğimiz, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın gizli iç yazışmalarının yayımlanmasıyla oluşacak depremin öncü şokları Kasım ortalarında gelmeye başladı. Uluslararası kanallar, ABD Dışişleri’nin belgelerin içeriği ve yaratacağı diplomatik krizden dolayı endişeli olduğunu, dolayısıyla bizzat Bakan Hillary Clinton’ın Türkiye dahil önemli ülkelerdeki mevkidaşlarını arayarak hasar kontrolü yapma çabasına girdiğini bildirdiğinde tarih 25 Kasım Perşembe’yi gösteriyordu.
Aynı haftanın Pazar akşamında beklenen oldu. Wikileaks’in elindeki 251 bin 287 adet belgeyle ilgili ilk haberler Guardian, Der Spiegel, New York Times, El Pais ve Le Monde’da yayımlanmaya başladı ve ilk andan itibaren ortalık birbirine karıştı.
O geceden bu yana Wikileaks gündemimizden hiç düşmedi. Sabahları bilgisayarımızı açar açmaz, ilk işimiz “Yeni belge var mı?” sorusunu sormak oldu. Belgelerin yarattığı etkileri, Wikileaks’e verilen tepkileri, kapatılan sunucular ve bağış kanallarını, aynı dönemde yeniden patlak veren Assange’ın tecavüz davasını ve sonrasında gelen mahkeme süreci ve tutukluluk halini dakika dakika izledik, haber yaptık.
MÜKEMMEL OLMAYAN BİR ÜTOPYA?
Ancak Wikileaks bombalarını patlatmaya başladığı günlerden beri sorulan bazı sorulara da hala yanıt bulamadık. Bunların en başında “Nereden geliyor bu değirmenin suyu?” var.
Yüzlerce gönüllü muhbirin varlığından bahsedilse de Wikileaks güvenlik gerekçeleriyle kaynaklarını açıklamadığı gibi, Assange ve birkaç sözcü dışında ekibin üyelerinin ve mali destekçilerinin adını da vermiyor. Ekibin içindeki karar alma süreçlerinin de tepeden yönetildiği söyleniyor. Tüm bunlarla bağlantılı olarak, şeffaflık ilkesini hayata geçirmek için yola çıkan Wikileaks’in kendi işleyişiyle ilgili şeffaflık yoksunluğuyla eleştirilmesi dikkat çekici.
Öte yandan yukarıda da kısaca değindiğimiz, Wikileaks’in gazetecilikte bir devrim olup olmadığı tartışması var. Bir taraf bu tür içeriğini kullanıcıların ürettiği sitelerin geleceğin medyası olduğunu söylerken, Wikileaks’in meşruiyet kazanmak için geleneksel medyanın devlerinden medet umduğunu söylemek de mümkün.
Dahası bilgi özgürlüğü çağında, belgeleri belli kanallara servis eden Wikileaks’i bir tekelleşme yaratmakla suçlamak da çok yanlış olmayabilir. Nihayetinde dünya Wikileaks’in elindeki belgeleri Guardian’ın ya da Le Monde’un editörlerinin gözüyle görüyor.
TARİHİN EN YENİ SAYFASI
Özetle Wikileaks’in dokuz ay içinde bir meçhulden, bir fenomene dönüştüğünü düşünürsek “2010, Wikileaks’in yılı oldu” demek yanlış değil ancak eksik. Çünkü görünen o ki Assange ve ekibi daha uzun bir süre susmayacak ve bu yıl yaşananlar, ileride iyi de anılsa kötü de anılsa bir devrin başlangıcı olarak diplomasi ve gazetecilik tarihine geçecek.
Benim gibi meslekte yeni olanlar da emeklilikleri geldiğinde hala Wikileaks hakkında haber yapmaya devam edecek.